27 Nisan 2013 Cumartesi

Mersin’de ele geçirilen GDO’lu pirinçlerin test sonuçları uluslararası düzeyde skandala yol açacak boyutta. Uzmanlara göre test sonuçları ABD-AB arasında devam eden ticaret müzakerelerini kesebilir. GDO krizinin ortaya çıkmasının ardından ABD Büyükelçiliğinden yapılan acil açıklama da bu skandalı engellemeye yönelik. Test sonuçlarıyla ortaya çıkan GDO’lu pirinçlerin içinde böcekleri öldürmeye yönelik toksinler içeren BT63 türü yer alırken bunun yanında en sabıkalı türlerden olan LL601 de ABD’de 750 milyon dolar tazminata sebep olmuştu. BT63’le ilgili fareler üzerinde yapılan deneyler alerjiye yol açtığını göstermişti. Önceki haftalarda Mersin Limanı’nda yakalanan GDO’lu pirinçler ile GDO tüm Türkiye’nin gündemine oturdu. Yakalanan pirinçler için İTÜ’de 4 nisanda yapılan var-yok testleri pozitif çıktı. Taraf’ın dün ulaştığı ikinci aşama olan kimliklendirme test sonuçları ise uluslararası skandala imza atacak nitelikte. ABD-Çin üretimi birarada Sonuçlara göre pirinçte, Çin’de çiftçilere devlet tarafından gizlice ürettirilen, istenmeyen böcekleri öldürmeye yönelik toksinler içeren BT63 türü tesbit edildi. Yine sonuçlarda görülen ve uzun süreden beri ilk defa ortaya çıkan LL601 de ABD’de 750 milyon dolar tazminata sebep olmuştu. 2006 yılında üretim izni olamayan sadece deneme amaçlı ekilen LL601’in diğer temiz tarlalara sıçramış, deneme üretimi yapan Bayer, ABD’li çiftçilere 750 milyon tazminat ödemek zorunda kalmıştı. Ancak 2009 yılından bu yana AB’de LL601 vakasına hiç rastlanmamıştı. Mevcut durum, uzun aradan sonraki ilk LL601 vakası olacak. Burada en dikkat çeken nokta dünyada ilk kez ABD ve Çin’de üretimi yapılan Sonuçları Taraf ’a değerlendiren Greenpeace Akdeniz Tarım Kampanyası Sorumlusu Tarık Nejat Dinç, skandalın uluslar arası bir krize dönüşebilecek nitelikte olduğunu belirterek, “Bugün Mersin’de ortaya çıkan GD pirinç skandalı 2006’dakine benzer, ABD’li firmaların ana aktör olduğu yeni bir uluslararası skandala dönüşecek gibi görünüyor. http://www.taraf.com.tr/haber/en-zehirli-pirinci-turkiye-yemis.htm Serkan Ayazoğlu

AYIKLA 23 BİN TON GDO'NUN TAŞINI! LL601!!!!!

Çernobil'i hatırlarsınız değil mi?26 Nisan 1986... Bugün 27 Nisan 2013... Midelerimize iznimiz ve bilgimiz olmadan sokulan GDO'lu pirinç rezaleti tüm yalanlamalara rağmen mahkemece kanıtlandı...Dünyada GDO'lu pirinç üretimi yoktur diye feryat edenler kimi kandırıyorsunuz el insaf yahu!!! Üstelik Mersin'den sonra Tekirdağ'dan da kötü kaber geldi...Bir kere bulaştımı bu pisliği temizlemek öyle zor ki... 3 kuruşa mal edilen şeyleri 333 kuruşa satma alışkanlığı canımıza kast ediyor... Ben yıllardır folik asit deposu bulgurdan şaşmam.Radyasyondan dahi etkilenmeyen bu nimeti toksik kalori pirince hayatta değişmem ve bu kararımdan bir kere daha çok memnun oldum... Çernobil patladı da haberimiz oldu!Ya bilmediğimiz tonlarca Çernobil??? Baldo'ya sanki katilmiş gibi neden bakayım?O canım Anadolu pirinçlerini binbir emekle üreten ve üç kuruşluk Çin veya ABD malı çakma pirinç müsveddeleri ile bu acımasız piyasada rekabet etmek zorunda bırakılan emektar çiiftçimizin günahı ne???Şimdi bir de haksız kazanç elde etmeyi alışkanlık edinmiş hak yiyen açgözlülerle aynı kefeye konacak... Biz böcek miyiz ki böcek öldürücü genler de taşıyan GDO'lu pirinci bize yutturmaya çalışıyorsunuz???BT63!!! Nihayet İTÜ'den sonuçlar çıktı...YERSENİZ!!!Yazıyı yazan Serkan Ayazoğlunun ellerine sağlık. Sevgiyle kalın Yeşim Güriş

18 Nisan 2013 Perşembe

ALTIN PİRİNÇ=ALTIN VURUŞ


Biliyorum uzun bir yazı ama dediğim gibi çok çalışmamız lazım çooook !!!
Ekolojik Üreticiler Derneğinin vicdanlarımıza seslenen bu özenli ve haklı mektubunu okuduktan sonra GDO konusunda sorduğum sorular bini aştı!!!
Tüm emeği geçenlerin beyinlerine ve vicdanlarına sağlık!

http://ekolojikureticiler.org/index.php/haberler/621-te-tuem-ayrntlaryla-mersin-gdo-operasyonu
http://ekolojikureticiler.org/

Yer misin yemez misin???
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş


İşte bütün yönleriyle GDO operasyonuPDFYazdıre-Posta
Çarşamba, 17 Nisan 2013 21:04

Geçtiğimiz hafta Mersin'de GDO'lu pirinç operasyonu yapılmış ve 7 kişi tutuklanmıştı. Türkiye'de ilk kez yaşanan tutuklama sürecinde bazı çevreler konunun üstünü örtmeye ve halka GDO'lu ürün yedirmek için canhıraş çalışmaya başlamıştı. Peki bu konuda ne oldu bitti?

KAMUOYU VİCDANINA GDO’LU PİRİNÇ MEKTUBU


Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi kurulduğu günden bu yana aralıksız bir şekilde tohum, bitki, gıda, insan ve çevre sağlığı, nesil emniyeti, hibrit ve GDO gibi konuları üzerinde çalışmakta ve toplumu bilinçlendirmeye çalışmaktadır. Bir takım bürokratik, akademik, ticari ve siyasi erk ve çevrelerin kızgın, müstehzi ve tedirgin bakışlarına rağmen önemli mesafeler almış, çalışmalarımız beklentilerimizden çok öte bir sonuç meydana getirmiştir.
Dünyanın en tartışmalı tekniklerinden biri olan GDO, sorunu son haftalarda Mersin Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü’nün operasyonu ile yeniden Türkiye’nin gündemine gelmiştir.
Konuyla ilgili Gıda Hareketi’ne 15 Şubat günü bir ihbar mektubu gelmişti. Süreçle ilgili bilgi toplamamız devam ederken bir gazete “Amerikalı yemedi Türkler yesin” manşetli haberinin spotunda “Çin ve Afrika’da üretilen, GDO’lu diye ABD’nin ülkeye sokmadığı 150 milyon TL’lik 23 bin ton pirince gönderildiği Mersin’de 2 Mart’ta el konuldu” deniliyordu.
Bilgi toplama süremizde GDO’lu pirinç ithal ettiği belirtilen Memişoğlı/Tat Bakliyat, Tiryaki Agro ve Göze Tarım firmaları hakkında belgeleri, TÜBİTAK ve İTÜ’nün ilgili ürünlerine dair analiz raporları vb bilgi ve belgeye ulaştık. Konuya dair elimizde yüklü miktarda bilgi ve belge mevcut! Zamanı geldikçe tek tek açıklayacağız. Ancak şimdilik süreç ve süreci baltalamaya yönelik girişimler hakkında aşağıdaki bilgileri dikkatlerinize sunuyoruz.
TARIM BAKANI’NDAN AÇIKLAMA
Apar topar bir kamu kanalına çıkan Gıda, Tarım ve Hayvanlık Bakanı; Mersin Limanında yakalanan ve GDO'lu olarak üretildiği öne sürülen pirincin,
a) GDO'lu olmadığını, söz konusu ürünün çeltik olduğunu ve
b) GDO bulaşmasının tespit edildiğini söyledi. Eker,
c) Dünyada ticari olarak kullanıma sunulan GDO’lu olarak üretilmiş bir pirinç türünün bulunmadığını,
d) Mersin'de ele geçirilen ürünün çeltik (kabuklu, işlenmemiş pirinç) olduğunu ve kabuğunda GDO bulaşmasına rastlandığını,
e) Ürün olarak pirinçte ise GDO'ya rastlanmadığını, bulaşmanın da soyadan kaynaklı olduğunun tespit edildiğini iddia etti.
Konunun savcılığa aksetmiş olduğunu belirten Eker, tam da yargıya etki edecek ifadelerinin ardından yargıya müdahale anlamına gelebilecek şeyler söylemek istemediğini söyleyip "Benim size Türkiye Cumhuriyeti Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı olarak söylediğim şey şu, vatandaşlarımız o pirinçleri güven içerisinde tüketebilirler. Çünkü ne Türkiye'de ne dünyada GDO'lu pirinç üretimi söz konusu. Bunun bu şekilde ticarete konu edilmesi söz konusu değil. Bazı araştırmalar yapılmış, doğrudur ama bunlar, böyle tohum haline getirilip, geliştirilip, satılıp, bundan pirinç üretilip dünyaya da bunun yayılması. Şu an itibariyle böyle bir şey yok. O nedenle vatandaşın endişe etmesine de gerek yok"
İsterseniz Mehdi Eker’e ait bu iddiaları yorumlamayalım ve aşağıdaki belge ve raporları tek tek inceleyelim. Zaten yargının “biyolojik terör” olarak nitelediği ve bu nedenle elindeki güçlü delillerle 7 kişiyi tutuklamasına neden olan belgeler konuşsun.
GÜMRÜK VE TİCARET BAKANI: “GDO’LU PİRİNÇ İTHAL EDİLDİ”
Mehdi Eker’in aksine Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı “Mersin’den sonra Tekirdağ'da da bu tür ithalat yapıldığı bilgisine ulaşıldı. Manisa'da da 8 ton pirince 'GDO şüphesi' ile el konuldu. Biz gümrük kapılarımızda kara, hava, deniz her neresiyse koruyucu, kollayıcı çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Mersin’deki olaylarla ilgili savcılığın gizlilik kararı var. Yargı süreci devam ediyor. Mersin’de olayla ilgili hem TÜBİTAK hem de İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) laboratuarlarında bu ürünler tahlil edildi. Çıkan sonuçlara tabi itiraz edenler olabilir.”
Bu açıklama ile kabinenin bir Bakanı, kabinenin bir diğer üyesinin sözlerini hiçbir söze yer bırakmayacak şekilde tekzip ediliyordu.
PEKİ, NELER OLUP BİTTİ?
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda çalışan bir kişinin farklı merkezlere yaptığı ihbar neticesinde Mersin Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü’nün harekete geçirir ve Mersin Cumhuriyet Savcılığı’nın izinleriyle soruşturma başlatılır. Soruşturmada sürecin yeni olmadığı, adı geçen firmaların yaklaşık bir yıldır on binlerce ton GDO’lu pirinç ithal ettikleri, bir bölümünde yanlış beyanda bulunarak vergi kaçırdığı, bir bölümünün ise gümrüksüz olarak ülkeye ürün sokulduğu ortaya çıkar. Elimizdeki tüm resmi belgeler bunu ortaya koyuyor.
KİM BU FİRMALAR?
Haklarında işlem yapılan, sahip ve yöneticileri tutuklanan firmalar:
1)      Piyasada “Tat Bakliyat “olarak bilinen Memişoğulları Tarım Ürünleri Tic Ltd Şti.
2)      Tiryaki Agro Gıda San ve Tic A.Ş.
3)      Göze Tarım Ürünleri Paz ve Tic A.Ş.
İTHALAT HANGİ ÜLKEDEN?
1) Gazetenin haberinde olduğu üzere söz konusu ithalatlar Çin ve Afrika’da Amerika’ya giden ve ABD’nin GDO’lu olduğu için reddettiği ürünler değildir. Loxandra isimli gemi ile 06.06.2012 tarihinde Mersin limanına gelen Memişoğlu/Tat firmasına ait 9.752.491 kg pirinç, ABD’de faaliyet gösteren İSVİÇRE kökenli Bunge SA GENAVA firmasından yüklenmiş.
Bu partiye ait toplam 7.697.491 kg (08.06.2012, 06.09.2012 ve 05.11.2012 tarihlerinde gümrük işlemleri yapılarak) iç piyasaya arz edilmiştir. Geri kalan 1.500.000 kg ise el konularak muhafaza altına alınmıştır. Hem belgeler hem de firma yöneticilerinin ifade beyanları bunu doğrulamaktadır. Yani Çin ve Afrika ile ilişkisi görülmemektedir.
2) Mersin 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 28.03.2013 tarih ve 2013/411 değişik iş nolu el koyma kararı verilen Tiryaki Agro firmasına ait 284.460 kg pirinçler ise hem gümrük belgeleri hem de firma yönetim kurulu başkanın ifadesine göre RUSYA’dan ithal edilmiştir.
3) Göze Tarım firmasına ait toplam 21.151.460 kg pirinç, Mersin 6. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 02.03.2013 tarih ve 2013/496 değişik iş numaralı el koyma kararı ile muhafaza altına alınmıştır. Firma daha önce 8 ithalat beyanıyla 25.244.400 kg pirinç ithal etmiş, el konulan son ithalatında ise 7.552.620 kg pirinç ülkeye girmende el konulmuştur.
Bu ürünlerin bir bölümü 12.04.2012günü M/V Free Hero isimli gemi ile Mersin Limanına gelmiş (06.06.2012, 03.09.2012 ve 28.02.2013 tarihlerinde gümrük işlemleri yapılarak) yurda sokulmuştur. Bir bölümü ise 27.02.2013 günü Universal Durban isimli gemi ile gelmiş ve 11.03.2013 tarihli izin yurda sokulmuştur. Gümrük belgeleri ile Göre Tarım firması yöneticisinin beyanına göre bu iki yükleme de ABD’deki ADM RICE firmasından yüklenmiştir. Firma yetkilisi B. F. İfadesinde bu ürünlerin ABD’den başka hiçbir ülkeden pirinç almadıklarını ve bu ürününde ABD’de de üretilip ARKANSAS Eyaletinden geldiğini bildirmiştir. Dahası bu ürünün türünün sadece ABD’de yetişen JÜPİTER türü PİRİNÇ olduğunu B.F.’nin ifadesi olarak tutanaklara geçmiştir.
Görüleceği üzere 3 firmaya ait ürünün 2’si ABD’de 1’i ise RUSYA menşelidir. Afrika ve Çin değildir. B.F. ifadesinde ürünleri temin için ADM RICE firmasının Ortadoğu ve Uzakdoğu sorumlusu Todd Brit adlı kişi temasta olduğunu belirtmiştir. Buradaki sadece kişinin görev alanından dolayı Çin ve Afrika bağlantısı kuruluyor ise buda ABD’yi aklamaz.
NELER TESPİT EDİLMİŞ?
Mersin Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü’nün 08.01.2013 tarihli Memişolu/Tat, 09.04.2013 tarihli Tiryak Agro ve 09.04.2013 tarihli Göze Tarım firmaları ile ilgili Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazdığı fezleke incelendiğinde;
Gıda Tarım ve hayvancılık Bakanlığı’nca
a)    GDO’lu pirinç, soya ve mısırların bir bölümüne hiç GDO analizi yapılmadan yurda giriş izni verildiği,
b)   Bir bölümü hakkında GDO’lu olduğuna dair laboratuar bulgusu olduğu ve şahit numunelerin alınıp GDO’suz raporu düzenlenerek yurda girişine izin verildiği,
c)    Bakanlık görevlilerinin ABD Menşeli çeltiklerin sadece yüzde 50’si için GDO analizi yapıldığının itiraf edildiği,
d)   Ürünlerden bir bölümünün farklı GTİP beyanıyla yurda sokulup vergi kaçırıldığı,
e)    Bir kısmının gümrük işlemi yapılmadan yurda giriş yaptığı,
f)    Ürünlerin önemli bir kısmının iç piyasaya verildiği,
g)    Bir kısmının işlenip Libya’ya gönderileceği,
h)   ‘GDO’ludur’ sonucunun değiştirilmesi için 20 bin dolarlık bir görüşme yapıldığı iddiası,
i)     Bu hacimli bir dış ticaret yapan dev firma yetkilisinin evraklarda adı geçen ve analizlerden sorumlu Gıda Kontrol Genel Müdür Yardımcısının adını hiç duymadığını ve Ankara’ya gittiğinde ‘GDO işinden kim anlar’ diye sorduğunda adını duyduğu gibi ilginç bir beyanı,
j)     Pirinçlerin bir bölümünün kavuzlu, bir bölümünün kabuklu, bir bölümünün işlenmiş, bir bölümünün kırık olduğu,
k)   Bulaşma ihtimalini ortadan kaldırmak için depoların her işlemden sonra temizlenip steril hâle getirildiği,
l)     Numune alımı konusunda Mersin Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü’nün hafta sonu olduğu gerekçesiyle memur görevlendirmekten imtina ettiğini,
m) Alınanın numunelere konu ile alakası olmayan hukuksuz bir gerekçe gösterildiği,
n)   ABD’den gelen pirinçlerle ilgili belgelerin hep EUROFINS-GENESCAN isimli Laboratuarca düzenlendiği,
o)   Gemilerde daha önce GDO’lu Soya ve Mısır taşımış gemilerde ve bu pirinçlerin depolandığı depolarda saklanan bu ürünlerden bulaşmış olabileceğinin iddia edildiği,
p)   Ancak daha önce bu ürünlerin depolandığı yerlerde bulunan TORUNLAR GIDA’ya ait soya ile ABALIOĞLU A.Ş.’ye ait mısırın Mersin Tarım İl Müdürlüğü’nce GDO analizi yapılmadan yurda sokulmasına izin verildiği,
q)   Soruşturma sürecinde yapılan incelemede TORUNLAR firmasının ithal ettiği soyaların ABD’li Eurofins firmasının analizlerinde Monsanto firmasına ait olan GDO’lu tohumlardan elde edildiği ve %76 MON-4032-6, %23 MON89788 VE %0,1 A2704-12 tespit edildiği,
r)     Yine bu ABALIOĞLU firmasının ithal ettiği mısırların Monsanto firmasına ait olan GDO’lu tohumlardan elde edildiği ve aynı şekilde %76 MON-4032-6, %23 MON89788 VE %0,1 A2704-12 tespit edildiği bunlarında söz konusu pirinçlerde 35S Promoter ve NOS Terminatör genleri bulunduğundan bulaşmanın söz konusu olamayacağı,
s)    TORUNLAR GIDA’ya ait GDO’lu soya ile ABALIOĞLU A.Ş.’ye ait GDO’lu mısırların analizsiz yurda girişine izin verildiği,
t)     Mersin MRL ve STA Laboratuarında tespit edilen 35S+NOS genlerinin hem TÜBİTAK MAM’da yapılan analiz hem de İTÜ’de yapılan analizlerde de aynılarının tespit edildiği,
u)   Bulaşmanın söz konusu olmadığı hatta imkansız olduğu,
v)   Laboratuarların “UYGUN DEĞİL” raporuna rağmen Bakanlık kendi analizlerini gerekçe göstererek yurda giriş izni verdiği,
w) ABD tarafından yapılan açıklamada “ABD’de GDO’lu pirinç üretilmediği” şeklinde olmayıp bilakis 27.12.2012 tarihli yazıda “Amerika’da GDO’lu ORTA TANELİ pirinç olmadığı”nın iddia edildiği,
x)   Sürece bazı kamu görevlilerinin de adlarının karıştığı,
y)   STA ve MRL Laboratuarlarının analizlerinde GDO ve pestisit tespit edilen firmalara yönelik, Mersin İl Gıda tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nden bu konuda belge düzenlenmeden, itiraz dilekçesi yazdırıldığı,
z)    Bu tür “Biyo Terör” hadiseleriyle ilgili Mersin İl Gıda tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nün 28.12.2012 tarih ve 81-224 sayılı yazıda, Bakanlıklarınca da bu konuyla ilgili düzenlemelerin devam ettiği, bu bulaşmaların yüzeysel olduğu, ürünün genetik yapısının değiştirmediği, sadece analiz sonuçlarında GDO içeren maddelerin varlığını ortaya koyduğunu belirttikleri tespit edilmiş.
Elbette fezlekeler sadece bu tespitlerden ibaret değil. Dikkatle incelendiğinde çok daha fazla ayrıntı ve karmaşık ilişkiler yumağı görülecektir. Bu nedenle de ilgili fezlekelerin ayrıntılı olarak okunmasını öneriyoruz.
ANALİZLER HATALI OLABİLİR Mİ?
Söz konusu olaylarla ilgili numuneleri MRL, STA, TÜBİAT MAM, İTÜ ve Bakanlığın Laboratuarları olmak üzere 5 ayrı laboratuarın analiz yaptığını görüyoruz. Tüm laboratuarların TÜRKAK (AB-0381-T) akreditasyonu var.
Bunlardan MRL, STA, TÜBİAT MAM, İTÜ ile Bakanlığın İzmir Laboratuarı söz konusu ürünlerde 35S+NOS genlerini tespit ederken, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın Mersin ve Ankara Laboratuarlarının tespit edememesi ilginç değil mi? Ekipman mı yetersiz, yöntemleri mi hatalı ya da karartma mı var?
SİLOLARDAN BULAŞABİLİR Mİ?
Memişoğlu/Tat firmasının fezlekesinde ürünlerini depolayan Ceynak Antreposu yetkilisi şunları söylüyor: “Silolarımız depolanan ürünün bitimi takiben, yeni müşterinin gelişi beklenmeden tüm temizliği yapılır. Müşteriye tahsis edilen silolar ürün girişinden önce firmamız ve kiralayan firma yetkililerince kontrol edilir. Memişoğlu firması yetkilileri ve yöneticileri çeltik ürününün depolanmasından önce siloları bizzat inceleyip temizliğini onayladıktan sonra ürünlerinin girişi başladı” Demek ki siloda bulaşma söz konusu olamaz. Gemide bulaşabilir mi? Mümkün olduğu farzedilse dahi, on binlerce ton ürünün tamamına GDO bulaşacak kadar gemide soya ve mısır mı kalmaktadır? Kenarlara bulaştığını düşünsek peki ortaya nasıl bulaşıyor?
BULAŞMA MÜMKÜN MÜ?
Hem TÜBİAT MAM, hem de İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), belgelerinde bulaşma ihtimaline karşı ürün dışındaki bulaşmaları uzaklaştırmak için, numuneler analiz öncesi steril deiyonize su ile 2 defa yıkandığını belirtmektedir. TÜBİTAK Analizinde ise numunedeki eser miktardaki diğer bitkilerin ayrıştırılarak sadece çeltiğin (pirincin) analiz edildiği not edilmiştir.
Bulaşma varsa kendi geninden olması gerekmez mi? Kaldı ki Mehdi Eker’in ifade ettiği gibi bir bulaşma söz konusu olsa idi, bulunan genleri bulaştığı iddia edilen soya ve mısıra ait genler olması gerekirdi. Oysa bu iki türe ait genler analizlerde bulunmamıştır.
BU TELAŞ NİYE?
Birbirinden bağımsız bu laboratuarların hepsi adı geçen firmalar hakkında ittifakla muvazaalı bir işlem yapması düşünülemeyeceğine göre, bu ürünlerin GDO’suz olduğu iddiasıyla yurda girişine izin veren Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı suçüstü olmuş olmuyor mu? Bakanın açıklamaları bunu desteklemiyor mu? Kaldı ki Bakanlığı ülkemizdeki gıda konularındaki her türlü olayın üstünü örterek sürekli olarak toplumu teskin edip, şirketleri aklaması bunun en güçlü delili değil midir?
8-10 aydır hiçbir firmayı teşhir etmeyen Bakanlığın bu haberin yayınlanmasının müteakiben birkaç basit mandıranın ürün çeşitleri farklı firmalar gibi sıralayıp teşhir etmesi neyin telaşı acaba?
Son aylarda dünyanın en sıkı gıda işlemlerinin uygulandığına inanılan AB ülkeleri, İngiltere, Almanya, Hollanda, Fransa gibi ülkeler başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde skandalların ardı arkası kesilmezken Türkiye’de hiçbir skandal görülmemesi acayip bir hâl değil mi? Acaba Türkiye’de yaşan insanlar ülkesinde gıda ve gıda politikalarına güveniyor mu?
KANUNDA DEĞİŞİKLİK Mİ?
Sadece bir bölümü belgelenen biyoterörü operasyonunun bir daha tekerrür etmemesi için yakın bir zamanda (yani konu gündemden düştükten sonra) bir gece yarısı düzenlemesi ile Biyo Güvenlik Kanunu’nda değişiklik yapılarak, bu tür işlemler “kaçınılmaz bulaşma” sayılacak mıdır?
NBŞ kotası dünya ortalamasının on katına çıkaran ‘yeni Şeker Kanunu Tasarısı’ da aslında bunun işaretlerini vermiyor mu?
Eldeki resmi bulgu ve beyanlar ile Ankara’daki hazırlıklar böyle olduğunu gösteriyor. Peki, ekmek konusunda çıkış yapan Sayın Başbakan Erdoğan bu girişime izin verir mi? Bunu zaman gösterecek ve bekleyip göreceğiz. Temennimiz olmaması veya olması durumunda Sayın Başbakan’ın engel olmasıdır.
BU BİR İLK Mİ: 6 bin 600 TON GDO’LU ÜRÜNE NE OLDU?
2011 yılı Temmuz başında Bursa Kaçakçılık İstihbarat ve Narkotik Gümrük Muhafaza Müdürlüğü ekipleri, Ukrayna`dan Türkiye`ye gelen "Osama" ve "Volgabolt" isimli gemilere operasyon düzenlemiş ve 6 bin 600 ton mısır ele geçirilmişti. Ekipler, gemiden aldıkları numune mısırları GDO analizi için TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi`ne göndermişti. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi`nde yapılan analizlerde mısırların GDO’lu olduğu tespit edilmişti, 6 bin 600 ton mısıra el konulmuş ve 14 kişi de gözaltına alınmıştı.
Daha da ilginç olan Balıkesir Tarım Müdürlüğünde görevli 2 kişinin bu ürünlere “GDO’suzdur” raporu düzenledikleri için gözaltına alınmıştı. Anadolu Ajansı’nın bu haberinde sonra bu olay nasıl sonuçlandı acaba? Bu kişiler tutuklandı mı? Yoksa kapandı mı? Neden Tarım Bakanlığı’nın adı bu olayda da geçti ve Bakanlık bu konuda ne yaptı? Sonuçları neden kamuoyuna açıklanmadı?
BU SON OLUR MU?
Bu iki olayda Gümrük Teşkilatı’nın ve Polis Teşkilatının ilgili birimlerinin toplum sağlığı konusunda en azında GDO konusunda hassas olduğu ve gelen ihbarları değerlendirdiğini görüyoruz. Oysa aynı Gümrük Bakanlığı’nın et konusunda ciddi ihbarları görmezlikten gelmiş, Gıda Hareketi’nin 2011’de yazdığı yazıları İlgili Bakanlığa iletip uyarmakla yetinmişti.
Bu tür ‘terör’ faaliyetleri hiçbir zaman son bulmayacaktır. Özellikle Türkiye gibi müeyyidelerinin yetersiz olduğu, imrendiği için baklavanın tadına bakan çocuklara 15 yıl, on binlerce ton ölümcül ürün getiren ve piyasaya sürenlerin bazı kamu makamlarınca korunduğu ve sadece 5 yılla yargılandığı bir ülkede “adalet”ten söz edilebilir mi?
Dileriz ki bu tür terör faaliyetlerinde kamu görevlilerinin adları geçmez, kolaylaştırıcı rol üstlenmezler, Hükümet ve TBMM daha adil düzenlemeler için gerekli adımları atarlar?
TOPLUM SAĞLIĞI MI, ŞİRKET ÇIKARI MI?
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi olarak onlarca defa, modern devletlerin insan değil ekonomi odaklı çalıştıklarını beyan ettik. Ne yazık ki ülkemizde hâlen bu kapsamda bir ülkedir. Devlet organları içlerindeki çürükleri el birliği ile ayıklamak yerine kamplara bölünmüşlerdir.
GDO gibi gayri insanı vahşi bir uygulama için bu ülkenin öde gelen yöneticileri “Biyogüvenlik Kanunu ile bu ülkede GDO yasaklanmıştır” demişlerdir. Ancak hiçbir bağlayıcılığı olmayan Biyogüvenlik Kurulu ise GDO’lu ürünleri aklama makinesi gibi çalışmış ve birçok GDO’lu ürün yemlik adıyla ülkemize girmiştir. Biz biliyoruz ki ülkemiz raflarını süsleyen et, süt, yumurtadan köfteye, ekmekten çikolataya varana dek sayısız üründe GDO ve sözde bulaşanları mevcuttur. GDO’lu katkı maddeleri, mayalar ülkemizde cirit atmaktadır. Toplum sadece soya, kanola, pirinç ve pamuğa kilitlenerek diğerleri gözlerimizden kaçırılmaktadır.
Fıtratı bozanlar, aynı zamanda neyin GDO sayılacağını neyin sayılmayacağını da belirtenlerdir. Dahası bu tespit cihazlarını üretenler de onlardır. Ömründe hiç maç yapmayanla ağır sıklet boksörü aynı ringe alıp maç yaptırmak olan bu vahşi emperyalist oyuna karşı insanlık vicdanının harekete geçmesi şarttır.
Bu vicdan kendi nefsi için gayret etmese bile geleceği, canından çok sevdiği çocuk ve torunlarının geleceği ve dahi onlara hayatı boyunca hizmet eden çevrenin dolayısıyla yaşamın ana kaynağı tohumun korunması için harekete geçmek zorundadır. Hem de hemen şimdi!
DÜNYADA GDO’LU PİRİNÇ EKİLMİYOR MU?
Dünya Tarım Örgütü (FAO)’ne göre dünyada en yaygın tarımı yapılan 5 ürün, şeker kamışı, mısır, buğday, patates ve pirinçtir. Pirinç ise son 20-30 yılda en çok yatırım yapılan üründür. 100 binden fazla türü bilinen pirinç genetik yapısını değiştirmek konusunda üzerinde en çok çalışılan ürünlerden biridir.
New York Times’ın haberine göre 2000 yılında ABD’de pirinçlere LibertyLink (LL601 ve LL602) kodlu iki değişiklik yapılmıştır. Bu tohumlar önce ABD, sonra da Kanada, Avustralya, Meksika ve Kolombiya'da onaylanmıştır. Bu işlem ABD’nin pirinç üretiminin yüzde 30’u ve 11.000 çiftçi etkilenmiştir. Halen Japonya ve Rusya’da ABD’den pirinç ithali yasaktır. AB’de ise sınırlama getirmiştir. Bizde ise her şey ardına kadar açık! ‘Gel ne olursan ol gel’, sadece ‘Şeb-i Arus’ törenleri için değil, Türkiye gıda politikaları içinde de geçerli.
2009’da Reuters haber ajansı Çin’in GDO’lu pirinç üretimi yaptığını duyurmuştu. GDO’lu pirinç ekimi sonucu oluşan kirlenme nedeniyle Haziran 2011’de Bayer firması Arkansas, Louisiana, Mississippi, Missouri ve Texas eyaletlerindeki çiftçilere 750 milyon dolar ödemeyi kabul etmiştir.
GDO’lu pirinç üretiminin yaygın olmadığını iddia eden ve de ‘Altın Pirinç’ masalı, bu masal için kurulan örgütler ve harcanan yüz milyonlarca doları görmezlikten gelen ‘Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü’ (irri.org) Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Fransa, Hindistan, Endonezya, İtalya, İran, Japonya, Meksika, Filipinler, İspanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde GDO’lu pirinç çalışmasını yürütüldüğünü ve ekimlerinde yapıldığını kabul ediyor. Son çalışmanın ise Bangladeş ve Güney Kore yürütüldüğünü belirtiyor.
Bilim ve Teknik Dergisi'nin Ağustos 2009, sayı 501, s35’de "Bu­gün dünyada GDO'lu ürünlerden mısır, soya, domates ve pirinç gibi bitki türleri, insanların doğrudan tüketimine su­nulmuş durumda” denilip şu ekleniyor: “Ayrıca, ilaç ve gıda bileşeni olarak genetiği değiştirilmiş organizmalarca üretilen çeşitli enzim, tatlandırıcı, şeker, koruyucu, vitamin ve diğer içerikler de endüstriyel dü­zeyde üretilip tüketime sunulmakta. Çoğunun üretim onayı ve ticari izni olmayan fakat hâlihazırda genetiği değiştirilmiş bulunan bitkisel ürünlerden bazıları şöyle: Elma, soya, mısır, pirinç, buğday, kaba yonca, avakado, muz, havuç, lahana, kiraz, nohut, turunçgiller, kakao, kahve, pamuk, üzüm, keten tohumu, salatalık, kivi, mercimek, marul, kavun, karpuz, hardal, zeytin, soğan, patates, şeker pancarı, şeker kamışı, çilek ve kabak."
Ölüm Tohumları kitabının yazarı William Engdahl'ın pirinç konusunda şunları söylüyor: "Asya ülkelerinde 2,4 milyar insanın geçim kaynağı olan pirinci ele geçirmek için Rockefeller Vakfı propagandacıları A vitamini eksikliğinin, gelişmekte olan ülkelerdeki yeni doğan bebekler­de körlüğün ve ölümlerin önemli bir nedeni olduğunu iddia ettiler. BM istatistikleri dünya çapında 100 ila 140 milyon ço­cukta A vitamini eksikliği bulunduğunu, bunların arasında 250 bin ila 500 bininin kör olduğunu gösterdi. Bu senaryo genetik olarak değiştirilmiş yeni ve aynı zamanda tartışmalı bitki ve tahılların kabul görmesini sağlamak için kullanılan en çekici, en duygusal insanî(!) hikâye idi. Senaryo her ne kadar kuyruklu yalanlara ve kasıtlı aldatmaya dayanıyordu ise de, altın pirinç genetik mühendisliğin verdiği sözün simgesi ve sözde kanıtı haline geldi."
Gıdalar Ambalajlar Silahlar ve Açlar eserinin yazarı Mebruke Bayram ise; Bölgedeki eksik beslenmeden kaynaklanan A vitamini eksikliğini gidereceği, ölüm ve körlüğe çözüm olacağı iddiasıyla pazarlanan bu genetik yapısı değiştirilmiş pirinçler, Rockefeller tarafından üretilip tükettirilir. Projenin iddia et­tiği çözümleri sunmadığı gibi, birçok başka soruna da neden olduğunun ortaya çıkması üzerine, Rockefeller Vakfı Başkanı daha sonra bu pirincin iddia edilen özelliklerinin olmadığını itiraf etmek zorunda kalır. Bölgede insanlar, normalde günde 300 gr pirinç tüketirken 4 kişilik bir ailenin, A vitamini eksik­liğini gidermesi için, günde kişi başına ortalama 9 kg GDO'lu altın pirinç tüketmesi gerektiğini aktarıyor.
DÜNYA GDO’LU TARIM HACMİ NE KADAR?
Dünya Tarım Örgütü FAO’nün 2011 verilerine göre GDO'lu ürünlerin uluslararası ticarete konu olması 1990'da başlanmıştır. GDO'lu ürünlerin resmi olarak beyan edilen rakamı 2011 sonu itibariyle 29 ülkede 160 milyon hektardır. FAO’nun tahminine göre bu oran 2015 yılına kadar 40'tan fazla ülkeye ve en az 20 milyon çiftçiye ulaşacak. Ekim alanı ise 200 milyon hektarı aşması bekleniyor. Bu verilerin resmi beyanları içerdiği ve daha fazla olabileceği ihtimalinin gözardı edilmemesi gerekiyor.
Gıda Hareketi Başkanı Kemal Özer’in Deccal Tabakta adlı eserinde ise pirinç trajedisi şöyle aktarılıyor: Halen insanların en çok tükettiği gıdalardan biri olan pirincin Asya'da tam yüz kırk bin çeşidi vardı. Rockefel­ler ve Ford Vakıflarının başlattığı Uluslararası Pirinç Biyo-teknolojisi Programı (IPRB) aracılığıyla dünyanın pirinç kay­nakları bu merkezin laboratuarlarına toplandı. Filipinler'de aynı amaçla kurulan Filipin Uluslararası Pirinç Araştırmaları Enstitüsü'nde, halen maaşları Rockefeller Vakfı'nca karşılanan 5 bin uzman görev yapmakta. Bu 'görevli'ler, Uzakdoğu'daki beslenme kaynaklı A vitamini eksikliğini, pirinç üzerinde yapacakları değişiklikle giderecekleri iddiasıyla pirinç türleri üzerinde çalışma başlattılar. Bu iş için toplamda yarım trilyon dolar para harcanarak, pirinç türlerinin sonu getirildi. Binlerce yıldır ekilen tüm pirinç türleri ortadan kaldırılarak, pirinç türü sayısı altıya kadar düşürüldü ve bütün bu çalışmalar yapılırken Dünya Bankası'nın gücü kullanıldı.
Dünya Ticaret Örgütü'nün, Fikri Mülkiyet Hakları Prog­ramı sayesinde ise pirinçlerin patent hakları şirketlerin mül­kiyetine geçirildi. Bu süreçte yasmin pirinci 'jasmati', basmati pirinci ise 'texmati' adıyla ABD'li Ricetec şirketince tescillendi. O güne kadar tarlasından hasat ettiği üründen ayır­dığı tohumun bir şirketin mülküne geçirildiğinden habersiz çiftçilerin, bu tescilli pirinçleri izinsiz ektikleri iddiasıyla ba­zen ürünleri, bazen de tarlaları ellerinden alındı. Özellikle Hindistan'da pirinç ekmekten başka seçeneği olmayan çift­çiler, ağır müeyyideler içeren sözleşmelerle, ambarlarındaki tohumu yeniden satın alarak ekmek gibi bir çaresizlikle karşı karşıya kaldılar.
1998 yılında, Dünya Bankası'nın yapısal uyum politi­kaları Hindistan'ın tohum sektörünü; Cargill, Monsanto ve Syngenta gibi küresel şirketlere açmaya zorladı. Çiftliklerin saklanabilen tabiî tohumları, gübre ve böcek ilacı gerektiren ve de saklanılamayan şirket tohumları ile değiştirildi. Patent belgesinin yanı sıra, tohumların yenilenemezlik özellikleri ile birlikte işlenmesi ve saklanmasını önlediler. Bu nedenlerle yoksul çiftçiler, her sene ekim mevsiminde tohum almak zo­runda kaldı.
Tohum tekelleri, yeni küresel düzen sayesinde hayata ha­yat veren çiftçilerin ellerinden tohumu almakla kalmayıp, bu çiftçileri hayattan da koparıyor. Bu yeni modelle tohumda mülkiyet el değiştirmiş oluyor. Çiftçi ise tohumdan sonra va­atlerin hiçbirinin gerçekleşmemesi ve artan üretim maliyetleri, tarlalardaki gen kaçışları gibi nedenlerle ve yaşadıkları davalar yüzünden borç sarmalı içine alınıyor. Artık ödenemez hâle ge­len borçlar nedeniyle, özellikle Hindistan'da çiftçiler, böbrek­lerini satmaya, hatta intihar etmeye mecbur kalıyorlar. 1997 yılı, Hindistan'da çok sayıda çiftçi intiharlarına şahit oldu. Çiftçilerin hayatlarına son vermesinin kökeninde borçlanma­daki hızlı artış yatıyor. Bu süreçte Hindistan'da 200 bin çiftçi intihar etti Hindistan'ın tohum dramını ele alan Newswe­ek Türkiye ise bu trajik durumu sayfalarına şu sözlerle taşıdı: "Hindistan'da 2002-2007 arasında her 30 dakikada bir intihar eden çiftçiler arasına böyle katıldı. Belki onun da intiharı diğerleri gibi resmi kayıtlarda 'dayanılmaz karın ağrısı nedeniyle intihar' olarak göründü. Öte yandan Eylül 2006da bu bölgede altı saatte bir, bir çiftçi kendini öldürdü. Yine geçen ay 1.500 çiftçinin inti­har ettiği Chattisgarhda da yerel pirincin yerini laboratuvar to­humları alınca daha fazla sulama yapmak gerekmiş, fakat ihtiyaç duyulan su sağlanamamıştı. "
Görüleceği üzere insan, tohumunu kaybedince hayatını da kaybetmeye başlıyor. Bütün bunlar küresel bir açlık nedeniyle değil; GDO ve hibrit tohumlar, bir yandan küresel şirketlerin açlığını gidermek diğer yandan çoğunluğu Siyonist ve Evan­gelist düşünceye sahip örgütlerin dünyayı yönetme arzularını gerçekleştirmek ve kurulan düzenin devamını sağlamak için bir araç olarak kullanılıyor. Bugüne kadar evrende insan ha­riç bütün varlıklar fıtrî görevlerini sürdürürken sadece insan, aklı ile fıtrî görevinin ve doğal işleyişin sınırlarını çiğniyor. Bu da onun irade ve aklını doğru işlerde kullanıp kullanmayacağı konusundaki imtihan edilme özelliğinden kaynaklanıyor. Ma­alesef o insan, fıtratı değiştirerek, şeytanlaşma eyleminde hep başrolde oynuyor. Ve yine görülüyor ki o, hep ziyanda!
PEKİ, SONUÇ NE OLACAK?
İlk olmasa da Türkiye’nin en büyük “Biyo terör” operasyonuna imza atan Mersin Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü ve Mersin yargısının adımları her türlü takdirin üzerindedir.
Büyük ekonomik güce sahip olan ve arkalarına ülkenin bir Bakanlığını dâhi almış oldukları görünen bu firmalara yönelik tutuklamanın yapılması bile başlı başına bir başarıdır. Bu konuda objektif analiz yapan TÜBİTAK-MAM ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)’nin çalışması da her türlü takdirin üzerindedir. Elbette yargı süreci deva edecek ve adı geçen kişiler masum iseler aklanacak, suçlu iseler cezalandırılacaklar. Belki bu süreç bir süre bazı işlemlerin özellikle de Mersin’den yapılması engellenecek ya da gecikecek.
Ama gerçekte bu ürünler GDO ise ve halka yedirilmiş ise bunun vebalini kim nasıl ödeyecek? Buna izin veren veya göz yumanların vicdanı sızlayacak mı?
Elbette topluma da büyük görev düşüyor. Bu konuda daha tedbirli olmalı ve sesini yükseltmelidir. Sayın Başbakan son ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında halkın istemediği hiçbir işi yapmayacaklarını bildirdiler. O halde halk da GDO belasını istemediğini artık daha yüksek sesle haykırmalıdır. İthal hiçbir pirinci yememelidir. Mesela en azından bu süreçte bulguru tercih ederek gerekli dersi vermelidir.
AÇIKLAMA: Adı geçen firma ve şahışların kendileri hakkındaki iddialarla ilgili açıklamalarını yazılı bildirmeleri haline burada yayınlanacaktı

17 Nisan 2013 Çarşamba

MONSANTO VE BALKONU ÖZLEYEN PEMBECİKLER

Öyle minicik ve kırılganlar ki hala salonda hayata tutunma mücadelesi veriyorlar.Balkonun hemen yanında ama camın ardında pembe hanımlarım...Balkonsa aldı başını gidiyor!Yasemin ve limon begonville yaprak yarışında.Hanımelim bu sene biraz keyifsiz sanki ama azıcık yanmış doğal gübre ile ne mucizeler oluyor!Kırmızı laleler dökülmeye başlarken pembeyse yeni yeni çıkıyor.
Tabi bir de malesef kilitli olanlar varmış Mısır  Çarsısından geçen sene aldığım ve canımı çok ama çok sıkan!Tüm sene özenle sakla,mevsiminde dik ve sonuç üç tane anlamsız yaprak,ya hiç çiçek yok yada o dolu dolu sümbüller yerine üç kılkuyruk acaip formlu kokmayan anlamsız yaratıklar ve onca emek,para kaybı...Oysa geçen sene alıp ilk diktiğimde tıpkı tezgahtaki resimleri gibi normalin üzerinde iri ve sağlıklı idiler! Nasıl geldim bu tezgaha ben ona yanıyorum!
Neden herkes bir ev sahibi olayım ister???Kim yaşamı boyunca her ay tonlarca kira ödemek ister.Bir kere alıp,ömür boyu kullanacağın bir ev varken mecbur değilsen niye hayat boyu kira ödenir elin adamına?Kim fakirleşmek ister,elin adamının iki dudağının arasından çıkacak bir lafa çoluğunun çocuğunun geleceğini bağımlı kılar?Ya ev sahibi çıkın derse ,ya satarsa yıllarca ailecek oturduğunuz evim sandığınız evini?
Hangi devlet baba/ana evladı vatandaşlarının tüm geleceğini Monsanto vb çok bilmiş kaprisli tekelcilerin avucuna bırakabilir?Hangi çiftçi her ay kira öder gibi,tıkır tıkır,onca zorlukla kazandığı parayı tohumları kilitleyip patentliyenlerin avucuna bırakmak ister???Tarlasını bile kaybederek elleri kolları tamamen bağlanmış,kapitalizmin ezici çarklarına teslim edilir biçare bilge tarım emekçileri???Kim kime niye teslim eder???Neden kısır tohumlar piyada ısrarla satılmak istenir???GDO dayatılır da dayatılır!!!
İki sap sümbül de olsa,bir dal lale de benim canım acıyor dostlar...
Neden tonlarca  GDO'lu buğday veya soya veya pirinç veya pamuk bazılarını hiiiiiç acıtmıyor???
Çok çalışıyorum ve bu koca şehirde yorgunluğumu atıp huzur bulduğum en önemli yer evim ve balkonum.
Bu sabah balkona çıktığımda müdahale sonucu kısırlaştırılmış güya lale yada sümbül olacak hilkat garibelerini görünce yine moralim bozuldu,aptallığıma yandım,açgözlülüğüme kızdım...Bu gelecek nesilleri olmayan garibanlarla yaşamaya zorlana insanoğlunun gelecek nesinlerini düşününce hüzünlenmemek elde mi?Onlar da yavaş yavaş her anlamda kısırlaştırılmıyorlar mı???
Bu dipsiz kuyu depresif düşüncelerden,gamlı baykuş edamdan biran sıyrılıp,müdahale edilmemiş pespembe açmaya hazırlanan laleme bakıp ümitle gülümsedim.
Üç sene önce küçücük bir saksıda aldığım papatyanın bu şubat ayında bomboş duran saksısından tekrar yeşerip o kara toprağı bir anda yemyeşil kaplaması bir mucize ama sıçradığı üç saksıdan da bana pırıl pırıl gülümseyen yavrularına bakabilmek mucizenin asıl adı!Sarı beyaz dört saksı papatya ile gözgöze geldiğim an kahkahayı bastım :)Hayata müdahale etmek mi???O bildiğini hep okudu ve okuyor...Biz insanoğluna rağmen!!!
Döndüm camın ardında bana kollarını açıp sevgiyle kucaklayan pembiş kızlarıma uzun uzun keyifle baktım.
Evet ben de bir çoğumuz gibi çok çalışıyorum ve bu balkon,bu güzelim papatyalar ve gelecek nesillere güvenle bırakabileceğim kilitlenmemiş pembe tohumlar  ve lezzetli pembe domatesler benim hakkım.
HEPİMİZİN HAKKI!
PDA iyi ki varsın,iyi ki varız dostlar.
Son gülenin biz olmamız için çok çalışmamız lazım çooooook :)
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

20 Mart 2013 Çarşamba

PEMBE MART RAPORU

Pembe hanımlardan biraz haber versem iyi olacak:)
Üçüncü parti ektiğim tohumlar da filizlendi ve şaşırtıldılar!Bu yıl ihtiyacımdan çok daha fazlasını çimlendirip fide haline getireceğim için salon mini bir sera kıvamında...İnşallah hepsi hayata tutunur,ben de fide arayan birkaç PDA üyemize faydalı olurum.
Balkona ektiğim tohumlardan ise hala bir ses yok,bu ne kış uykusu imiş yahu!Evvelki gece oldukça güçlü bir don vardı...Acaba bir daha tekrarlar mı?İlk parti leylekler de memleketlerine vardılar ya benden mutlusu yok...Bahar ufaktan ufaktan kapımızı tıklatmakta.Yaseminin minicik patlayan tomurcukları bir anda beni yine balkondaki hamak sefalarıma uçuruverdi...Elimde güzel bir kitap,yasemin,hanımeli ve limon çiçeklerinin kokusuna bu sene mavi servilerim ve bıdık bir ardıç ta eklenmiş halde keyif yapıyorum...İyice boylanmış pembe kızlarım sarı sarı çiçekleri ile bu koku cümbüşünde en ön sırada!Kim inanır İstanbul'un orta yerinde olduğuma,bazen ben bile unutuyorum yemyeşil bir kale gibi beni sarıp sarmalayan onca çiçeğin yaprağın arasında!
Bitkilerin varlıkları bile şifa...
İlk nergis evvelki gün açtı,beş güne kalmaz mor ve pembe sümbüllerim ve ardından da laleler...
Çuha çiçekleri rengarenk,servilerin ve ardıcımın dibinde nasıl harika kokuyorlar.
Evet canım çıkıyor onca ağır saksıyı toprağı taşımak ama ben hiiiiç şikayetçi değilim.Emeğimin karşılığı tarifsiz bir keyifle bana dönüyor her seferinde ve ben de felekten bir gün çalar gibi,şehir hayatından eşşsiz anlar çalıyorum güzel balkonumun sayesinde!
Limonum altına ektiğim hercai menekşelere bir sümüklü böcek dadandı üç gündür.Ona bile kızamıyorum.Bana yazın taaa balkonuma kadar gelecek arıları anımsatıyor.Biraz bira ile semtime bir daha uğramayacak biliyorum ama ne yapayım kıyamıyorum...Ama sabahın köründe yakalarsam kendilerini,uzun bir asansör yolculuğundan sonra bahçede ki çiçeklere havale etme niyetindeyim itiraf ediyorum :)
Kotiledon yapraklarının arasından üçüncü yapraklarını çıkaran pembelerin gövdeleri de o bebek cılızlığını yitirip dolgunlaşmaya başladı.Tabi onlar Şubat ortası ilk ekilen ablaları,darısı bu çelimsiz son ekilen bıcırların da başına!
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

15 Mart 2013 Cuma

TABİAT KANUNU


İçinde bir parçası olarak yaşadığımız tabiat zaten kendi kanunlarını baştan yazmış ve bugüne dek gelmiş. Biz insanoğluna da O yaşama izni vermiş.
Şimdi biz kim olduğumuzu unutmuş,o sonsuz güce kendimizce yeni kurallar getirip kontrol altına alma çabasına giriyoruz.
Beyhude kelimesi ne güzel açıklıyor olan biteni...
Biz doğayı umursamazsak,o bizi hiç umursamaz...Kaybeden kim olur bu durumda...1852,İrlanda,bir milyon insan niye öldü???Birkaç farklı çeşit patates yani ""biyoçeşitlilik"" olsa idi insancıklar açlıktan ölmeyecekti.Ne yazık ki çözüm bu kadar basitti ve eğer ders alırsak ne mutlu ki çözüm bu kadar basit!
PDA olarak onca çabamız niye????Mini minnacık bir domates tohumu milyonların hayatına bedel ve hala global şirketler yaşamı patent altına alabileceklerini sanıyorlar.
Bu nasıl bir bencilliktir!!!
Yaşamın alternatifi ölümdür...
Ölüme yatırım yapan bir yasa olabilir mi!!!
Çiftçi-Sen konuyu çok iyi açıklamış.
Hala neyi anlamamak için diretiliyor???
Bu yazıyı sıkılmadan sonuna kadar sindire sindire okuyun lütfen.
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

http://www.karasaban.net/ciftci-senden-vekillere-tabiat-kanunu-taslagi-endise-vericidir/
Çiftçi-Sen “Tabiat Kanunu” olarak bilinen ve şu an meclis gündeminde bulunan  “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı” hakkında görüşlerini birer mektupla Milletvekillerine iletti.
Mektup mevcut tasarıya ilişkin Çiftçi-Sen’in eleştirilerini dile getiriyor:
Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 17 Mayıs 2012 tarihinde TBMM’ne sevk edilen “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı” hakkında Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu olarak bazı kaygılarımızı ve görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istedik.
İlkönce Türkiye’nin biyoçeşitlilikle ilgili bilgilerini sonra da kaygı ve görüşlerimizi izninizle aktarıyoruz.
Türkiye’nin biyoçeşitlilik durumu:
1. Dünyada tanımlanmış 34 adet olağandışı zenginlikte biyoçeşitliliğe sahip özel bölge vardır. Türkiye topraklarının neredeyse tamamı bu tip 3 ayrı özel biyoçeşitlilik bölgesince kapsanmaktadır (İran-Anadolu, Kafkas, Akdeniz). Bu dünyada eşine rastlanmayacak ölçüde nadir bir durumdur. Özel biyoçeşitlilik bölgelerinin kesişim alanları ise ekstra ve nadir biyoçeşitliliğe sahip alanlar yaratır. Bu durum Türkiye’yi eşsiz biyoçeşitliliğe sahip bir bölge, (cennet ülke) yapmaktadır.
2. Araştırmalar arı ve kelebek nüfusunun azalmasının tarımı tehdit ettiğini ortaya koyuyor. Arı ve kelebeklerin sayılarını kontrollü olarak arttırmak ise yabani türlerine kıyasla daha az etkili olduğu için bu soruna çözüm sağlayamıyor. Kanada’daki Calgary Üniversitesi’nden Lawrence Harder, “ Daha fazla bal arısı eklemek genelde bu sorunu çözmez ancak yabani böceklerin hizmetinin arttırılması sorunun çözümüne yardımcı olabilir” diyor.
3. Avrupa’nın sahip olduğu biyoçeşitliliğin 4′te 3′ü Türkiye’dedir.
4. Dahası Türkiye’deki bitki türlerinin 3’te biri endemik türlerdir. Yani anavatanı Anadolu topraklarıdır.
5. Dünyada bilinen 9000 vasküler (Damarlı Bitkiler) bitki türünün 3000′i sadece Türkiye’de bulunmaktadır.
6. Türkiye Avrupa’nın en büyük kuş üreme bölgesidir. Ama aynı zamanda Türkiye Avrupa’nın en çok nesli tükenmekte olan kuş türüne sahip ülkesidir.
7. Türkiye’nin sürüngen ve amfibi (hem karada hem suda yaşayanlar) türleri Avrupa’nın tamamındakine denktir.
8. Neolitik devrim adı verilen ve insanlık tarihinin en büyük gelişimini ifade eden bitki ıslahının (tarım toplumuna geçişin başlangıcı) ilk kez gerçekleştirildiği 8 bitki türünün 6 tanesinin anavatanı Anadolu’dur (Kızıl Buğday (Kavılca), Buğday (siez), Mercimek, Burçak, Nohut, Bezelye).
9. Türkiye mevcut haliyle bile Yale Üniversitesinin Dünya Çevresel Performans Endeksinde, Biyoçeşitlilik ve habitat korumacılığı açısından 132 ülke içerisinde 121. sıradadır. Biyoçeşitliliği koruma açısından Dünya’da Türkiye’den kötü durumda olan sadece 11 ülke vardır.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu olarak endişelerimiz:
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun tasarısı yasallaşırsa;
Anadolu’da var olan biyolojik türlerin talanı ve tahribatının önü yasal olarak açacaktır.
Tür ve habitatları koruma bahanesi ile doğal alanların işletme yetkisi il özel idarelere, belediyelere, vakıf ve derneklere bakan onayı ile verilebilecektir.
Sadece doğal alanlar değil Anadolu’da yetişen tüm biyolojik tür ve çeşitler de doğrudan bakanın yetkisi ile ticarileştirilebilecek, doğadan alınıp şirketlere teslim edilecek yani kâr hırsına heba edilecektir.
Kültürel varlıkların kullanımı; paydaşların yönetimine ve kullanımına sunulmaktadır. Paydaşlar; doğayı ve doğal varlıkları sermaye birikimine sokan/sokacak olan şirketler, ilgili kamu–özel kurumları ve bu kurumların seçtiği (şirket-kamu işbirliğindeki) sivil toplum kuruluşlarıdır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Teşkilat Esaslarını belirleyen 08.08.2011 Tarih 648 Sayılı hükmünde kararnameyle (KHK) tüm doğal alanların sit ve koruma kararlarını kaldıran maddeler bu yasa ile de desteklenecektir.
Milli Park ve 1. derece sit alanı ilan edilen vadilerde şirketlerin faaliyetleri yasallaşacak ve koruma alanlarında Nehir Tipi HES, RES, GES Termik Santral inşaatları, maden arama ve işletme tesisleri hız kazanacaktır.
Türkiye yüzölçümünün yalnızca Yüzde 5’ini oluşturan koruma alanlarımız “kalkınma/ekonomik fayda” gerekçesiyle yatırımlara açılacak. Cennetimiz, cehenneme dönüştürülecek.
Bu yasa ile tüm tabiat kararları, doğal alanları kimlerin ve nasıl kullanılacağı ile ilgili karar verme yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilecektir. Ne var bunda denilebilir. Fakat, Tasarının 8. maddesinde “ekolojik etki değerlendirmesi sonucunda saha üzerinde etkilerin olumsuz değerlendirmesine rağmen alternatif çözümlerin bulunmaması ve üstün kamu yararının bulunması nedeniyle plan ve projelerin uygulanması zorunlu ise Bakanlıkça gerekli her türlü telafi edici tedbirler alınır veya aldırılır” denmektedir.
Sanıyoruz, bunları okuduktan sonra bu yasa taslağının aslında tabiatı ve biyoçeşitliliği değil çevre ve insana zararlı sorgulanabilir yatırımları gerçekleştirmeye yönelik olduğu ileri sürülebilir.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu olarak önerilerimiz:
Endişe verici bu Tasarı’nın mevcut haliyle yasalaşması durumunda ülkemizdeki doğal yaşam alanlarının ve biyolojik çeşitliliğin kaybedileceğini düşünüyoruz.
Tasarı koruma misyonundan uzak, adeta doğa koruma alanlarını kullanıma açmanın yollarını tanımlamak için hazırlanmıştır. Tasarı’nın sadece Türkiye doğasını değil, bütünlük arz eden İran-Anadolu, Kafkas, Akdeniz doğasını çok kısa bir süre içerisinde geri dönüşü olmayacak şekilde yok edeceğine inanıyoruz.
Sorumluluğumuz gereği uyarıyoruz:
Doğal alanları korunmak yerine sermaye birikimine sokma politikası, doğal varlıkları; suyu, biyolojik türleri metalaştırma yetkisi hiçbir kurum kuruluş ve kişilere ait değildir. Olmamalıdır. Olmaması Tasarının yasallaşmaması için göstereceğiniz çabaya bağlıdır. Bu konuda çaba harcayacağınıza olan inancımızı korumak istiyor ve bekliyoruz.
Saygılarımızla
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu
Abdullah AYSU – Çiftçi-Sen Genel Başkanı
Ali Bülent ERDEM- Çiftçi-Sen Genel Sekreteri