20 Mart 2013 Çarşamba

PEMBE MART RAPORU

Pembe hanımlardan biraz haber versem iyi olacak:)
Üçüncü parti ektiğim tohumlar da filizlendi ve şaşırtıldılar!Bu yıl ihtiyacımdan çok daha fazlasını çimlendirip fide haline getireceğim için salon mini bir sera kıvamında...İnşallah hepsi hayata tutunur,ben de fide arayan birkaç PDA üyemize faydalı olurum.
Balkona ektiğim tohumlardan ise hala bir ses yok,bu ne kış uykusu imiş yahu!Evvelki gece oldukça güçlü bir don vardı...Acaba bir daha tekrarlar mı?İlk parti leylekler de memleketlerine vardılar ya benden mutlusu yok...Bahar ufaktan ufaktan kapımızı tıklatmakta.Yaseminin minicik patlayan tomurcukları bir anda beni yine balkondaki hamak sefalarıma uçuruverdi...Elimde güzel bir kitap,yasemin,hanımeli ve limon çiçeklerinin kokusuna bu sene mavi servilerim ve bıdık bir ardıç ta eklenmiş halde keyif yapıyorum...İyice boylanmış pembe kızlarım sarı sarı çiçekleri ile bu koku cümbüşünde en ön sırada!Kim inanır İstanbul'un orta yerinde olduğuma,bazen ben bile unutuyorum yemyeşil bir kale gibi beni sarıp sarmalayan onca çiçeğin yaprağın arasında!
Bitkilerin varlıkları bile şifa...
İlk nergis evvelki gün açtı,beş güne kalmaz mor ve pembe sümbüllerim ve ardından da laleler...
Çuha çiçekleri rengarenk,servilerin ve ardıcımın dibinde nasıl harika kokuyorlar.
Evet canım çıkıyor onca ağır saksıyı toprağı taşımak ama ben hiiiiç şikayetçi değilim.Emeğimin karşılığı tarifsiz bir keyifle bana dönüyor her seferinde ve ben de felekten bir gün çalar gibi,şehir hayatından eşşsiz anlar çalıyorum güzel balkonumun sayesinde!
Limonum altına ektiğim hercai menekşelere bir sümüklü böcek dadandı üç gündür.Ona bile kızamıyorum.Bana yazın taaa balkonuma kadar gelecek arıları anımsatıyor.Biraz bira ile semtime bir daha uğramayacak biliyorum ama ne yapayım kıyamıyorum...Ama sabahın köründe yakalarsam kendilerini,uzun bir asansör yolculuğundan sonra bahçede ki çiçeklere havale etme niyetindeyim itiraf ediyorum :)
Kotiledon yapraklarının arasından üçüncü yapraklarını çıkaran pembelerin gövdeleri de o bebek cılızlığını yitirip dolgunlaşmaya başladı.Tabi onlar Şubat ortası ilk ekilen ablaları,darısı bu çelimsiz son ekilen bıcırların da başına!
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

15 Mart 2013 Cuma

TABİAT KANUNU


İçinde bir parçası olarak yaşadığımız tabiat zaten kendi kanunlarını baştan yazmış ve bugüne dek gelmiş. Biz insanoğluna da O yaşama izni vermiş.
Şimdi biz kim olduğumuzu unutmuş,o sonsuz güce kendimizce yeni kurallar getirip kontrol altına alma çabasına giriyoruz.
Beyhude kelimesi ne güzel açıklıyor olan biteni...
Biz doğayı umursamazsak,o bizi hiç umursamaz...Kaybeden kim olur bu durumda...1852,İrlanda,bir milyon insan niye öldü???Birkaç farklı çeşit patates yani ""biyoçeşitlilik"" olsa idi insancıklar açlıktan ölmeyecekti.Ne yazık ki çözüm bu kadar basitti ve eğer ders alırsak ne mutlu ki çözüm bu kadar basit!
PDA olarak onca çabamız niye????Mini minnacık bir domates tohumu milyonların hayatına bedel ve hala global şirketler yaşamı patent altına alabileceklerini sanıyorlar.
Bu nasıl bir bencilliktir!!!
Yaşamın alternatifi ölümdür...
Ölüme yatırım yapan bir yasa olabilir mi!!!
Çiftçi-Sen konuyu çok iyi açıklamış.
Hala neyi anlamamak için diretiliyor???
Bu yazıyı sıkılmadan sonuna kadar sindire sindire okuyun lütfen.
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

http://www.karasaban.net/ciftci-senden-vekillere-tabiat-kanunu-taslagi-endise-vericidir/
Çiftçi-Sen “Tabiat Kanunu” olarak bilinen ve şu an meclis gündeminde bulunan  “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı” hakkında görüşlerini birer mektupla Milletvekillerine iletti.
Mektup mevcut tasarıya ilişkin Çiftçi-Sen’in eleştirilerini dile getiriyor:
Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 17 Mayıs 2012 tarihinde TBMM’ne sevk edilen “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı” hakkında Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu olarak bazı kaygılarımızı ve görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istedik.
İlkönce Türkiye’nin biyoçeşitlilikle ilgili bilgilerini sonra da kaygı ve görüşlerimizi izninizle aktarıyoruz.
Türkiye’nin biyoçeşitlilik durumu:
1. Dünyada tanımlanmış 34 adet olağandışı zenginlikte biyoçeşitliliğe sahip özel bölge vardır. Türkiye topraklarının neredeyse tamamı bu tip 3 ayrı özel biyoçeşitlilik bölgesince kapsanmaktadır (İran-Anadolu, Kafkas, Akdeniz). Bu dünyada eşine rastlanmayacak ölçüde nadir bir durumdur. Özel biyoçeşitlilik bölgelerinin kesişim alanları ise ekstra ve nadir biyoçeşitliliğe sahip alanlar yaratır. Bu durum Türkiye’yi eşsiz biyoçeşitliliğe sahip bir bölge, (cennet ülke) yapmaktadır.
2. Araştırmalar arı ve kelebek nüfusunun azalmasının tarımı tehdit ettiğini ortaya koyuyor. Arı ve kelebeklerin sayılarını kontrollü olarak arttırmak ise yabani türlerine kıyasla daha az etkili olduğu için bu soruna çözüm sağlayamıyor. Kanada’daki Calgary Üniversitesi’nden Lawrence Harder, “ Daha fazla bal arısı eklemek genelde bu sorunu çözmez ancak yabani böceklerin hizmetinin arttırılması sorunun çözümüne yardımcı olabilir” diyor.
3. Avrupa’nın sahip olduğu biyoçeşitliliğin 4′te 3′ü Türkiye’dedir.
4. Dahası Türkiye’deki bitki türlerinin 3’te biri endemik türlerdir. Yani anavatanı Anadolu topraklarıdır.
5. Dünyada bilinen 9000 vasküler (Damarlı Bitkiler) bitki türünün 3000′i sadece Türkiye’de bulunmaktadır.
6. Türkiye Avrupa’nın en büyük kuş üreme bölgesidir. Ama aynı zamanda Türkiye Avrupa’nın en çok nesli tükenmekte olan kuş türüne sahip ülkesidir.
7. Türkiye’nin sürüngen ve amfibi (hem karada hem suda yaşayanlar) türleri Avrupa’nın tamamındakine denktir.
8. Neolitik devrim adı verilen ve insanlık tarihinin en büyük gelişimini ifade eden bitki ıslahının (tarım toplumuna geçişin başlangıcı) ilk kez gerçekleştirildiği 8 bitki türünün 6 tanesinin anavatanı Anadolu’dur (Kızıl Buğday (Kavılca), Buğday (siez), Mercimek, Burçak, Nohut, Bezelye).
9. Türkiye mevcut haliyle bile Yale Üniversitesinin Dünya Çevresel Performans Endeksinde, Biyoçeşitlilik ve habitat korumacılığı açısından 132 ülke içerisinde 121. sıradadır. Biyoçeşitliliği koruma açısından Dünya’da Türkiye’den kötü durumda olan sadece 11 ülke vardır.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu olarak endişelerimiz:
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun tasarısı yasallaşırsa;
Anadolu’da var olan biyolojik türlerin talanı ve tahribatının önü yasal olarak açacaktır.
Tür ve habitatları koruma bahanesi ile doğal alanların işletme yetkisi il özel idarelere, belediyelere, vakıf ve derneklere bakan onayı ile verilebilecektir.
Sadece doğal alanlar değil Anadolu’da yetişen tüm biyolojik tür ve çeşitler de doğrudan bakanın yetkisi ile ticarileştirilebilecek, doğadan alınıp şirketlere teslim edilecek yani kâr hırsına heba edilecektir.
Kültürel varlıkların kullanımı; paydaşların yönetimine ve kullanımına sunulmaktadır. Paydaşlar; doğayı ve doğal varlıkları sermaye birikimine sokan/sokacak olan şirketler, ilgili kamu–özel kurumları ve bu kurumların seçtiği (şirket-kamu işbirliğindeki) sivil toplum kuruluşlarıdır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Teşkilat Esaslarını belirleyen 08.08.2011 Tarih 648 Sayılı hükmünde kararnameyle (KHK) tüm doğal alanların sit ve koruma kararlarını kaldıran maddeler bu yasa ile de desteklenecektir.
Milli Park ve 1. derece sit alanı ilan edilen vadilerde şirketlerin faaliyetleri yasallaşacak ve koruma alanlarında Nehir Tipi HES, RES, GES Termik Santral inşaatları, maden arama ve işletme tesisleri hız kazanacaktır.
Türkiye yüzölçümünün yalnızca Yüzde 5’ini oluşturan koruma alanlarımız “kalkınma/ekonomik fayda” gerekçesiyle yatırımlara açılacak. Cennetimiz, cehenneme dönüştürülecek.
Bu yasa ile tüm tabiat kararları, doğal alanları kimlerin ve nasıl kullanılacağı ile ilgili karar verme yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilecektir. Ne var bunda denilebilir. Fakat, Tasarının 8. maddesinde “ekolojik etki değerlendirmesi sonucunda saha üzerinde etkilerin olumsuz değerlendirmesine rağmen alternatif çözümlerin bulunmaması ve üstün kamu yararının bulunması nedeniyle plan ve projelerin uygulanması zorunlu ise Bakanlıkça gerekli her türlü telafi edici tedbirler alınır veya aldırılır” denmektedir.
Sanıyoruz, bunları okuduktan sonra bu yasa taslağının aslında tabiatı ve biyoçeşitliliği değil çevre ve insana zararlı sorgulanabilir yatırımları gerçekleştirmeye yönelik olduğu ileri sürülebilir.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu olarak önerilerimiz:
Endişe verici bu Tasarı’nın mevcut haliyle yasalaşması durumunda ülkemizdeki doğal yaşam alanlarının ve biyolojik çeşitliliğin kaybedileceğini düşünüyoruz.
Tasarı koruma misyonundan uzak, adeta doğa koruma alanlarını kullanıma açmanın yollarını tanımlamak için hazırlanmıştır. Tasarı’nın sadece Türkiye doğasını değil, bütünlük arz eden İran-Anadolu, Kafkas, Akdeniz doğasını çok kısa bir süre içerisinde geri dönüşü olmayacak şekilde yok edeceğine inanıyoruz.
Sorumluluğumuz gereği uyarıyoruz:
Doğal alanları korunmak yerine sermaye birikimine sokma politikası, doğal varlıkları; suyu, biyolojik türleri metalaştırma yetkisi hiçbir kurum kuruluş ve kişilere ait değildir. Olmamalıdır. Olmaması Tasarının yasallaşmaması için göstereceğiniz çabaya bağlıdır. Bu konuda çaba harcayacağınıza olan inancımızı korumak istiyor ve bekliyoruz.
Saygılarımızla
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu
Abdullah AYSU – Çiftçi-Sen Genel Başkanı
Ali Bülent ERDEM- Çiftçi-Sen Genel Sekreteri

8 Mart 2013 Cuma

KADININ TOHUMU YOK

Merhabalar,
Tabiat kanununun tartışıldığı bu günlerde Demokratik Yaşam Dergisinde de yayınlanmış eski bir yazımı tekrar paylaşmak istedim.Dünya kadınlar gününde keyifli bir okuma olması dileklerimle.
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

http://www.demokratikyasam.com/kadin_ve_yasam.html

KADININ TOHUMU YOK!

Tohum varlık sebebimiz.Sadece tüm canlıların üremesi için değil,aynı zamanda tüm canlıların beslenerek hayatta kalma savaşını sürdürebilmesi için de su ve hava kadar elzem. Bir önceki yazımda elma ve Havva'dan bahsetmiştim. Prof. Yaşar Nuri Öztürk Bey'e göre Kuran'da Havva'dan ''Ademin eşi'' diye bahsediliyor. Bu yazımda kadının varoluş serüvenini birlikte sorgulayacağız. Klasik bir söylemle ''Kadının adı var mı?''
Evet var! Eğer üretiyorsa ve ürüyorsa var! Avcı toplumlarda erkek ev halkının karnını doyuran, hayatta kalmalarını sağlayandı. Yerleşik düzene geçildiğinde tarımla beraber kadın, tohumu eken, üreten ve saklayan konumuna yükseldi, güç dengesi kadının lehine gelişmeye başlamıştı. Günümüzde ekonomik bağımsızlığı olmayan, edilgen ve mutsuz milyonlarca evli kadın boşanamıyor çünkü eve ekmek getiren kendisi değil, kocası. Kadın da en büyük ve en etkin silahını kullanıyor ve doğuruyor. Bırakın kırsalı, şehirlerde bile kısır kadına aşağılayıcı bakış açısı ve uygulamalar ne yazık ki hala devam etmekte. Eve ekmek getiremiyorsan doğurmalısın! 

Pershephone, annesi tarım tanrıçası Demeter'in yanına döndüğü zaman yeryüzüne bereket bolluk ve neşe gelir. Kışın babası tanrı Hades'e her gidişinde toprak buz gibi kısır bir ölüm sessizliğine bürünüverir, ıssızlaşır. İnsanoğlu yiyecek bulamaz. Zayıflar ve açlık yüzünden ölümle burun buruna gelir her kış. Kim ki bereket döneminde bol bol yemiş, yağlanmıştır, zayıf kalmış, iyi beslenmemiş ve yağ depolayamamışlara oranla kışı çıkarma şansı daha yüksektir. Ana tanrıça Kibele'nin heykellerin hiç dikkat ettiniz mi? Şu an Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde bulunan Çatalhöyüklü Kibele nasılda şişman ve doğurgan bir vücuda, sınırsız güce sahiptir. Şişmandır çünkü anatanrıça olarak idoldür ve insanoğlu hep en mükemmel olduğuna inandığı anatanrıçasına benzemek ister. Doğurgan ve bereketli. Anaerkil toplumlarda kadının üstünlüğü vardır. Çok değil yedi sekiz bin yıl sonrasında, yine aynı müzede bulunan Frig dönemi Kibelesine bir bakalım. İlk bakışta tanıyamazsınız bile! İki erkek flütçü refakatinde sıska, kuru mu kuru bir tanrıçadır artık. İronik bir biçimde elinde benim yeşil elma diye adlandırdığım yuvarlak bir obje tutar. Sanırım ataerkil döneme geçişin bedelini biz kadınlar hala o ağır kibrit kutusundan diyetlerle ödemekteyiz! Kibele ise kolu kanadı kırık, sınırlandırılmış gücü ile binlerce yıl ötesinden zorlama bir gülümseme ile gözlerimizin içine bakarak sorar. Bana ne yaptınız, neden kısırlaştırdınız beni??? 

Koskoca tanrıça bunca  sefil halde ise peki diğer kadınlara ne oldu dersiniz? Onlar doğurganlıklarının verdiği üstünlükle de bu güne kadar gelmeyi başarmışlardı. Tabi bir de binlerce yıldır tüm şefkatleri ve bilgelikleriyle sarıp sarmaladıkları, koruyup geliştirdikleri envai çeşit tohumları ile varlıklarını kabul ettirebilmişlerdi. Nasıl bir tohum toprağa kavuştuğu ilk günden itibaren hayata tutunabilmek adına kendini mükemmelleştirmek için tüm doğa koşullarını DNA'sına kaydetti ise, onunla an be an cebelleşen kadın da, binlerce yıllık bu serüvende tüm tarım bilgilerini hafızasına kazımıştır. Yıllarca en iyilerini, tek tek, tohumluk olarak ayırmış, farklı coğrafi koşullarda farklı saklama yöntemleri geliştirmiş, her defasında da daha iyisini daha lezzetlisini yaratmıştır. Bununla da yetinmeyip, mutfağa girmiş ve ailesi için en lezzetli, sağlıklı ve besleyici tatları keşfetmiştir. 

''Ne yersek oyuz"  diyoruz. Şu an kim isek aslında bizi biz yapan işte o binlerce yıldır kadının tohuma verdiği emektir aslında. Türk kadınını ele alırsak saçı uzun aklı kısa bile dendi ama iş tohuma gelince herkes el pençe divan durdu önünde. Tohum herşeydi,güçtü.Kırsalda kadının söz söyleme hakkı vardı 2006'ya kadar. 2011'de ise bu binlerce yıllık emeğinin karşılığı olan, kadının egemenlik hakkı tohum, hoyratça sökülüp elinden alınacak. Tüm yaşamını tohumu geliştirmek, üretmek, saklamak ve nihayetinde de pişirerek canımıza can katmak üzerine kurmuş olan kadın, artık aynı kadın olamayacak.Boynu iyice bükülecek. Monsanto başta olmak üzere çok uluslu tohum şirketleri yoğun lobi faliyetleri sonucunda ne yazık ki ülkemizde de tohum yasalarını lehlerine işleyecek şekilde çıkartmayı başardılar! Artık tohum patentlenecek. Yani köydeki Hafize Ananın evladiyelik pembe domates tohumlarının içine bir gen aktarılacak ve bu binlerce yıldır anadan kıza geçen ve geliştirilen miras birden bire tek bir şirketin MALI olacak!Üstüne üstlük, bir de tohumların hepsi kısırlaştırılacak. Hafize Anamızın domatesinden çıkan tohum seneye domates vermeyecek. Oldu da Hafize Ana binlerce yıldır yaptığı gibi bu kısır tohumları saklar veya eşe dosta vermeye kalkışır ise hapislerde çürüyecek. Olur a, satmaya kalksa bu katır tohumları, zavallı kadıncağızı asacaklar  nerdeyse! Tabi bu arada kadife çiçeği, ısırgan, arapsabunu gibi doğal, çevreye saygılı ve ucuz yollardan yaptığı böcek savaşını da terk etmek zorunda kalacak çünkü bu yeni ölüm tohumları sadece belli firmalarca üretilen ve tamamen yeraltı sularını zehirlemek üzere dizayn edilmiş hissi uyandıran belli ilaçlara tepki verecekler. Gen aktarımı yapılırken sadece şirket tekellerine kar getirecek şekilde dizayn edilecekler aynı şirketler tarafından finanse edilen labratuvarlarda! Yani tekeline aldığı tohumu dilediği fiyata ve istediği miktarda satan şirket, ne tesadüftür ki, Hafize Anaya böcek ilacını da satacak! Al gülüm ver gülüm!( Sahi güllere de el attılar mı? Balık kokan gül mesela ya da çilek, ne farkeder?) Bana hepsi çok itici geliyor. Sizce genetik mühendislerinin daha ciddi ve birkaç şirket adına değil de tüm insanlık adına faydalı işler yapmaları gerekmiyor mu? İnsülün veya alerji yapmayan aşıları geliştirmek gibi. İyi bilim ve kötü bilim arasındaki çizgi, Hafize Anamızın başına geleceklerle birebir ilintili. Zaten yıllardır, saçı uzun aklı kısa diye haksızca yaftalanan kadının elindeki tek gücü, tohum egemenliğini kaybettiği anda, toplumun saygısını da bir anda yitiriverecek. Sözü artık hiç dinlenmeyecek. Kısır tohum ve kısır kadının yazgıları hep aynı trajedi ile sonlanacak... Kadın Çiftçiler yarışmasının ödülü kilitlenmiş GDO'lu tohumlarmış efendim, yerel gazete gururla yazmış! Şaka gibi... Yarışma finansörleri sizce kim? Çiftçi üretendir. Kısır tohumla nasıl üreten olabilir ki! Olsa olsa kendi toprağında köle olur... 

Hani onbin sene önce tohum herşeydi, şimdi değişen ne? Saf ipek te giyseniz, uyduruk bir penye de, çıplaklığınızı her şekilde örtebilirsiniz. İncir yaprağından, nefes alabilen, antibakteriyel gümüş katkılı ipliklere... Sonuç sadece bir çul, sizi sıcak yada serin tutan. Ama mide öyle mi? Kaç gün aç kalınabilir? Bizde bir söz vardır; Allah açlıkla terbiye etmesin insanı diye... Gerçekten de en kötü ''düşmedir''. Kadın Çiftçiler yarışmasının ödülü kilitlenmiş GDO'lu tohumlar! Şaka gibi... Yarışma finansörleri sizce kim?Çiftçi üretendir.Kısır tohumla nasıl üreten olabilir ki!Olsa olsa kendi toprağında köle olur.. 

Gıda aslında oldukça siyasi ve ahlaki bir konu. Ülke politikalarını yönlendirecek en güçlü etkenlerden biri. Petrol için milyonlarca insanı göz kırpmadan öldürenler, açlığı bahane edip  tarım alanında iktidar ve çıkar savaşları esnasında neler yapmazlar ki paraya aç bu doymak bilmeyen zihniyetler. Önce insanları çeşitli manevra ve spekülasyonlarla fakirleştir. Sonra tohumu ele geçir, tekelleştir. Dilediğin ülkeye, dilediğin kadar ve fiyattan, canın isterse tohum sat! Temel gıda maddelerinin fiyatlarını spekülasyonlarla arttır, üçüncü dünya ülkelerini fakirliğe ve açlığa mahkum et ve sonrada bu iğrenç söylem üzerinden açlığa çare olacağız yalanı ile bizim gibi veya tam gelişmiş ülkelerde dahi kendini yutturmaya çalış. Kurdun bile bazı etik değerleri vardı masalda ama bu büyüklere masallar! Sizce yutar mıyız bu masalları? O kadar aç mıyız? Hafize Ana yıllarca bizi sevgiyle şefkatle hiçbir çıkar gözetmeksizin doyurdu, yemedi yedirdi. Sizce elin oğlu tohumu patentleyip, tekel olduğu anda ne yapacak? Elimizdeki avucumuzdaki son evladiyelik tohumları da bonkörce saçıp yitirdiğimiz gün, Hafize Ananın da başının bir daha hiç kalkmamacasına eğildiği gündür.

Dedim ya Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin! Aklımızı başımıza toplama vakti geldi de geçiyor. Gözün midesi yok ki doysun derdi rahmetli büyükannem. Bunların gözleri nasıl doyar, bizim Hafize Anamızın binlerce yıllık alınteri ve onuru, göz bebeği tohumlardan ellerini sonsuza dek nasıl çekerler henüz tam bilemiyorum. 

Ama anaları ağlatmanın cezasının çok büyük olduğunu biliyorum. Onlar zaten anamızı ağlatmak için pusuda bekliyorlar. Bari biz tohuma ve analarımıza sahip çıkalım. 

PDA olarak sırf evladiyelik tohum sakladığımız için tüm pembe domates ve ülkesini seven dostlara karşılıksız dağıtmamız nedeni ile bu yeni yasalarla her an yasadışı örgüt konumuna düşebiliriz. Trajikomik değil mi? Kendi toprağında kölelik. Daha fazlası için blogum PEMBE SÜRGÜN'e bir göz atabilirsiniz.


7 Mart 2013 Perşembe

CNNTÜRK CANLI YAYINDAYDIK

Dün sabah saat 10:00 gibi CNNTÜRK binasına giriş yaptım.X ray cihazından minik pembe fidemi geçirmek istemeyince güvenliktekiler  önce şaşırdılar ama nedenini anlatınca anlayış gösterip ikimizi de içeriye buyur ettiler.İyi ki CNN de idik çünkü baştan sona mükemmel bir titizlikle canlı yayını başarı ile kotardılar.Yürekten teşekkürler.
Konuk koordinasyondan Deniz Bulut Hanım aç olup olmadığımı dahi sordu bekleme odasına alırken...Sevgili kurucularımız Tansuğ çifti ile son bir konular üzerinden geçerken,başarılı sunucumuz Başak Şengül Hanım yanımıza gelerek pembelere olan ilgisi ve bilgisi ile bizleri bir kez daha mutlu etti:)Mikrofon tak,son bir dakika ve başladık...Sorulan tüm sorular,kullanılan görseller öyle uyumlu ve tam nokta atışı idi ki,reji/haber editörü Alpaslan Akkuş Bey hepimizin takdirini toplayıverdi.
Nerden nereye...
Rahmetli Hafize Baliç'in sadece üç domatesi ile minik bir balkonda başlayan bu serüven artık bir rol model misyonunu da yüklenerek ulusal kanallarda,canlı yayınlarda konuşulur hale geldi.
Anamızı atamızı asırlardır besleyip büyüten evladiyelik tohumlara bir nebze faydamız oldu ise tüm PDA üyeleri olarak ne mutlu bize.
Yaşam patentlenemez ve sanırım insanlarımızın tohum üzerinden başımıza gelebilecek her türlü bela konusunda gerçeklerin farkına varmalarını azıcık ta olsa başarmaya başladık!
Nasıl önümüze konan her şeyi yemiyor,giysiyi giymiyor yok ben turkuaz severim,kahverengi olmaz diyorsak,bu domatesin tohumu evladiyelik değil,tadı tuzu yok ve lezzetsiz ben bu Frankeştayn'ı yemem yavrularımıza da yedirmem diyebilmeliyiz...
RAF ÖMRÜ UZADIKÇA İNSAN ÖMRÜ KISALIR...
Yarım saat içinde 10.000 toksik kaloriyi marketten evine taşıyan tembel arkadaşım,bunun faturasını diabet,kanser,alzheimer,parkinson vs olarak çok ağır bir bedelle ödediğimizin farkına ne zaman varacaksın?Neden bunlar ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI diye sormazsın???
PDA balkonda doğaya ve doğala,yaşama saygılı olarak pembe domates yetiştirmeyi öğretmek dışında bana öyle çok şeyler kattı ki.Kazandığım onca samimi dostun yanısıra,bakın bir blogum oldu ve internet ortamıyla daha haşır neşir oldum.Birçok konuda bilgim görgüm ve tecrübem arttı,artmaya da devam ediyor :)
CNN binasında yayın çıkışı,televizyoncu onlarca kişinin pembe domatese bu kadar sevgi ve ilgi duyması beni şaşırtmadı desem pek doğru söylemiş olmam.
PDA'nın yarattığı bu farkındalık ve bilinç düzeyindeki kıpırdanma için sevgili kurucularımız Avniye
ve Mehmet Tansuğ çiftine herkesin huzurunda bir kez daha çok teşekkür etmek istiyorum.İyi ki varsınız ve iyi ki ağınıza düşmüşüm :)
İzlemek isteyen dostlarımız için yayın tekrarını da ekliyorum.
Burada yayının kaydı var.

7. Dakikadan itibaren görüşmek üzere.



Nasıl derler;yapımda yönetimde emeği geçen herkese teşekkürler :)
Bana harika bir yaşgünü hediyesi verdiniz :)))

Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

5 Mart 2013 Salı

MART RAPORU

Merhabalar,
Evimin kapısını açar açmaz ilk yaptığım şey doğruca salona gidip pembe kızlarımı kontrol etmek oldu.Şehir dışındaki bir toplantı için iki günlüğüne evden ayrılmıştım ama aklım hep burdaydı...
Beklediğim gibi çok cılız olan iki tanesi malesef sizlere ömür ama diğerleri cici cici oturuyorlardı siyah fide torbalarında.Hemen çok az miktarda ve oda sıcaklığında su verip,diğerlerinin yanına geçtim.
Toprak çömlekte üç tane çimlenen tohum yüzümdeki gülümsemeyi daha da genişletti.vakit kaybetmeden yanıbaşlarında duran fısfısla azıcık su püskürttüm ve tülbentle kapadım üşümemeleri için.Biliyorum bu ne özen diyeceksiniz ama oncağızlar öyle narinler ki...
Yarın sabah CNN'de canlı yayına çıkacak en gürbüz pembişi de hazırladım.Kendime bu kadar özen göstermiyorum :)
PDA üyeliğini tohum dağıtım işi sonlana kadar dondurduk.

http://www.pembedomates.org/

Tüm üyelerimiz bu aralar ya tohum peşinde ya da çimlendirme.Başarısız olacak yeni üyelerimize benim de bir katkım olsun diye bu sene de fazla fide üretip dağıtacağım.
Tüm pembesever dostlara pespembe bir sezon dileklerimle.
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş