31 Mayıs 2017 Çarşamba

SOLUCAN GÜBRESİ,BOKASHİ,PROBİOTİKLER



Probiotiklerin insan sağlığına faydasını deneyimleyerek daha da iyi anlamaktayım.Geçtiğimiz günlerde İstanbul Permakültür Kollektifi'nin (İPK) hazırladığı iki seminere katıldım.İlki sayın Haydar Yılmaz Beyin probiotikleri anlattığı,herkesin nefesini tutup dinlediği harika bir seminerdi.
2.Beynimiz:Bağırsaklarımız grubunda aylardır okuduğum,öğrendiğim bir çok bilgiyi hem tekrar etmiş oldum hem de çok yeni bilgiler öğrendim.Kendisine buradan da tekrar teşekkür etmek isterim.

Pembe Domates Ağı ile başlayan organik tarıma olan ilgim,yıllar içinde beni konuyla ilgili daha da derin okuyup araştırmaya itti.Monsanto gibi canavarlar karşısında,ekonomik olarak küçük üreticinin boynunu bükmeyecek olan atalık tohumlar ve solucan gübresi konusu ısrarla tekrar tekrar gündeme getirilmeli.Tohum yasasının ülkemize hizmet etmediği aşikarken yine aynı erkin,solucan gübresini "şu anda" destekliyor olması kafa karıştırıcı.Hiçbir şeyin güvencesi yok tabi,zaman ne gösterecek bilinmez...

İPK çatısı altında katıldığım ikinci seminer ise sayın Prof. Dr. Volkan Dündar beyin sunduğu Solucan gübresi  vermikompost atölyesi idi.Yine nefesimizi tutarak çok değerli bilgiler aldık grupça.
Anladım ki benim bu bokashi  kompostu tekniğini de çok iyi öğrenmem lazım.Fototropik bakteriler hakkında hiçbirşey bilmiyorum.Hocayı dinlerken birden zihni sinir projeleri çakmaya başladı zihnimde.Eğer 20 ye 1 oranındaki karbon azot karışımına bu bakterileri de ekleyebilirsem hem solucan maması hem de gübresi çok daha verimli olabilir.Konu benim için daha çok yeni,araştırmaya başladım kim daha önce neler denemiş diye.Tabi ph seviyesini çok iyi ayarlamam lazım.Kaş yapayım derken göz çıkarmayayım.


Atölyenin sonunda hocamız bize saf kan Eisenia Foetida yani kırmızı Kaliforniya solucanları verdi.Bıcırıkları yaşatmaya çalışacağım ev ortamında.Tabi benim kuyruklu iki kızım izin verirlerse.

Nereye gidiyor bu ülkenin hali,aman battık,sonumuz geldi demek yerine ufak ufak ta olsa birşeyler yapmak lazım.Sonumuz geldi dediğimizde belkide,minicik bir atalık tohum yada önemsiz,hatta iğrenç sayılan üç beş solucan kurtaracak dünyamız üzerindeki yaşamı.

Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

23 Mayıs 2017 Salı

SLOW FOOD LETTER,BIOLOGICAL DIVERSITY

Slow Food ne güzel yazmış...
Sevgiyle kalın,
Yeşim Güriş

Image
International Day For Biological Diversity:
Endangered Foods
During the Irish potato famine of the 1840s, socio-political challenges and a disease known as potato blight obliterated the dietary staple for one-third of the population, resulting in the deaths of about 1 million people. Over a century later, in 1970, Southern corn leaf blight destroyed 25 percent of domestic corn.
 
From 2006-2007, an estimated 45 million pigs were killed or destroyed when Chinese hog farms succumbed to porcine reproductive and respiratory syndrome.
 
And, last year, the outbreak of stem rust that hit wheat crops in southern Italy was the biggest Europe has seen in more than 50 years and may have spread through the largest wheat-producing region in the world. 
Image
More recently, coffee leaf rust—a fungus that has crippled the economies of coffee-growing countries and resulted in states of emergency in Costa Rica, Guatemala, and Honduras—was confirmed last week to have resurfaced in a variety of coffee originally planted across Honduras since the 2012 fungal epidemic because of its resistance to the pathogen.
 
Reliance on a handful of varieties or species increases vulnerability in agriculture, yet according to the Food and Agriculture Organization of the United Nations, three-fourths of the world’s food comes from just 12 plants and five animal species. These changes are a reflection of the loss in agricultural biodiversity—an erosion of diversity in every component that makes food possible—from reduced microbial activity in soils to disruptions in pollinator populations and the increased hybridization and consolidation of the plants and animals we raise for consumption.
 
Globally, we cultivate less than 1 percent of 30,000 edible plant species. Over half of the calories we consume from plants come from wheat, corn, and rice, while 90 percent of the calories we derive from animals come from less than half of the birds and mammals we’ve domesticated for food. 
Image
This reduction is most evident in monoculture fields of wheat, rice, corn, soybeans, and palm oil—crops that researchers who analyzed 50 years of data on what 98 percent of the world eats have coined the “global standard diet”. 
But it also shows up on store shelves. We may see an exotic fruit or vegetable in the produce aisle, but dietary staples are increasingly uniform, part of the global trend toward sameness.
 
For example, 90 percent of the dairy cows behind our milk, cheese, ice cream, and yogurt are from just one breed, the high-yielding Holstein-Friesian
 
What looks like diversity is often just a diversity of flavors, not actual inputs.
 
These shifts are, in large part, the effects of an industrialized agricultural system that prioritizes scale and efficiency. 

These qualities are important and have helped alleviate extreme hunger in certain regions, but mega-plantations of monocrops and uniform animal feeding operations also reduce the capacity of plants, animals, and other organisms to respond to environmental changes. (One pest or disease can wipe out everything—a scenario likely to be exacerbated due to climate change.) And, as history has shown time and again, the system offers no guarantee of food security.
 
Although agribusinesses and aligned supporters highlight the industrialized model—and the cheap food it generates—as the only way to feed our growing population, the research is more nuanced. Worldwide, we produce more than enough calories to feed everyone on the planet today, as well as the population of 9.6 billion we anticipate by 2050. For those who are hungry, the challenge is not only availability, it’s access: food, and the resources required to buy food, aren’t efficiently or equally distributed. This is why farmers, migrant workers, and restaurant employees are—paradoxically—among the hungriest people in the world. 

The greatest hedge against food insecurity is not simply growing and raising more food, but building greater diversity and resilience in what we cultivate. 

Image
This includes expanding beyond a standard diet where crops are bred for yield and environmental response (such as drought-tolerance or pest-resistance) to the reasons we actually favor one food over another—because of how they make us feel and how they taste. 
 
An analysis of the diets of more than 93,000 children from 21 countries across Africa by the Center for International Forestry Research shows that young people who live in areas with greater tree cover, and access to greater biodiversity, have more nutritious diets, even when household incomes are low.
 
Flavor does not hold comparable physiological merit, but we know deliciousness matters.
 
Food is history, memory, and identity. It feeds many hungers. Diversity, on every level, increases our capacity to respond to challenges.

No country in the world is self-sustaining in regards to the genetic resources needed to improve crops and breeds and feed the world. On this International Day for Biological Diversity, we have the opportunity to celebrate not only what we have, but who we are. We are interdependent; we nourish each other.

 Simran Sethi
Simran Sethi is the author of Bread, Wine, Chocolate: The Slow Loss of Foods We Love (HarperOne, 2015) highlighting the loss of agricultural biodiversity through stories of bread, wine, coffee, chocolate, and beer recently translated into Italian by Slow Food Editore. She is a fellow at the Institute for Food and Development Policy and the creator of the chocolate podcast, The Slow Melt. She will be speaking about how we can save biodiversity in foods by savoring them at Slow Food Nations in Denver, USA in July.

22 Mayıs 2017 Pazartesi

DÜNYA BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK GÜNÜ



Bugün Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü.
Buğday Derneği altını kalın kalın çizerek hatırlatıyor alttaki yazı da onlardan alıntı.
Lütfen tercihlerimizi yaparken bencillikten uzak duralım.Toprağımıza,atalık tohumlarımıza,kadim bilgilere ve uygulayanlara sahip çıkalım.

"Toprağın korunması, biyolojik çeşitlilik açısından büyük önem taşıyor.

Toprak, doğanın en karmaşık ve en fazla çeşitliliği barındıran ekosistemlerinden biri. 3 cm toprağın oluşması 1000 yılda gerçekleşiyor.

Sürdürülebilirliği olmayan, konvansiyonel tarım uygulamaları nedeniyle her geçen dakika, 30 futbol sahası kadar toprak kaybediyor ayrıca toprağı kirleterek hem kendimize hem de diğer canlılara zarar veriyoruz.

Ekolojik tarım ise bize bu yok oluşu durdurma ve toprağın bereketini, verimini ve sağlığını koruma ve arttırma şansı veriyor. Ekolojik tarımın biyolojik çeşitliliği arttırdığı, toprak sağlığını güçlendirdiğini ve enerji kullanımını azalttığı çeşitli araştırmalarla da gösterilmiş durumda. Çünkü kimyasal ilaç kullanılmayan ekolojik tarımda esas olan su ve doğanın döngüsüdür.

Unutmayalım, tercihlerimiz tüm canlıların geleceğini belirliyor..."
http://www.bugday.org/portal/index.php

Biyo çeşitliliğin önemi,monokültür tarımın zararları ancak felaketler başımıza gelince anlaşılıyor sanki.Nedense hala ders alan da çok yok.İrlanda patatese dadanan bir virus nedeniyle kıtlıkla başetmek zorunda kaldı.
Konu ile ilgili okumak isterseniz birkaç bağlantı da ekledim.Slow Food'un Essedra projesi ilginizi çekebilir.
https://www.essedra.com/tr/biyocesitlilik/biyocesitlilik-nedir/
Tabi konunun politik boyutu da ayrı bir konu.
http://www.ekodialog.com/Makaleler/buyuk-irlanda-kitligi-makale.html

Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş



16 Mayıs 2017 Salı

PEMBELER NİHAYET BALKONDA



Uzunca bir zamandır probiotikleri öğrenmeye çalıştığım için balkon bahçemi ihmal ettim sanmayın.İlk göz ağrım pembe domateslerim bu bahar da balkonda yerlerini aldılar.Yabani pırasa  ve rokalarımın tohum vermelerini beklediğim için iki büyük saksım hala iptal.Ama geri kalan her saksıya pembe domateslerim ve biraz da tatlı kıl biberlerim şaşırtmalardan sonra nihayet ekildiler.Bakalım bu sene gece gündüz sıcaklık farklılığı nasıl olacak.Geçen sene pek memnun kalmamıştım ama bu sene ümitliyim.Torunlarımın torunlarının torunlarını görmek için sabırsızlanıyorum tabi.



İstanbul gibi taş üstüne taş yığılmış bir metropolde,sabah yemyeşil bir balkonda,domates
yapraklarından gelen eşsiz kokuya eşlik eden yaseminim,servi ve minik çamım...Rokaların sarı çiçeklerinin kokusu ise inanılmaz.İki kedim de bu sarı çiçekleri koklamaya bayılıyorlar.Tabi yaramazların paticikleri haliyle toprak oluyor ama hepimizin yüklendiğimiz elektriği atmaya çok ihtiyacımız yok mu,hele apartman tepesinde.Yalnız ufaklık olan domates fidelerini ısırmaya bayılıyor.Zaten zeytin de yiyiyor.Bakalım nasıl anlatacağım.Daha doğrusu Balım Hanım çok iyi anlıyor da ablası Hıbar Hanımın aksine,beni pek takmıyor.Tüm balkona düşmemeleri için tel taktırdığım için içim rahat ama hesapta Balımın domates fidelerini ısırması yoktu 😹
Geçen sene ektiğim birkaç kök yabani dağ çileği ve kokulu Osmanlı çileği kışı balkonda sorunsuz atlattılar,meyve bile vermeye başladılar.Ama rüzgarda sallandıkça Balım oyun sanıp onlara da atlıyor.Bakalım kim yiyecek çilekleri...
Pembe domates ağından ne kadar çok şey öğrendim ve hala öğrenmeye devam etmekteyim.Harika bir grup.Bizi Facebook ta bulabilirsiniz.
https://www.facebook.com/groups/pembedomatesagi/?fref=ts

Yada sayfamızı ziyaret edip üye olabilirsiniz.

http://www.pembedomates.org/uyelik.asp

Öğrenecek o kadar çok şey var ki,ne güzel.
PDA olarak ilk başladığımızda ne kurucularımız sevgili Tansuğ çifti,ne de biz koordinatörler ve sevgili üyelerimiz,pembenin endüstriyel bir meta haline dönmesini istemiyorduk.Zaten manifestomuzu okursanız amacımızın yerel tohumları "doğallığı" vurgulayarak korumak olduğunu anlayacaksınız.Gelin görün ki vahşi endüstri popüler olandan son damlasına kadar kar etmek adına tüm yıl piyasada bulabileceğiniz,bizim temmuzda ancak soframıza gelen narin pembeyi bile,plastik lezzetsiz bir ucubeye çevirip satmayı başardı.Yemeyin efendim BU YALANLARI YEMEYİN!
Sağlığlığınızdan,cebinizdeki paradan olmayın.
En son çıkan  yazı da ne kadar yanlış anlamaya meyilli olduğumuzun kanıtı gibi adeta.
http://www.milliyet.com.tr/domatesle-topraga-donus/gurkan-akgunes/pazar/yazardetay/14.05.2017/2449934/default.htm
Bu arada kinoa nedir,neden öz be öz mercimek varken,bağırsaklarımız ve yaşadığımız topraklardaki bakterilerin paralel ilişkisi bunca önemliyken nasıl bir gaflettir anlamak mümkün değil.
Siz siz olun,büyüklerimizin yediklerinden şaşmayın!
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş




4 Mayıs 2017 Perşembe

PROBİOTİK PEYNİR YAPALIM MI?


Dün Göztepe'de tülbent almak için girdiğim küçük tuhafiye dükkanında harika bir haber aldım.Sahibi olan hanımefendi son zamanlarda tülbent satışlarının katlanarak artmasına çok şaşırdığını dile getirdi.İstanbul'un en eski ve köyden göreceli olarak daha az göç almış,orta halli ve nesillerdir şehirli kültürü ile yetişmiş insanların çoğunlukla yaşadığı,eskilerin deyimiyle rabıtalı bir semtten bahsediyorum.Biraz kurcalayınca tülbentlerin evde peynir ve yoğurt yapımında kullanıldığını öğrendim ve tabi hala ağzım kulaklarımda.Büyükannnesi salça yapıp,pekmez kaynatan,bir ayağı köyde olan  ve hep gıpta ettiğim şanslı kişiler değil,salçayı kavanozda pekmezi şişede gören,bakkaldan marketten satın  alan bir jenerasyonun torunları gerçek gıdanın peşine düşmüş.Bundan keyifli ne olabilir???


Hocanın göle maya çalması misali bunca yıldır uğraşlarımız meyvesini veriyor galiba...
Lütfen üşenmeyin  ve peynir yapmayı deneyin.Ben iki defa denedim ve nefis oldu.Sıra diğer peynir çeşitlerinde ki kaşar peynirinin hikayesi bile çok ilginç...

Aysuncuğumuzun sütleri ile 75 dereceye  dahi getirmeden azıcık ısıtıp hemen 35 derecede mayaladım  
Beyaz peynirimi  ve harika oldu.Çok kolay.Önce Haydar Beyin Probiotik peynir mayası ile
http://www.dogadanbizim.com/bizim-maya-urunlerimiz/Mayalar?product_id=61
ikincide de  şirden mayası ile.
12 lt sütten nefis peynirler oldu.Tarifler  çok açıklayıcı  ve hataya hiç pay bırakmıyor,yukarıda tıkladığınızda siz de göreceksiniz .

Deneklerim arasında en güvendiğim 1940 larda genç olan,biraz da müşkülpesent,damak zevki gelişmiş bir aile büyüğüm ki herşeyi kolay kolay beğenmez,ince eler,bir kaç kez daha eler ve kararını açıklar,bu peyniri benim yaptığıma inanamadı.
Değerli peyniraltı suyunu salamura olarak kullandım.Bir ay önce yaptığım peynir iyice sertleşti lezzeti daha da oturdu ama  malesef daha fazla oturamayacak çünkü bitirmek üzereyim 😹
O yüzden ikinciyi yaptım ki probiotik peynirsiz kalmayayım.
Probiotik bombardımanı yapmak isteyen bu peynirle yine probiotik mayalarla güçlendirdiğimiz lahana turşusundan yesin.Üstüne de Kombiyotik ayran yada kımız.İşin en sevdiğim yanı tuzu kendim ayarlayabildiğim için ve az tuzlu sevdiğim için yıllardır ilk defa doya doya turşu ve peynir yiyebiliyorum.Darısı başınıza.
Benim kediler mi?Peynir mayalamak için sardığım battaniyenin üzerinde yatarak ısıyı sabitledikleri için daha teleme iken,süzgeçe almadan ödüllerini mideye afiyetle indirip bir de güzelce ılık ılık peynir altı sularını içtiler.Onların tuzsuz peynir hakları da ayrıca buzdolabında yerlerini aldı tabi.
Tüketmektense,güzel birşeyler üretmek,hep almaktansa verebilmek,paylaşabilmek ne tamamlayıcı bir duygu.
Göztepe'ye bir daha gittiğimde ilk işim bu güzel haberi veren tuhafiyeci hanıma bizim probiotik ev yapımı peynirden hediye etmek olacak.

Sevgiyle kalın,
Yeşim Güriş