26 Mart 2009 Perşembe

ADI ÜSTÜNDE İŞLETME...



İki tane daha tohum güneşe gülümsedi.Yumurta nihayet yorulup yana devrildi.Dışarısı buz gibi,dondum bugün...Bir sürü toprak ve çimlendirme ile ilgili blog yazısı var.Zaten her türlü mükemmel bilgi
http://www.pembedomates.org/ Kaynaklar daki rehberde var,hem de mükemmel resimler eşliğinde.
Ben yine sağlığımız konularına devam ediyorum.Çiftlik balıkları hakkındaki görüşlerimi paylaşmıştım.Dönelim süt ve yoğurda!Aşagıdaki yazı Sabah Gazetesinden alınmadır.Ben mi anlama özürlüyüm ki ANLAYAMADIM!!!Sanki herşey normalmiş gibi.Bu ülkede kaç büyük işletme az süt,bol katkı,çok kar yapmak yerine,%3 alt sınırmış,daha çok isteyen dilediği kadar fazla kullanabilirmişmiş te efendim,hangi işletme cebinden fazla para çıkaracak!Yolunu bulsalar suyu beyaza boyayıp yutturacaklar.Gerçi o bile bugün zorla dayatılan UHT sütlerden veya büyüme hormonlu,antibiyotikli ve kimbilir daha ne kansorejen maddeli(GDO lu mısır pirinç soya vs yemiyor musunuz?Siz öyle sanın ya inekler,tavuklar!) süt diye satılan zehirlerden yüz kat daha iyidir!30 sene sonra kaç kişi diyalizle ancak hayatta kalabilecek?Metabolik sendrom nezleden daha yaygın olacak ama o zaman da çoktaaaan geçmiş ola.Adı üstünde BANANE SÜT İŞLETMESİ!Tabi işletecek hepimizi.Adam zaten yazmış her yere.Yıllardır ne güzel işletip duruyorlar!Hasta mı oldu millet?ONE MINÜT,hemen beş hastane on ilaç fabrikası açalım,işletmeye devam!



Tarım ve köyişleri Bakanlığı'ndan yoğurt açıklaması
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, fermente süt ürünleri tebliğinde yapılandeğişiklikle, evlerde yapılan ve yaklaşık yüzde 3 proteinli yoğurdun,gıda güvenilirliği şartlarına uyan sektör tarafından yapılabilmesininönünün açıldığını bildirdi. ..

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, fermente süt ürünleri tebliğinde yapılandeğişiklikle, evlerde yapılan ve yaklaşık yüzde 3 proteinli yoğurdun,gıda güvenilirliği şartlarına uyan sektör tarafından yapılabilmesinin önünün açıldığını bildirdi.

Tebliğde geleneksel Türk yoğurdunun tanımlanmadığı ve bu konudaçalışmaların yoğun olarak sürdüğü belirtilen açıklamada, süt proteinitağşişi mümkün olmadığı için yoğurtta kuru madde değerine tebliğde yerverilmediği vurgulandı.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Resmi Gazete'nin 16 Şubat 2009 tarihlisayısında yayımlanan ve yoğurttaki protein oranının düşürülmesinedeniyle kamuoyunda tartışmalara neden olan Fermente Süt ÜrünleriTebliği konusunda yazılı bir açıklama yaptı.

Yoğurdun önceki dönemlerde koyun sütü veya koyun ve keçi sütükarışımından, bazen de manda sütü karıştırılan sütten üretildiğiancak, günümüzde özellikle sanayide hemen hemen tamamen inek sütükullanıldığına işaret edilen açıklamada, Türkiye'de büyük bölümü ineksütü olmak üzere 12,5 milyon ton süt üretildiği, bunun da yaklaşık 4,7milyon tonu kayıt altında, küçük, orta ve büyük ölçekli sanayideişlendiği kaydedildi.

AB'nin uyguladığı kota sistemi nedeniyle kayıtlı süt üretim miktarınınçok önemli olduğuna, kotanın üyeliğin kesinleştiği dönemde kayıtaltında olan, sanayide işlenen süt miktarına göre belirlendiğineişaret edilen açıklamada, bu konuda İtalya'nın önemli sorunlaryaşadığı hatırlatıldı.

Açıklamaya göre, Türkiye'de üretilen sütün büyük bir bölümü yoğurt vepeynir olarak tüketiliyor. Halen 838 bin tonu (yüzde 38) büyük, ortave küçük ölçekli sanayi tarafından, 1 milyon 362 bin tonu ise evlerdeolmak üzere toplam 2,2 milyon ton yoğurt üretildiği ve kişi başına 31kg yoğurt tüketildiği tahmin ediliyor. Yoğurdun 406 bin 125 tonu(yüzde 18,5'i) büyük ölçekli modern işletmelerde üretiliyor.

Vatandaşların, kırsal yerleşim birimlerinde kendi hayvanlarından eldeettiği sütle, şehirlerde ise sokaktan aldığı sütle yoğurt yaptığıanlatılan açıklamada, sokak sütlerinin sağlık ve hijyenik yöndenkontrol edilmediği için gıda güvenilirliği ve halk sağlığı açısındanrisk oluşturduğuna, sokak sütünden evlerde yapılan yoğurtlardakaynatmanın dışında gıda güvenilirliği açısından herhangi bir müdahaleyapılmadığına işaret edildi.

Bunun yanı sıra evlerde yoğurt yapımı için çiğ sütün kontrolsüzkoşullarda kaynatıldığı, uzun süre kaynatmanın sütün besin değeriniazalttığı belirtilen açıklamada, evde yapılan yoğurdun sanayiyeyönlendirilmesi ile daha güvenli bir ürün elde etmenin yanında kayıtaltına alınan süt miktarının da yaklaşık yüzde 30 artacağı kaydedildi.

Açıklamada verilen bilgiye göre, sütün yapısındaki protein ve kurumadde miktarı, türe, ırka, beslenmeye, döneme göre değişiyor.Türkiye'de inek sütlerinin ortalama protein değeri yüzde 3 civarındaolduğu için, evlerde yapılan yoğurdun protein değeri de süt sadecekaynatıldığı, protein artırılması yönünden vakum ortamda suyunuçurulması veya süt tozu ilavesi gibi başkaca bir işlem yapılmadığıiçin bu sütlerin protein değeri kadar.

KODEKS ALİMENTARİUS'A UYUM SAĞLANMAYA ÇALIŞILDI

Uluslararası nitelikte olan Kodeks Alimentarius'un 2003 yılındayayımladığı standartta, yoğurdun, ''sütün mayalanması ile elde edilenasgari yüzde 2,7 protein ihtiva eden bir ürün'' olarak tanımlandığıhatırlatılan açıklamada, Türkiye'nin de üye olduğu KodeksAlimentarius'un standardındaki ana ilkenin, yoğurttaki kıvam gözönünde bulundurulmaksızın, sütün protein ve kuru maddesinde artırımolmadan yoğurt yapılabilmesine imkan verdiğine işaret edildi.

Fermente Süt Ürünleri Tebliği'nde Şubat ayında yapılan değişiklikleKodeks Alimentarius Standardında uyum sağlamaya çalışıldığı, ayrıcaTürkiye'deki inek sütü değerlerinin dikkate alındığı vurgulananaçıklamada, şöyle devam edildi:

''Bu nedenle asgari protein oranı yüzde 3 olarak belirlenmiştir. Budeğer asgari değer olup, bunun üzerindeki değerlerde protein oranlarıiçeren yoğurt yapmanın önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Öncekitebliğe göre yapılan üretimin devamının veya önünün kesilmesi sözkonusu değildir. Kaldı ki bu tebliğ ile 'yoğurt' tanımlanmış olup,'Geleneksel Türk Yoğurdu' tanımlanmamıştır ve bu konuda çalışmalaryoğun olarak sürdürülmektedir.

Tebliğ ile evlerde yapılan ve toplumun yüzde 62;si tarafındantüketilen yaklaşık yüzde 3 proteinli yoğurdun gıda güvenilirliğişartlarına uyan sektör tarafından da yapılabilmesinin önü açılmıştır.Böylelikle protein ve kuru maddenin artırılması yöntemi olan süttensuyun uzaklaştırılmasını gerektiren evoparasyon veya süt tozu ilaveedilmesi gibi işlemlere gerek olmaksızın doğrudan sütten yoğurtyapılabilmesine imkan sağlanmıştır. Aynı zamanda Kodeks Alimentariusstandardında kuru madde değeri verilmemiştir. Tebliğde yoğurdun yağsızkuru madde değerinin verilmemesinin nedeni, sadece süt protein oranınabakılarak yapılabilecek hilelerin (tağşişlerin) kolay anlaşılabilirolmasındandır. Süt proteinin tağşişi mümkün olmadığından kuru maddedeğerine yeni tebliğde yer verilmemiştir. Ayrıca, kıvamla yoğurtproteini ve protein ile kuru madde arasında doğrusal bir ilişkivardır. Yeni tebliğle ambalajların üzerine protein oranını yazmamecburiyeti getirilmiştir. Eski tebliğde olduğu gibi yeni tebliğde desade yoğurtlara herhangi bir katkı maddesinin katılması yasaklanmışolup, çiğ sütün sulandırılması da yasaktır.''

''FİYATIN DÜŞECEĞİ, TÜKETİMİN ARTACAĞI ÖNGÖRÜLÜYOR''

Yeni tebliğe göre doğrudan sütten yoğurt yapıldığı takdirde fiyatındüşeceği ve yoğurt tüketiminin artabileceğinin öngörüldüğü belirtilenaçıklamada, yoğurtta protein oranının düşürülmesinin etkilerikonusunda şu değerlendirme yapıldı:

''Yoğurtta protein oranının yüzde 3'e çekilmesi, besin değeriaçısından protein oranındaki yüzde 25'lik bir düşüş gibigörülmektedir. Ancak, bu zaten toplamda yüzde 62 olan, evde üretimi vetüketimi yapılan yüzde 3 proteinli yoğurtlar için söz konusu olmayıp,sadece payı yüzde 38 olan sanayi üretimi için geçerlidir. Kaldı kiyüzde 3 protein değeri minimal bir değerdir. Tüketici tercihine bağlıolarak daha yüksek protein oranlarında da yoğurtların üretilebileceğigöz önünde bulundurulmalıdır. Bu itibarla yoğurt tüketiminin artmasınabağlı olarak besin değeri açısından toplamda bir düşüş olmayacağı gibihalkımızın istediği protein oranlarında yoğurt tüketmesi de mümkünolacaktır.''

Tebliğ ile herhangi bir katkı maddesi katılmadan, sütün doğrudanmayalanması ile yoğurt üretilebilmesine imkan sağlandığı vurgulananaçıklamada, eski tebliğde olduğu gibi yeni tebliğde de süt ve yoğurdakatkı maddesi katılmasının kesinlikle yasak olduğu, yapılan hilelerindenetimlerle ortaya çıkarılması oldukça kolay olduğu ve bu konudayoğun bir çalışma yürütüldüğü belirtildi.

Açıklamada, ''tebliğle ilgili tartışmaların güvenilir gıda ve sağlıkkonularıyla uzaktan yakından hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır''denildi.

Kaynak: Sabah Gazetesi





Ama bir de şunu dinleyin.Yazan kişi bu analizleri laboratuvar ortamında yıllardır yapan FSD üyemiz Funda Hanım.Her harfini aynen bende imzalıyorum.Balık yemleri konusunu araştırırken sadece bir madde günlerimi aldı!Şu listeye bir bakın!Diş macunundaki florid bile önemsiz kalır.

Yine de ne kadar becerebiliyorsunuz bilmiyorum ama siz sağlıcakla kalın!





Bakanlık Codex Alimentarius'un arkasına sığınıyor, ve özrü kabahatinden büyük açıklamalar yapıyor.
1)Protein değeri üzerinden hile yapılamaz diyor, melamin skandalını ne çabuk unuttular, protein analizi yapılırken ürünün içindeki azot miktarı belirlenir ve uygun katsayılar ile çarpılarak bulunan değer proteine çevrilir. Örnek olarak, su karıştırılmış sütlerdeki kuru madde ve protein değerlerini düzeltmek için yapısında % 66 .63 oranında azot bulunan melamin maddesi süttozlarına katılmıştır. Bugün melamin, yarın üre (gübre) veya başka bir madde olmayacağı ne malum.
Maalesef bir gıdanın kalite kriterlerini belirlemek için yapılan temel analizler ile nem, kül, yağ, protein, yoğunluk, vb. ürün üzerinde yapılan hileler, tağşişler belirlenemiyor. Gıda üzerinde oynanan o kadar çok hile hurda var ki, bu tür hileleri yapan üreticilerin zekası laboratuarlardan önde gidiyor.
Melamin katılmış süttozlarından dolayı onca çocuk ölmeseydi, ölümlerin nedeni araştırılmasaydı bu olayda skandala dönüşmeden kapanıp gider ve kimsenin ruhu duymazdı. Üstelik skandal ortaya çıkmadan önce Çin menşeili süttozlarının bizede girdiği kapalı kapılar ardında söyleniyorJ
2) Yeni yönetmelik ile yoğurt tanımlanıyor diyor, o kriterler ile üretilecek şey yoğurt ise, bizim bildiğimiz YOĞURT yoğurt değil o zaman. Türk Yoğurdu kriterleri üzerinde çalışma yapılacakmış.
3) Türk gıda kodeksi katkı maddeleri yönetmeliğinde, ayranlarda kıvam verici kullanılabiliyor, eminim çok yakında yoğurtlarda da kullanılmasına izin verilecek, codex alimentarius da izin veriliyor çünkü. Kendi değerlerimize, kendi ağız tadımıza bizden başka kimse sahip çıkamaz (bakanlık çıkmıyor ki..)
CODEX STANDARD FOR FERMENTED MILKS
CODEX STAN 243-2003 (google dan ulaşabilirsiniz) girip okuduğunuzda bakanlığın belirttiği gibi sütten direkt olarak yoğurt yapılmasına olanak sağlayan bir düzenleme olmadığı, kullanımına izin verilen katkı maddelerinin çokluğuna bakılarak bile anlaşılmaktadır.
Codex alimentarius da plain (normal) yoğurt için ince bir ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerekiyor: stabilizers ve thickeners kullanımı ülkelerin kendi yasal düzenlemeleri çerçevesinde esnek bırakılmıştır.
Kullanılmasına izin verilen katkı maddeleri aşağıda aynen aktarılmaktadır.
170(i) Calcium carbonate GMP
331(iii) Trisodium citrate GMP
338 Orthophosphoric acid
339(i) Monosodium orthophosphate
339(ii) Disodium orthophosphate
339(iii) Trisodium orthophosphate
340(i) Monopotassium orthophosphate
340(ii) Dipotassium orthophosphate
340(iii) Tripotassium orthophosphate
341(i) Monocalcium orthophosphate
341(ii) Dicalcium orthophosphate
341(iii) Tricalcium orthophosphate
342(i) Monoammonium orthophosphate
342(ii) Diammonium orthophosphate
343(i) Monomagnesium orthophosphate
343(ii) Dimagnesium orthophosphate
343(iii) Trimagnesium orthophosphate
450(i) Disodium diphosphate
450(ii) Trisodium diphosphate
450(iii) Tetrasodium diphosphate
450(v) Tetrapotassium diphosphate
450(vi) Dicalcium diphosphate
450(vii) Calcium dihydrogen diphosphate
451(i) Pentasodium triphosphate
451(ii) Pentapotassium triphosphate
452(i) Sodium polyphosphate
452(ii) Potassium polyphosphate
452(iii) Sodium calcium polyphosphate
452(iv) Calcium polyphosphate
452(v) Ammonium polyphosphate
542 Bone phosphate
1000 mg/kg, singly or in
combination, as phosphorus
400 Alginic acid GMP
401 Sodium alginate GMP
402 Potassium alginate GMP
403 Ammonium alginate GMP
404 Calcium alginate GMP
405 Propylene glycol alginate GMP
406 Agar GMP
407 Carrageenan and its sodium, potassium, ammonium, calcium and
magnesium salts (including furcelleran) GMP
407a Processed Eucheuma seaweed GMP
410 Carob bean gum GMP
412 Guar gum GMP
Codex Standard 243-2003 6
INS No. Name of Additive Maximum Level
413 Tragacanth gum GMP
414 Gum arabic GMP
415 Xanthan gum GMP
416 Karaya gum GMP
417 Tara gum GMP
418 Gellan gum GMP
425 Konjac flour GMP
440 Pectins GMP
459 Beta-cyclodextrin 5 mg/kg
460(i) Microcrystalline cellulose GMP
460(ii) Powdered cellulose GMP
461 Methyl cellulose GMP
463 Hydroxypropyl cellulose GMP
464 Hydroxypropyl methyl cellulose GMP
465 Methyl ethyl cellulose GMP
466 Sodium carboxymethyl cellulose GMP
467 Ethyl hydroxyethyl cellulose GMP
468 Cross-linked carboxymethyl cellulose GMP
469 Sodium carboxymethyl cellulose, enzymatically hydrolyzed GMP
470(i) Salts of myristic, palmitic and stearic acids with ammonia, calcium,
potassium and sodium GMP
470(ii) Salts of oleic acid (calcium, potassium and sodium) GMP
471 Mono- and di- glycerides GMP
472a Acetic and fatty acid esters of glycerol GMP
472b Lactic and fatty acid esters of glycerol GMP
472c Citric and fatty acid esters of glycerol GMP
508 Potassium chloride GMP
509 Calcium chloride GMP
511 Magnesium chloride GMP
1200 Polydextrose GMP
1400 Dextrins, roasted starch GMP
1401 Acid treated starch GMP
1402 Alkaline treated starch GMP
1403 Bleached starch GMP
1404 Oxidized starch GMP
1405 Enzyme treated starch GMP
1410 Mono starch phosphate GMP
1412 Distarch phosphate GMP
1413 Phosphated distarch phosphate GMP
1414 Acetylated distarch phosphate GMP
1420 Starch acetate GMP
1422 Acetylated distarch adipate GMP
1440 Hydroxypropyl starch GMP
1442 Hydroxypropyl distarch phosphate GMP
1450 Starch sodium octenyl succinate GMP
1451 Acetylated oxidized starch GMP


Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş

24 Mart 2009 Salı

BALIK NERDEN KOKAR?


Mini pembe hanımlar ilk şaşırtmadan sonra hemen toparlandılar.Üç tanesi iki süt dişi çıkarmaya başladı bile!Aferin benim kızlarıma.Dolunay vakti ektiğim tohumlardan henüz bir haber yok.Yumurta ise kendinden emin salonu dimdik gözetliyor!Tam 4 gün oldu.
Tüm bunlar olurken FSD'de çiftlik balıklarını tartışıyoruz.Oldukça sevdiğim bir konu olan deniz ve balık konusunda ben de birşeyler yazdım.Onları burada sizlere de aktarayım.


Yine cok onemli ve uzucu bir konu...Baliklari sadece bitkisel besinlerle beslemiyorlar ne yazikki.Hayvansal besinlerde kullaniliyor.Deli dana ders olmadi herhalde sirada manyak levrek var!Gerci onun da satilacak ilaclarini simdiden depolamislardir ya!Once bizi hasta etmeleri lazim.Resmen paranoyak yaptilar bizi!Onun da mi ilacini cikaracaklar yoksa :)))Bir scubaci ve deniz asigi olarak ilk soruna ne yazik ki evet diye cevap verebilirim.Cipuranin dis ve kafa yapisindan biraz anlasilabiliyor(dogal olanin kafasi daha sert acili ve disleri daha guclu ama ayirt etmek zaman aliyor)Somonlar da civa problemi var.Ayni zamanda da boyaniyor.Hala arastiriyorum duzgun olan var mi diye.Amerika'da Whole Foods'dan alirken hep boyanmamis naturel etiketlileri seciyordum.Bizde henuz yok bu sistem.Olta levregi bulursan gobek at!5 liralik tekirleri toksik kirmizi boyalarla boyayip 25'e barbun diye yutturuyorlardi hatirlarsan.Tavuk baligi diye tatsiz tuzsuz ve besin degeri cok dusuk bir balik cinsini(genelde yem yapilir) fileto mezgit diye satan cok ne yazikki...Kopek baligini ki sossuz cok yavandir yine baska adlarla satiyorlar.Keler yine bir kopekbaligi cinsidir bilmeyene ozel birseymis gibi yutturuluyor.Dip baliklari bilirsin ortodoks musevilikte haramdir ve hep dusunurum bu tur seyler binlerce yil oncesinden nasil ayrimlanmistir diye.Bunlar dip cokeltisi yerler.Yani nerde neyin coktugu onemli.Dil baligi fleto+ balik yumurtasi sarilmis rulolar izgara (Kordon'daki Deniz Rest. )her zaman bayila bayila yerim!Karadeniz deki kirlilik malum.Fener ve kalkana bayiliyorum ama fazla tuketmem.Omega3 icin yaza dogru sardalyamiz en temizi.Ayni familyadan sardalyanin minisi papalina cig bile yenir!Ege hala kurtarilmis bolge.Dalislarda da gorebiliyorsun denizlerimiz arasindaki farki.Canavar yosunun uc senedir kiyilarimiza iyice ulasmasi,balik populasyonunu kotu yonde etkilemeya baslamis olsa bileSu anda kiraca,istavrit,tabiki caanim cinekop.Yikayip kurulayip azicik deniztuzu ve zeytinyagi ile ovup 180 derece firina.14 dakikada sulu sulu ama citir da!Hamsi bastaci hala Karadenizli olmasina ragmen.Marmara Hamsisi daha iridir ama bizim lazlar makbuldur.(cherry domates misali,govde kuculdukce lezzet yogunlugu artar)SAKIN HAMSIYI AYCICEK YAGINDA(Omega 6) KIZARTMA der Prof.Kenan Demirkol hoca.Cunku Hamsinin omega3 unu yok ediyormus.Saglikli ve lezzetli tarifler istersen bir kac ton yazabilirim sonra :)))Laos,mercan olabilir.Bazen Istanbul'da kimsenin yuzune bakmadigi 8-10 santimlik minik mercanlar buluyorum.Yine firinda pullarini soymadan kendi bugusunda nefis pisiyor.Tadi pavuryayi andiriyor.Bol fosfor zarganada var.Balikci da tipki kasap gibi guven ve zaman meselesi.Kumkapi,cok erken saatte ve hep ayni adamdan alirsan fiyatta bile fark ederki ucuracak lezzetler de yakalamak mumkun arkadasim.Konu onemli ve derin.Gundeme getirdigin icin harikasin!Bazen bogaza balik tutmaya gidiyoruz.Bekleriz efendim!Hele bir de LUFER mevsiminde olursa...Karnim acikti ,dalisim geldi!!! Hadi rastgele


Çiftlik balıkları da otlarla tedavi edilecek Çiftlikte yetişen balıklardaki aşırı antibiyotik kullanımına karşı doğal otlu yöntem geliyor 10/04/2005 (626 kişi okudu) DHA - MUĞLA - Muğla Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gülşen Uluköy, 'Çipura, Levrek ve Alabalıkların Doğal Otlarla Bağışıklık Sisteminin Güçlendirilmesi' konulu projesini tamamladı. Uluköy, "İlkbahar ve sonbahar geçişlerinde balık çiftliklerinde üretilen deniz balığında 'vibriosis', alabalıklarda ise kızıl ağız hastalığı oluşuyor. Üreticiler buna karşı balıklara bilinçsizce antibiyotik yüklemesi yapıyor. Sonuçta balıkların Avrupa'ya ihracatında sorun çıkıyor. Antibiyotik kalıntısı fazla olan balıklar ihracattan dönüyor" dedi.
Kirlilik de önlenecek Proje hayata geçirildiğinde balık etinin daha lezzetli olacağına dikkat çeken Uluköy, yöntemi şöyle anlattı: "Doğada bulunan arapsaçı, domuz turpu, safran, nergis, kazsoğanı ve zambak bitkilerinin özsuyunu çıkaracağız. Laboratuvar ortamında etken maddeleri çıkarılan bitkilerle balıkların bağışıklık sistemi güçlendirilecek. Antibiyotik kullanımına gerek kalmadan, balıklar direnç kazanacak. Çiftlik balıkçılığında yüzde 15-20 olan kayıp oranı, bu projeyle yüzde 2'ye çekilecek. Antibiyotik kullanımı ortadan kalkacak. Balıklar daha lezzetli, pulları daha canlı olacak. İhraç edilen balıklar geri dönmeyecek. Antibiyotiklerin yol açtığı deniz ve çevre kirliliği önlenecek." Uluköy hangi bitkinin hangi balığa faydalı olduğunu belirledikten sonra bu etken maddeyi balığa yemle vereceklerini belirtti. TÜBİTAK ise projeye 165 bin YTL destek sağlıyor.

DENIZLERI AGLATMAYALIM
Beslenme konusu cok karisik.Her an yeni birseyler kesfediliyor.Asagida iki alinti yaptim.Greenpeace raporu bolum 3 ten (tilapia'dan sonra) itibaren konuyu irdeliyor.Link vermeyi beceremedim uzun oldu :( Ama her satiri cok onemli.Filiz'in de vurguladigi butunluk ve surdurulebilirlik cok iyi anlatilmis.Bildiginiz gibi danalara yamyamlik yaptirildigi icin bu felaket yasandi.Evet buyuk balik kucuk baligi yer ama yaninda antibiyotik,GDO'lu misir,renk verici boyalar ve yag yapici bitkisel takviyelerle degil.Bu yapay bilesenlerin sonuclarini bilmiyoruz.SADECE INSAN SAGLIGI UZERINDE DENEME YANILMA YONTEMI ILE SINIYORUZ!Aman ne hos!1950 lerde Amerika'da DDT nin saglikli oldugunun ilan edilmesi yada Monsantonun Roundup'i gibi.Sizin de bildiginiz gibi inek sutundeki CLA metabolizmanin yag yakimi icin sart.Ama inekler otlamadigi icin ,sizinkiler haric, bugun uretilen sutlerde CLA yok.Obezite ve diyabet konularini arastiranlar bunun disaridan takviyesinin ise yarayacagini dusunup,piyasaya CLA suruplari,kapsulleri yada L-Carnitin haplari surduler.Vucut gelistirmeciler dahil hala kullaniliyor.Bu CLA bitkisel orijinli oldugu icin malesef ayni ise yaramiyor.Sadece ureteni zenginlestiriyor!Biz insanoglunun beslenmesini cozemezken bu nasil para hirsidir ki dogayi satin aliyoruz!Balik yemlerinin halini da su alinti ile acikliyayim.

Balık yemi de kârlıKültür balıkçılığı yem sektörünü cazip hale getirmiş durumda.Balık yemi de kârlıKültür balıkçılığı yem sektörünü cazip hale getirmiş durumda. soL (HABER MERKEZİ) Ülkemizde sayıları hızla artan ve yabancı ortaklıklar bulan çiftliklerin yanı sıra balık yemi fabrikaları da birer birer açılmaya başlandı. Balık yemi süreç içerisinde, balık çiftliğindeki en yüksek maliyetli harcama olarak ayrı ve önemli bir sektör olmayı başardı. Balık çiftliklerinde hesaplar bin ton balık üretimi üzerinden yapılırken, bin ton balığın 2 bin ton yem yediği, 2 bin ton yemin, 1,8 milyon Euro gibi bir maliyet çıkardığı ve bunun üzerinden yemin kilosunun 0,9 Euro`ya ya da 90 Cent`e geldiği belirlendi. Kısacası balığın ağırlığının iki katı yem yediği, sonuç olarak yem yüksek maliyet tuttuğu için, çiftlik balıkçılarından aynı zamanda yem sektörüne girenlerin de güçlü tekeller haline geldiği görülüyor. Balık çiftliği sektörünün önde gelen firma sahipleri Selçuk Yaşar ve Orhan Kılıç, aynı zamanda yem işinden de yüksek kârlar elde etmeye başladı. Yabancı şirketlerin gözü açıldı En son Türkiye`de dünyanın dev tekellerinden Nutrecco bünyesinde yem faaliyetini yürüten Skretting firması, Güllük`te 10 milyon dolarlık yatırım yaptı. Trouw Yem Ticaret adıyla faaliyet yürütecek olan şirket 2009 Nisanı`nda üretime geçmeyi hedefledi. Sektörün kuralsız ve denetimsiz bir şekilde büyümesi, yabancı firmaların yem fabrikası kurmak için bölgeye akın etmelerine neden oldu. Az maliyet çok kazanç Denetimsizlik yem üreten şirketlerin maliyetini oldukça düşürdü. Sektörünün uluslararası danışmanlarından Patrick White çalıştay raporunda gerçekleri açıkça ifade etti: `Ege Bölgesi çiftlik balıkçılığı için çok elverişli. Doğal koyları var ve bu koylar çok korunaklı. İşçilik çok ucuz, bu avantaj. Düşük teknoloji ile üretim yapılabiliyor. Kafes yapılanmasında ve yem sektöründe bıktırıcı denetim yok.` Durumun vehametinin diğer göstergelerinden bir tanesi de Güllük`te temeli atılan Trouw Yem Fabrikası`nın ÇED raporunun henüz olmaması. Fabrika, yem deposu olarak gösterildiği için yasal olarak ÇED raporu gerekmiyor Burada yapılan yasal bir oyunla ÇED raporuna ihtiyaç olmadan fabrikada yem üretimi gerçekleştirilebiliyor.

Yazacak sey cok.Tabi bunlar benim dusuncelerim ve sadece beni baglar.Evet tabagimdaki balik daha ucuz ama bana sormuyorlarki ben bu tipsizi yer miyim diye?Cipura tanesi 18 lira mi,varsa alirsin.Ben 5 liralik hasta eden tatsiz seyi istemiyorum.Ha isteyen varsa buyursun yesin.3 kurus kar ederken hastane masraflarini karsilayacak iyi bir sigortasi oldugunu umalim!Ciftlik baligi oldurulmeden birkac gun once yemlenmez ki donduruldugunda midesi bos olsun,enzim uretmesin ve yine kilit kelime RAF OMRU UZASIN!Uretim tuketici odakli olmadigi,sadece kar amacli oldugu surece biz 5 liralik daha ne kaziklar yeriz kim bilir.Argumanlari herkes balik yesinmis.YESINLER!Herkes hasta olsun daha dogru halbuki.Bir deniz asigi olarak Kas'a her gidisimde beton canavarlari gormemek icin gozlerimi kapatip,gunesin ulkesi Likyanin turkuaz sularina dalardim.Liman agzindaki Fenerin orda ucaga inerken dost akyalarla,sol dudaginin ustu benli gulec laosla bir olurdum.Bugun ayni yerde balik ciftligi var ve evvelki yaz yapilan cekimleri bulup size gostermeyi isterdim:( Gorus mesafesinin 30 metrelerde oldugu yer simdi bir LAGIM CUKURU.Iki metre otesini bile goremiyorsun.Tutsak baliklar aglarin icinde;yeknesak,ben aglarin tam yureginde tutsak,beraber aglayip dururuz...

Sevgiyle kalin
Yesim Guris

"Antibiyotikler, balık hastalıklarının tedavisinde giderek artan miktarda kullanılıyor, bunun bir bölümü bilim için yeni bir durum. Zira, somon çiftçiliğinde kullanılan antibiyotikler doktorların ameliyatlarında kullandıklarıyla aynı; çiftlik somonlarında bulunan penisilinlerin, tetracyline'lerin, sülfonamid'lerin yenmesi, nüfusun tamamında alerjik reaksiyonlara ve antibiyotiklere karşı bir dirence yol açabilir. Furunculosis gibi kimi somon hastalıkları üç ayrı tipte antibiyotiğe karşı dirençli olabilir. Veterinerlik Denetleme Kurumu, çiftlik somonlarında düzenli bir biçimde antibiyotik kalıntıları, tortuları bulmaktadır."


Hazırlayanlar: Michelle Allsopp, Paul Johnston ve David SantilloGreenpeace Araştırma Laboratuarı, Exeter Universitesi, İngilterehttp://www.greenpeace.org.tr/ Akuakültür Endüstrisinin Sürdürülebilirlik Standartlarına Meydan Okumak 1) Giriş Su bitkileri ve hayvanları üzerine yapılan tarıma “akuakültür” denmektedir. Akuakültür yaklaşık 4,000 yıldır Dünya’nın çeşitli bölgelerinde süregelmekte (1). 1980’li yıllardan itibaren, toplam suürünleri yetiştiriciliği (hayvan ve bitkiler için) ciddi anlamda büyüme gösterdi.Küresel olarak bakıldığında, akuakültür üretimi, hayvansal tarımın en hızlı gelişen dalı oldu. Yirminci yüzyılın başından beri (2) yaklaşık 430 (%97) kadar su canlısı türü evcilleştirildi; evcilleştirilen su canlısı türü sayısı halen hızlı bir şekilde yükseliyor. Yakın bir geçmişte, bugün insanlar tarafından tüketilen besinsel balık kaynağının %43 kadarının akuakültürden elde edildiği hesaplandı (3). Fakat, son yıllarda balık stoklarının maruz kaldığı giderek artan aşırı avlanmadan dolayı avlanan balık sayısı giderek azalma eğilimi gösteriyor (4). Buna rağmen, deniz ürünlerine olan talebin sürekli artmasından ötürü, akuakültür sektöründe ciddi bir genişleme yaşandı. Bu genişleme bir açıdan deniz ürünlerine olan talebin artmasından kaynaklanmaktadır, özellikle somon ve karides gibi gelişmiş ülkelere yönelik lüks türler içinse, genişlemenin kendisi, artan talebin bir nedenidir (bkz. resim 1). Tablo 1. 2000 – 2005 Dünya Akuakültür Üretimi (subitkiler hariç) Toplam Üretim(Milyon ton)200020012002200320042005Deniz Akuakültürü14.315.416.517.318.318.9Tatlısu Akuakültürü21.222.523.925.427.228.9
Kaynak: FAO Dünya akuakültüründeki baskın türler, besin zincirinin alt ucundaki türlerdir (deniz kabukluları, otobur balıklar ve hem hayvan hem bitki ile beslenen balıklar) (bkz. resim 2). Örneğin deniz kabukluları ve sazan balığı, gelişmekte olan ülkelerde insanlar tarafından tüketilen türler içerisinde ciddi bir paya sahiptir (5). Diğer taraftan, besin zincirinin daha üst kısmında bulunan, karides, somon ve yüzgeçli balıklar gibi türlerin üretimi de artmaktadır; bunun nedeni, gelişmiş ülkelerde bu türleri talep eden hazır bir pazar bulunmasıdır. (5)
Deniz kaynaklarının sürekli olarak küçülmesine ve aşırı avlanmaya maruz kalmasına karşın, akuakültürü, artan dünya nüfusunun giderek artan balık ihtiyacını karşılamak adına mükemmel bir çözüm olarak sunanlar oldukça yaygın. Ancak, bu endüstrinin gelişmesiyle, üretim yöntemlerinin yoğunlaşması eğilimi de görülüyor, özellikle de etobur türlerin üretimi bakımından. Bu da, hem çevre üzerinde pek çok ciddi olumsuz etki ortaya çıkardı, hem de insan hakları ihlallerine neden oldu. Okuduğunuz bu rapor, akuakültürün küresel endüstriye de yansıyan çevresel ve toplumsal açıdan önemli bazı etkilerini ele almaktadır. Öncelikle somon, orkinos, karides ve çiklit gibi türler üzerinde durulmaktadır. Bu vaka incelemeleri ile çevresel ve sosyal sorunların bazıları gözler önüne seriliyor; bu sorunlar, günümüzde akuakültürün sürdürülebilirliğine zarar vermektedir (Bölüm 2). Gelişmekte olan ülkelerde, hem üretim hem de işleme endüstrilerinin olumsuz sosyal etkiler yarattığı gözleniyor. Sorunlar, üreticilerin ve ürün işleyicilerin, yüksek oranda rekabetçi olan bir pazarda karlarını artırırken, tüketicilerin talep ettiği düşük fiyatları karşılama arzusundan kaynaklanıyor (Bölüm 2). Bazı türlerin beslenmesinde balık besini ve balık yağının kullanılması temel bir sorundur (Bölüm 3). Akuakültür için daha sürdürülebilir bir zemin yaratmak amacıyla, çevre üzerindeki diğer olumsuz etkiler de ele alınabilir (Bölüm 4 ve 5). Bölüm 6’da, akuakültür ürünlerinin sertifikalanması kısaca ele alınıyor. Akuakültürün bir noktada tamamen sürdürülebilir hale gelmesi gerekecek. Akuakültürün bunu başarması için, sıkı kurallar benimsemesi ve bunlara bağlı kalması gerekecek (Bölüm 7). Bu raporun daha kapsamlı ve tüm referansları mevcut hali şu internet adresinden indirilebilir:http://www.greenpeace.org/aquaculture-report. 2) Akuakültürün İnsanlar ve Doğa Üzerindeki Olumsuz Etkileri Aşağıdaki vaka incelemeleri kesinlikle kapsayıcı değildir. Bu incelemelerin amacı daha çok, akuakültür etkinlikleri ile ilgili geniş sorunların yelpazesini örneklemek ve akuakültür endüstrisinin sürdürülebilirlik iddialarına dair ciddi kuşkuları açığa çıkarmaktır. 2.1 KARİDES Habitatın Yok Edilmesi: Karides üretimi için yaratılan göletler binlerce hektar mangrove ormanı alanı ile sulak alanı yok etti. Filipinler (6), Vietnam (7), Tayland (8), Bangladeş (9), Ekvador (10) ve Brezilya dahil olmak üzere pek çok ülkede mangrove ormanlarında ciddi tahribat meydana geldi. (Şekil 3) Mangrove ormanları önemlidir çünkü bu ormanlar, çok sayıda deniz ve kara hayvanını destekler, sahil bölgelerini fırtınalardan korur ve sahil bölgelerinde yaşayan pek çok toplululuğun geçim kaynağı açısından önem taşır. Mangrove ormanları özellikle de, ticari açıdan önemli balıklar dahil olmak üzere, yavru deniz canlılarının barınağı konumunda olduğundan, yok edilmeleri, ticari balıkçılık açısından ciddi zararlara neden olabilmektedir (11, 12). Vahşi Yavru Türlerin Stok Olarak ToplanmasıBazı türler için akuakültür, vahşi doğadan yavru balıkların veya yavru kabukluların toplanmasıyla gerçekleştiriliyor. Örneğin, akuakültür endüstrisinin ihtiyaç duyduğu yavru karideslerin (bunların bilimsel adı postlarva’dır) ciddi bir bölümü kuluçka yuvalarında yetiştirilen karidesler olsa da, dünyanın pek çok yerindeki karides çiftlikleri hala vahşi doğada yakalanan yavru karideslere bağlı durumdadır. Vahşi doğadan yavru karideslerin toplanması nedeniyle, bazı doğal karides stokları artık aşırı düzeyde tüketilmiştir (13, 14). Daha da ötesi, yavru karidesler, her bir avlanma sırasında yakalanan canlıların sadece küçük bir oranını temsil edebilir, bu avlanmalar sırasında büyük oranda istenmeyen canlıların yakalanması (by-catch) ve diğer türlerin ölümü meydana gelebilir (bakınız metin kutusu 1). Bu durum, bölgesel biyoçeşitliliğe ciddi zararlar vermenin yanında, deniz kuşları ve sürüngenler gibi başka türlerin besinlerini de azaltmaktadır. METİN KUTUSU 1 Vahşi karides yavrularının toplanması sırasında zarar verilen canlı türleri · Bangladeş’te, toplanan her bir yavru kaplan karides başına, diğer türlere ait 12-551 adet karides larvası yakalandı ve öldürüldü, bunlara ek olarak, 5-152 adet balık larvası, 26-1636 ader makrozooplanktonik hayvan dahil yakalanıp öldürüldü. · Honduras’ta, bildirildiği kadarıyla yıllık 3.3 milyar yavru karidesin toplanması, diğer türlere ait tahmini 15-20 milyar kadar diğer yavrunun ölümüne sebep oldu. (13)· Hindistan’da Sundarbans bölgesinde, yavru kaplan karidesler toplam avın %0.25-0.27 kadarını oluşturmaktadır. Avın geri kalanı muazzam oranda yavru yüzgeçli balıklardan ve kabuklulardan oluşmaktadır; bunlarsa kıyılara atılmakta ve orada ölmektedir. (15) Hastalık Kontrolünde Kullanılan Kimyasallar Bakterilerin, mantarların, maya hücrelerinin ve diğer patojenlerin öldürülmesi için akuakültür kafeslerine çok çeşitli kimyasallar ve ilaçlar eklenebilmektedir. (16) Bu kimyasalların yakın civarda bulunan su canlılarına zarar verme olasılığı her zaman vardır. Antibiyotiklerin aşırı kullanımı da insanlarda hastalıklara yol açan bakterilerin bu ilaçlara bağışıklık kazanması açısından kamu sağlığı için risk oluşturmaktadır. Vietnam (17) ve Filipinlerdeki (18) karides çiftlikleri üzerinde yapılan araştırmalar, bakterilerin çiftliklerde kullanılan antibiyotiklere karşı bağışıklık kazandığını gösterdi. İçme Suyunun Tüketilmesi ve Tuzlanması İle Tarım Alanlarının Tuzlanması Karides üretimi yapılan gölcüklerde, karideslerin büyümesi açısından suyun optimum tuzluluk oranını korumak için, gölcüklere sık sık ciddi miktarda taze su beslemek gerekmektedir. Bu da ancak ya yer altı su kaynaklarından ya da yakın derelerden suyun pompalanması ile mümkün oluyor; bu da yerel taze su kaynaklarının tükenmesine neden olabilir. Buna ek olarak, aşırı su pompalama da, yakın denizlerden tuzlu suyun su kaynaklarına akmasına sebep olabilir. Bu da tatlı su kaynaklarının tuzlanmasına neden olur ve insanlar tarafından kullanılamaz hale getirir (19, 20). Örneğin Sri Lanka’da, sahilde, karides çiftlik bölgelerinde yaşayan insanların %74 kadarının artık ellerinin altında içme su kaynakları yoktur (21). Bunlara ek olarak, karides çiftlikleri nedeniyle, yakın bölgelerdeki tarımsal alanların tuzlanması ve bu nedenle hasadın düşmesi de mümkündür. Örneğin, tarımsal alanların karides çiftlikleri nedeniyle tuzlanması neticesinde Bangladeş’te çok yaygın hasat azalmaları bildirildi (22). İnsan Hakları İhlalleri Karides çiftlikleri pek çok yerde, daha önce çok sayıda insanın ortak alan olarak kullandığı sahil bölgelerine erişimi engellemiştir. Bu tür alanlarda genellikle resmi toprak hakları ve tapular açısından bir belirsizlik olduğu için, sonuçta insan topluluklarının geniş ölçekte yerlerinden edilmesi durumu yaşanmıştır. Bu durumlarda da genellikle bu topluluklara bir maddi tazminat veya üzerinde yaşayabilecekleri alternatif bir toprak sunulmamıştır (metin kutu 2’ye bakınız). Metin Kutusu 2. Karides çiftliklerinin oluşturulması sırasında el konulan topraklara dair vaka incelemeleri Endonezya’da bazı karides çiftliklerinin oluşturulması sürecinde, polisler ve hükümet kurumları tarafından desteklenen şirketler, topraklara zorla el koymuş ve bölgede yaşayan topluluklara ya yetersiz tazminat vermiş, ya da hiç vermemiştir. Buna benzer durumlar Sumatra, Maluku, Papua ve Sulawesi’den de bildirilmiştir. Ekvador’da, raporlara göre, binlerce topraklara zorla el konulması vakası yaşanmıştır. Bu vakalardan sadece %2 kadarı yasal zeminde çözüme ulaştırılmıştır. İddialara göre, nesillerden beri o bölgede yaşayanlara ait olan on binlerce hektar toprağa zorla el konulmuştur. Bu olaylar sık sık fiziksel kuvvet kullanımını ve askeri kuvvetlerden destek alınması gibi şiddet yollarını da içermiştir (21).1992-1998 yılları arasında Honduras’ın Fonseka Körfezinde ticari karides çiftçiliği yapan şirketlerin bölgedeki toprağa el koyması sebebiyle, sahilde yaşayan çok sayıda insan, geleneksel besin kaynaklarına ve balıkçılık yaptıkları yerlere erişim imkanını yitirdi (23). Bu endüstriye karşı yapılan şiddetsiz eylemlere karşı sık sık tehditlerle ve baskıyla karşılık verildi. Çevresel Adalet Kuruluşunun (Environmental Justice Foundation) bilgilendirmesine göre, şirketlerin güvenlik görevlileri ve karides endüstrisi ile ilişkili “uygulamacı”lar tarafından sık sık şiddete uğrayan protestocular, ayrıca uydurma gerekçelerle de tutuklandılar. En az 11 ülkeden gelen bilgilere göre, protestocuların öldürülmesi de söz konusu (bakınız şekil 4). (Sadece Bagladeş’te, akuakültürle ilgili ihtilaflar sonucunda yaklaşık 150 cinayet olayı olmuştur.) Bu gibi şiddet olaylarının failleri çok nadiren adalet önüne çıkıyor. 2.2 SOMON Besin Kirliliği Balık veya kabukluların üretildiği çiftliklerde oluşan organik atıklar, yenmemiş besinler, vücüt atıkları ve ölü balıklardan oluşmaktadır (24). Somon tarımında bu gibi atıklar kafeslerin yakın civarındaki su ortamına karışır. Bazı aşırı durumlarda, kafeslerde çok sayıda balık bulunması nedeniyle oluşan atıklar, hem tarımı yapılan balıkların hem de vahşi balıkların ölümüne neden olacak düzeyde oksijen düşmesine neden olabilmektedir. Daha yaygın görülen durum ise, yoğun somon yetiştirilen kafeslerin etrafında, biyoçeşitliliğin fark edilir ölçüde azalmasıdır (25). Örneğin, Kanada’da yapılan bir araştırma sonucunda, somon kafeslerinden 200 metre uzaklıkta deniz yatağındaki biyoçeşitliliğin azaldığı gözlendi (26). Şili’de, sekiz somon çiftliği civarındaki biyoçeşitliliğin en az yüzde 50 azaldığı görüldü. Atıklar aynı zamanda bitki besini olarak da işlev görebilir; su dolaşımının kısıtlandığı alanlardaki atıklar nedeniyle, belirli fitoplankton (mikroskopik suyosunları) ve filament suyosunu türleri büyük bir hızla büyüyebilir (27). Bunun sonucunda ortaya çıkabilecek suyosunlarının bazıları çok zararlıdır; bir dizi deniz canlısının ölümüne yol açabilirler ve kabuklu deniz hayvanları nedeniyle insanlarda zehirlenmelere yol açabilirler. Çiftlik Somonlarının Vahşi Doğaya Karışması Tehlikesi Çiftliklerde yetiştirilen Atlantik somonlarının genetik çeşitliliği vahşi Atlantik somonundan daha düşüktür (28, 29). Bu nedenle, çiftlik Atlantik somonları, vahşi somonlarla çiftleşirlerse, ortaya çıkacak nesiller, vahşi somona göre daha az dayanıklı olabilir ve vahşi doğa uyum sağlama açısından önem taşıyan genetik değişkenlik yeteneklerini yitirmiş olabilirler. İlk başlarda, kafesten kaçan somon balıklarının vahşi doğadaki koşullara uyum sağlayamayıp ölecekleri düşünülmüştü, fakat kaçan balıkların büyük bölümü yaşadı (yılda 3 milyon kadar tahmin ediliyor) (30), ve bu somonların şu anda Norveç, İrlanda, İngiltere ve Kuzey Amerika’daki vahşi somonlarla çiftleştmekte olduğu anlamına geliyor. Bu yeni nesil somon yavrularının vahşi doğada sağ kalma yeteneği daha az olduğu için, zaten tehlike altındaki somon nüfuslarının yok olması riski artıyor. Norveç’te, doğada üreyen somon nüfusunun yüzde 11-35 kadarının çiftliklerdeki somonlardan oluştuğu tahmin ediliyor; bazı nüfuslar için bu oran yüzde 80’i aşabiliyor (28). Çiftlik somonlarının doğaya karışmasının devam etmesi, somon nüfusunun orijinal genetik profilinin bir daha geri gelememesi sonucunu doğurabilir (31). Vahşi Atlantik somonunun, yaşadığı bölgelere karışan çiftlik somonları nedeniyle tehlikeyle karşılaşmasına ek olarak, Pasifik akıntılarına karışan Atlantik çiftlik somonları, Kuzey Amerika’da steelhead ve Güney Amerika’da galaxiid gibi başka yerel balık nüfuslarıyla rekabete girerek, onların besinlerine ve yaşam alanlarına ortak olmaktadır (28). Hastalık ve Parazitler Stok yoğunluğunun yüksek olduğu çiftlik kafeslerinde hastalıklar ve parazitler çok ciddi sorunlara neden olabiliyor. Çiftliklerin civarından geçen vahşi balık nüfusları da bu durumdan etkilenebiliyor. Somon çiftliklerinde dikkat çeken bir örnek, parazit deniz bitkileridir; bunlar somon derisi, mukus ve kanla beslenir ve bazı durumlarda balık ölümüne de yol açar. Britanya Kolombiyası’ndaki (32) ve Norveç’teki (31) çiftliklerden yayılan deniz bitkileri nedeniyle, vahşi somon nüfuslarının olumsuz etkilendiğine dair kanıtlar mevcuttur. Britanya Kolombiyası’nda yakın zamanda yapılan araştırmalar, çiftlikler nedeniyle yaşanan deniz biti enfeksiyonunun, önümüzdeki 4 nesil içerisinde yerel pembe somon nüfuslarının %99’unun yok olacağını gösteriyor (33). Eğer yaşanan enfeksiyonlar engellenmezse, bu türün yok olması neredeyse kaçınılmazdır. İnsan Hakları Açısından Sorunlar Batılı ülkelerdeki piyasaların talebi üzerine Güney Şili’de somon çiftlikleri 1980’lerin sonundan itibaren hızla çoğaldı (34, 35). 2005 yılında dünyadaki somon üretiminin neredeyse yüzde 40’ı, Şili’li üreticiler ve işleyicilerden kaynaklanıyordu (36). Bu hızla gelişen endüstrinin güvenlik sicili ise dehşet vericidir. Şili’deki balık çiftliklerinde ve işleme tesislerinde güvenlik koşullarının kötü olduğu, hatta hiçbir güvenliğin olmadığı yaygın bir şekilde bildirilmektedir (35, 36). Son 3 yılda 50’den fazla kaza sonucu ölüm gerçekleşti, bunların çoğu dalgıçlardı. Buna karşılık, dünyanın en büyük somon üreticisi olan Norveç’teki tesislerde tek bir ölüm vakası bildirilmedi (37). Şili’den bildirilen bilgilere göre, aynı zamanda, sektörde çalışan işçilere düşük maaşlar (ulusal yoksulluk sınırı civarında) ödeniyor, uzun çalışma saatleri uygulanıyor, kadınların annelik haklarına saygı gösterilmiyor ve kadınlar sürekli bir şekilde cinsel tacize maruz kalıyor (35, 36). 2.3 DİĞER DENİZ YÜZGEÇLİLERİ Deniz yüzgeçlilerinin akuakültürü gelişmekte olan bir endüstridir. Somon balıkçılık teknolojisinin gelişimi ve somonun piyasa fiyatlarındaki düşüş nedeniyle, üreticiler, daha değerli somon türlerini büyütmelerine öncülük ediyor. Günümüzde büyütülen türler arasında şunlar da yer almaktadır: (1) Norveç, Britanya, Kanada ve İzlanda’da Atlantik Morinası; (2) Kanada, Norveç ve Kuzeydoğu ABD’de mezgit, (3) Hawaii’de Pasifik Berberbalığı (Threadfin?), (4) Britanya Kolombiya’sı ve Washington Eyaletinde Anoplopoma fimbria; (5) Lutjanus analis; (6) Atlantik pisibalığı; (7) Kalkan; (8) levrek ve (9) Çupra (5),. Çoğu tür genellikle ağ ile sarılı alanlarda veya somon gibi kafeslerde yetiştirilmektedir. Diğer taraftan, Atlantik pisibalığı ve kalkan türleri genellikle kara üzerindeki tanklarda yetiştirilmektedir. Somon çiftiliklerinde yaşanan çevre sorunlarına benzer sorunların, bu “yeni” deniz türlerinin kafeslerde yetiştirilmesi sırasında da görülmesi olasıdır. Bazı durumlarda daha da ciddi sorunlar yaşanabilir. Örneğin morina balığı, Atlantik somonuna göre çok daha fazla atık üretir (28), bu da potansiyel besin kirliliği riski yaratmaktadır. Bu sorunun etkilerini azaltmak için kafesler, karadan uzak mesafelere, su hareketlerinin daha güçlü olduğu alanlarda kurulsa da, yine de başka olumsuz etkilerin görülmesi olasıdır. Somon akuakültüründe olduğu gibi, bu balıkların yetiştirilmesi sırasında hastalıkların vahşi balık nüfuslarına yayılması tehlikesi vardır. Eğer çiftliklerdeki balık nüfusları genetik olarak seçiliyorsa da, kafeslerden kaçan balıkların vahşi balıklarla rekabete girmesi ve onlarla çiftleşerek, genetik değişkenliği azaltması tehlikesi mevcuttur. 2.4 ORKİNOS ÇİFTLİKLERİ– AKDENİZ’DEN MAVİ YÜZGEÇLİ ORKİNOS’UN NESLİNİN TÜKETİLMESİ Kuzey mavi yüzgeçli orkinosunun şu anda Akdeniz’de aşırı avlanıyor olması, hem bu bölgedeki orkinos türünün geleceğini, hem de yüzlerce Akdeniz balıkçısını tehdit ediyor. Bu türün ticari açıdan sonunun gelmesinin an meselesi olduğuna dair ciddi kaygılar var. (38). Greenpeace 1999 yılında, Akdeniz’deki mavi yüzgeçli orkinos nüfusunun azalması ile ilgili bir rapor yayınladı (39). Bu raporda son 20 yılda orkinosların stok biyokütlesinin (toplam ağırlık) %80 kadarının yok olduğu belirtiliyordu. Buna ek olarak her avlanma sezonunda muazzam miktarlarda yavru orkinos yakalanmaya devam ediliyor. O tarihte Greenpeace, mavi yüzgeçli orkinos türünün karşılaştığı başlıca tehditin, IUU (Illegal, Unreported and Unregulated) balıkçılık; yani yasadışı, kayıtsız ve denetimsiz balıkçılık, yani “korsan balıkçılık” olduğunu belirtmişti. Korsan balıkçılık, yasalar dışında ve bildirimsiz yapılmaktadır, başka bir deyişle, okyanuslardan balıkların çalınması sürecidir. Bu olay ciddi ve yaygın bir küresel sorun haline geldi, deniz biyoçeşitliliğini tehdit etmeye başladı ve sürdürülebilir balıkçılığın tesis edilmesi önünde ciddi bir engel oldu (40, 41). Bundan 7 yıl sonra, 2006’da, Greenpeace tarafından yapılan ek araştırmalar, orkinos türüne yönelik tehditlerin daha da arttığını gösterdi (38). Korsan balıkçılık hız kesmeden devam ediyordu, üstelik artık, Akdeniz ülkelerinde giderek artan sayıdaki orkinos çiftliklerine balık sağlamak gibi yeni bir teşvik edici neden daha eklenmişti. Orkinos yetiştiriciliğinde, balıklar canlı olarak yakalanır ve kafeslerde suni olarak beslenir. Kilo alan balıklar daha sonra öldürülerek özellikle Japonya gibi ülkelere satılır. 1990’ların sonlarında başlayan orkinos yetiştiriciliği 2006 yılına kadar 12 ülkeye yayıldı (bakınız şekil 5). Bugün, orkinos balıkçılığında yönetim bozukluklarından dolayı Akdeniz’den her yıl kaç adet orkinosun yakalandığı hakkında bilgi sahibi değiliz. Fakat en azından, yasal kotanın çok üzerinde avlanma yapıldığı açıkça ortada. Örneğin, 2005 yılı sayılarına bakıldığında, 44,000 tondan fazla orkinosun Akdeniz’de yakalandığı tahmin edildi. Bu sayı, öngörülen av kotasından %37.5 fazlaydı, daha da kötüsü, bilimsel temelde tavsiye edilen avlanma oranının ise neredeyse %70 üzerindeydi. Orkinos çiftliklerinin toplam kotası, izin verilen toplam avlanma kotalarının üzerinde. Bu da bölgede yasa dışı avcılığı açıkça teşvik ediyor. Bu sektördeki gelişmeler incelendiğinde, orkinos çiftliklerinin yasa dışı balık avcılığı ile desteklendiği görülüyor (38). 2.5 TILAPIA Yabancı Türlerin Ortama Karışması Yeni bir tür, yerlisi olmadığı bir ekosisteme eklendiğinde, düzenli bir şekilde çoğalabilir, lakin bu çoğalma yerel türleri olumsuz şekilde etkiler (42). Tilapia türü “yabancı türlerin bir ortama eklenmesi” konusunda verilebilecek çok güzel ve çarpıcı bir örnektir. Akuakültür alanında en büyük öneme sahip 3 tür tilapia vardır: Nil tilapiası, Mozambik tilapiası ve mavi tilapia (43). Bu tatlı su balıkları Afrika ve Orta Doğu’ya özgü canlılar olmalarına rağmen, akuakültür sayesinde artık 85 farklı ülkede yetiştiriliyorlar. Şu anda dünyada, sayısal temelde ele alındığında, sazandan sonra en sık yetiştirilen balık tilapia türüdür (44). Tilapia balıkları, yetiştirildikleri bölgelerde kafeslerden kaçarak, yeni yaşam alanlarını başarılı bir şekilde işgal etmiştir. Bunun sonucunda dünyanın değişik noktalarında yaygın bir şekilde çoğalan yabancı bir tür haline gelmiştir. Tilapia balıkları, yerlisi olmadığı yaşam alanlarına girdiğinde, hem yerli canlıların yavrularıyla beslendiği, hem de yavruların yaşam alanı olan bitkileri yediği için, yerli balık türlerini tehdit eder. Tilapia balığının, yerlisi olmadığı alanları işgalinin olumsuz etkilerine dair şu tip örnekler bulunuyor:1) Nevada ve Arizona’da yok olma tehlikesi altındaki bir balık nüfusunun azalması2) Madagaskar’da yerel bir balık nüfusunun azalması3) Nikaragua ve Kenya’da, yerel Çiklit türlerinin nüfuslarında azalma4) Meksika’daki Chichincanab Gölüne kaçan tilapiaların üremesi ve yerel balık türlerinin nüfuslarının azalması pahasına, gölün baskın türü haline gelmesi (44). 3. Balık Etinin ve Balık Yağının Yem Olarak Kullanılması / Bycatch Akuakültürde kullanılan balık eti ve balık yağı büyük ölçüde hamsi, ringa balığı ve sardalya (büyükçe sardalyalar ateş balığı olarak da bilinir) gibi ”endüstriyel balıkçılık” denen yolla edinilen küçük yağlı balıklardan elde edilir. Akuakültür metodları yoğunlaştıkça, yem kaynağı olarak balık eti ve yağına bağımlılık artış göstermeye başladı. Özellikle etçil hayvanlar elde etmek için yapılan çiftçilik, sentetik yiyecekleri vahşi yaşamda beslenilen doğal avlara benzetebilmek için kullanılan balık eti ve balık yağına büyük ölçüde bağımlıdır. Etçil Hayvan Çiftçiliği: Net Bir Protein Kaybı Akuakültür endüstrisi sürekli olarak, faaliyetlerinin, dünya balık kaynaklarının sürdürülebilir geleceğini garanti etmek açısından kilit öneme sahip olduğunu ve aşırı tüketime maruz kalan deniz kaynaklarının üzerindeki baskıyı rahatlatacağı fikrini destekledi. İşin aslı, etçil balıkçılıkta ve karidesçilikte, doğadan avlanan balık girdisi, çiftlikte elde edilen balık çıktısını kayda değer miktarda aşmaktadır, çünkü dönüştürme verimlilikleri yüksek değildir. Mesela; üretilen her 1 kilogram somon balığı, başka balıklar veya karidesi beslemek için 2.5 ila 5 kg arasında vahşi balık kullanılmaktadır.45 orkinos çiftçiliğinde, besin olarak kullanılması gereken vahşi balık miktarının üretilen ton balığına oranı daha da fazladır: 1 kg çiftlik balığı için 20 kg yem balık.46 Sonuçta etçil türler için yapılan çiftçilik, balık proteini kazancından ziyade net bir kayıpla sonuçlanıyor. Yani, etçil türlerin çiftçiliği, vahşi balık stokları üzerindeki baskıyı azaltmak yerine, farklı türlerden de olsa, yine vahşi balık stokları üzerindeki baskıyı artırıyor. Akuakültürün daha da yoğunlaşması ve balık akuakültürünün yaygınlaşmasıyla birlikte; balık eti ve balık yağı talebinin mevcut sürdürülemez arzı geride bırakması muhtemeldir. Sürdürülemez Balıkçılık...Endüstriyel balık stokları da dahil olmak üzere, birçok küresel deniz balık stoğu şu anda sürdürülemez bir şekilde tüketime maruz kalıyor. Bu konuda diğer deniz türleri için de kaygılar mevcuttur çünkü endüstriyel balıkçılar tarafından avlanan balıklar, deniz ekosistemlerinde hayati bir rol oynuyorlar. Bu balıklar; başka birçok balık türünün (ticari öneme sahip türler de dahil), deniz memelilerinin ve deniz kuşlarının avıdır. Endüstriyel olarak balıkçılığı yapılan türlerin aşırı avlanmaları, bazı deniz kuşlarının üremeleri üzerinde olumsuz etkilere yol açtı (metin kutusu 3'e bakınız). Endüstriyel olarak avlanan bazı önemli balık türleri üzerinde yapılan bir değerlendirme; büyük ölçüde, bu alanlardaki balıkçılığın kesinlikle sürdürülemez olduğu sonucuna vardı.47 Başka bir araştırma da, balık stoklarının tamamen tüketilmiş ya da aşırı tüketilmiş olarak görülmeleri gerektiği gösterdi.48 49 Sonuç olarak, akuakültürün balık eti ve balık yağına olan bağımlılığını azaltması acil bir ihtiyaç haline gelmiştir. METIN KUTUSU 3 - Endüstriyel balıkçılığın deniz kuşları üzerindeki olumsuz etkisi· 1960’ların sonlarında Norveç'teki ringa balığı stokları aşırı avlanma sonucu çöktü. Stoklar 1969-1987 arasında düşük seviyede kaldı ve bu durum da, yiyecek yetersizliği sebebiyle, kutup martılarının üreme başarılarında ciddi ölçüde olumsuz etkiye yol açtı50.· Kuzey Denizi'ndeki kumbalıklarının son yıllarda aşırı avlanmakta oluşlarının siyah bacaklı martıların üreme başarıları üzerinde olumsuz etkisi oldu51. Bu kuşları ve kutup martılarının yerel nüfusunu korumak için 2000 ile 2004 yılları arasında İskoçya'nın doğusunda balıkçılığın durdurulması önerildi. Akuakültürde Balık eti ve Balık yağına talepAkuakültür yaygınlaştıkça ve yoğunlaştıkça, akuakültür endüstrisi tarafından kullanılan balık eti ve balık yağı miktarı yıllar boyunca artış gösterdi. 2003 yılında bu endüstri, dünyadaki toplam balık eti üretiminin %53'ünü ve balık yağı üretiminin %86'sını kullandı52. Akuakültürde artan balık eti ve balık yağı talebi -kendi başına tartışmalı bir konu olmak üzere- hayvancılıktaki kullanımın bu sektöre yönlendirilmesiyle karşılandı. Şu sıralarda, balık etinin ve balık yağının hayvancılıktaki kullanımı, giderek artan şekilde, kümes hayvanlarının ve domuzların yetiştirilmeleriyle sınırlandırılıyor. Önceleri sert margarinlerin ve pastane ürünlerinin imalatında kullanılan balık yağı şimdi büyük ölçüde hayvancılığa yönlendirilmiş durumda53. Şekil 6, 2003'te küresel ölçekte başlıca türlerce akuakültür yem bileşeni olarak kullanılan balık eti tahminlerini betimliyor. Her ne kadar son yıllarda akuakültürde yem olarak kullanılan balık etinin yerine bitkilerden elde proteinleri koymaya yönelik bir trend ortaya çıktıysa da, etçil türlerin diyetlerinde kullanılan balık eti ve yağının miktarı hala yüksek bir seviyede. Üstelik bu trendin gelişim hızı yavaş olduğu için, üretilen etçil balıkların sayısındaki artıştan doğan balık eti kullanımını karşılamaya bile yetemedi. Örneğin, 1997-2001 arasında, üretilen bir birim somon balığını beslemek için gereken vahşi balık miktarı %25 azalırken, toplam somon balığı üretimi %60 arttı: Bu durum, dönüşüm verimliliğindeki gelişmelerin çoğunlukla gölgede kalmasına neden oldu. Gıda güvenliği sorunlarıDeniz türlerinden elde edilen balık eti ve balık yağının akuakültürde kullanımının insanların gıda güvenliği üzerinde de etkileri var. Örneğin, Güneydoğu Asya'da ve Afrika'da, endüstriyel balıkçılığın hedef almakta olduğu açık deniz balıkları, insan beslenmesi açısından önem taşıyor54. İnsan topluluklarının nüfusu arttıkça bu balıklara talebin artması muhtemel, ki bu da onları hem akuakültür hem de doğrudan tüketim yoluyla baskı altına sokacak55. Dahası, avlanma sırasında ağa takılan (uygunsuz bir biçimde ”değersiz balık” olarak adlandırılan) ve balık eti üretiminde kullanılan ekonomik değeri düşük balıklar, aslında gelişmekte olan ülkelerdeki insanlar için önemli bir besin kaynağı durumunda56. ”Değersiz balıklar”ın akuakültürde kullanımı, bu balıkların fiyatlarını, kırsal bölgede yaşayan fakir insanların karşılayamayacağı şekilde arttırıyor52. Bu etkenleri göz önünde tutarak, BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO - Food and Agriculture Organization) akuakültür üretiminde önde gelen ülkelerin hükümetlerine, ”değersiz balık”ların yüksek değerli balık yetiştirilmesinde yem olarak kullanılmasını yasaklamalarını önerdi. 4. Daha sürdürülebilir yemlere doğru ilerlemek Akuakültür endüstrileri büyük ölçüde, kültür balıklarına yem imalinde kullanılan vahşi balıkların yakalanmasına bağımlıdır. Bu durumun, sınırlı bir kaynağın yoğun ve genel olarak sürdürülemez kullanımı olduğu yaygın olarak kabul edilmektedir. Bunun neticesinde, akuakültür endüstrisi, bitkisel temelli yem maddelerinin değerlendirilmeleri ve daha çok kullanılması ile, balık eti ve balık yağına bağımlılığın azaltılması gerektiğini kabul etmiştir. Bitkisel yemler zaten akuakültürde besin maddesi olarak kullanılıyor. Kullanılan ve/veya özellikle gelecek vaadeden bitkisel yemler arasında soya fasulyesi, arpa, kanola, mısır, pamuk tohumu, bezelye ve bakla bulunuyor57. Eğer bitkisel yemler akuakültürde kullanılacaklarsa, gözden kaçırılmaması gereken nokta şu ki, bu durumun sürdürülebilir olabilmesi için o bitkilerin sürdürülebilir tarım yoluyla elde edilmeleri gerekir. Sürdürülebilir tarım; tanım itibariyle, genetiği değiştirilmiş (GDO) ekinlerin kullanımını dışlar. Genetiği değiştirilmiş ekinler, birçok çevresel etki potansiyeli ve GDO olmayan ekinlerin genetik kirlenmesi ile ilişkilidir, ve gıda güvenliği alanında hala çözülmemiş olan birçok kaygıya neden olmuşlardır58. Bazı otçul balıklar ve hem etçil hem otçul beslenen balıklar için; balık büyümesi ve elde edilen ürün seviyesi üzerinde olumsuz etki yaratmadan, beslenmede kullanılan balık etini tamamen bitkisel yemlerle değiştirmek mümkün olmuştur52. Böyle türlerin bu şekilde yetiştirilebilmesi, yemlerin kendilerinin sürdürülebilir tarımla üretilmesi şartıyla, akuakültür için daha sürdürülebilir bir gelecek olduğuna işaret ediyor. Etçil türleri beslemek daha sorunlu görünüyor. Beslenmede balık eti ve balık yağı en az %50 düşürülebiliyor, ama bitki içeriğinin tamamen ikamesi ticari üretim için henüz mümkün olmadı. Sorunlar arasında şunlar da var: Bitkilerde, anti-besinsel etkenler olarak bilinen, balıklar için elverişli olmayan bazı bileşenlerin bulunması ve bazı zaruri yağ asitlerin (Omega-3) yetersizliği29 52. Yağlı balıklar insan beslenmesinde önemli bir omega-3 yağ asidi kaynağı olarak görülür; ama balıkların yalnızca bitkisel yağ temelli diyetlerle beslenmeleri, etlerinde bu yağın miktarını azaltır. Öte yandan, son araştırmalar gösterdi ki; kesim zamanlarından hemen önce yeniden balık yağına dönüş yapıldığı takdirde, balık yağı girdisi bitkisel yağlarla azaltılabilir59. Deniz karidesleri üzerine yapılan en son araştırmalar, beslenmede balık etinin yerine büyük ölçüde bitkisel içerik konulmasının mümkün olabileceğine işaret ediyor; ancak bu konuda ilave çalışmalar yapılması gerekiyor. (60, 61) Bazı akuakültürler, özellikle de ”organik” olarak sınıflandırılanlar, yem olarak balık kırpıntılarını -balıkların insan tüketimi için kesilmeleri ve işlenmeleri sırasında oluşan parçaları- kullanıyorlar. Bir atık ürününün kullanılması bakımından bu süreç, normal balık eti kullanımından daha sürdürülebilir durumdadır. Öte yandan, balık kırpıntılarının geldiği balıkçılık alanının kendisi sürdürülebilir değilse, balık kırpıntılarının kullanılması sürdürülebilir sayılamaz, çünkü bu durumda, balıkların aşırı tüketilmesi döngüsüne katkıda bulunmaktadır. 5. Sürdürülebilir Akuakültür Sistemlerine Doğru İlerlemek Akuakültür operasyonlarının sürdürülebilir üretime doğru ilerleyebilmesi için, endüstrinin, kullandığı yöntemlerin doğal ve sosyal çevre üzerindeki etkilerini her açıdan tanıması ve bunlarla ilgili sorumluluklarını yerine getirmesi gerekmektedir. Bu durum da esas olarak, endüstrinin, üretim faaliyetlerinden doğan sorunları (atıkların elden çıkarılması gibi) çevre üzerine yüklemesinin artık söz konusu olamayacağı anlamına geliyor. Bu da, kapalı üretim sistemleri oluşturmaya yönelmek anlamına geliyor. Örneğin, besin nedeniyle oluşan kirliliği önlemek için, bu atıkların içerisinde yer alan besleyici maddelerin yararlı bir şekilde kullanılması için yollar üretilebilir. Bu alanda örnek olarak, bütünleştirilmiş çoklu-tropik akuakültür (IMTA) (4 numaralı kutuya bakılabilir), aquaponik ve bütünleştirilmiş pirinç-balık yetiştirme sistemleri gösterilebilir. METİN KUTUSU 4 IMTA, yani bütünleştirilmiş çoklu-tropik akuakültür sistemlerinde, deniz yüzgeçlileri ve karides gibi beslenen türlerden elde edilen organik atıklar, deniz yosunu ve kabuklu deniz ürünleri gibi yetiştirilen diğer türler için yem olarak kullanılıyor (bakınız 5. şekil). Örneğin İsrail’deki ticari bir IMTA çiftliğinde, mercanbalığı yetiştiriliyor ve besin yönünden zengin atıkları deniz yosunları yetiştirmekte kullanılıyor. Yosun ise ticari olarak satılabilen Japon abalonlarının beslenmesinde kullanılabiliyor1. Geliştirilmekte olan diğer sistemlerde ise, deniz yosununun kendisi ticari olarak bir değere sahip olabilir. 2,3 Aquaponik sistemlerde, balık çiftliklerinden gelen atık sular, sebze, bitki ve/veya çiçeklerin büyümesi için bir besin kaynağı olarak kullanılıyor. Ticari olarak var olan bir aquaponik sisteminde, tilapia balığı kara üzerindeki tanklarda yetiştiriliyor ve bu tanklardan elde edilen atık su, seralardaki sebzelerin (topraksız olarak) yetiştirilmeleri için kullanılıyor4. Hollanda’da yer alan Happy Shrimp (Mutlu Karides) isimli bir şirket, sebzelerin yetiştirilmesi için kısmen çiftliklerinden elde ettikleri atıkları kullanıyor. Karidesler, yüksek oranda bitkisel protein içeren akuakültür yemine ek olarak deniz yosunları ve bakterilerle de besleniyorlar. Karidesler, çevresel olarak sürdürülebilir şekilde ısıtılan seralarda yetiştirilirler ve hiçbir yavru karides doğadan yakalanmaz...
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş

23 Mart 2009 Pazartesi

SÜTÇÜMÜZ AYSUN BİZE YENİ BİR KAPI AÇIYOR


Bızdıklar büyümeye devam ediyorlar.Yumurta hala ayakta dikilmiş salonu seyrediyor!Ben de bugün söz verdiğim üzere SÜT ile ilgili detayları veriyorum.
Çiftçi olmaktan gurur duyan,dünya tatlısı bir hanım AYSUN hanım.Eşi ile beraber,harika bir sürüsü ve hayvan dostu,tam hijyenik,bir de çiftlikleri var adı GÜNDÖNÜMÜ.

aysun@gundonumu.biz.tr

ise iletişime geçebileceğiniz elektronik posta adresi.Sütler kapınıza kadar geliyor eğer İstanbul'da oturuyorsanız.Hangi yaka olursa olsun.

Kendisini tanıtan bilgiler istemiştim.Aşağıdakileri yollamış.
Her satırında bir kez daha gurur duydum kocaman yürekli bu aydın Türk kadını ile. Bize sağlık dolu bir yol gösterip,kapıdan girmemizi sağladığın için çok sağol...
Aysun the sütçü İYİKİ VARSIN!



Sevgili Yeşim Hanımcım;

Sürüme ve sütüme dair kısaca önemsediğim noktalar:

1-Sütünü sağdığımız ineklerimiz 6 ayda bir (tüberküloz ve brusellosis yönünden) kan testi oluyorlar ve Tarım Bakanlığının ülkede çok az sayıda verebildiği Hastalıklardan Ari Sürü Sertifikasına sahipler.
Bu sertifikayı 5 sene önce İstanbul'da alan ilk sürü bizim sürümüz (Sertifika nomuz 34-01);ülkemizde de çok az sayıda sertifika sahibi işletme olduğunu iyi biliyorum.Ben 6 sene önce brusellosis hastalığı geçirdim;Allah düşmanıma vermesin.Çok ağır bir tedavi geçirdim.Vanayı açıp kana kana çiğ süt içebileceğim bir üretim oluşturmayı amaçladık eşimle;ve şükür ki 4 senedir de bu hayalimiz tıkır tıkır işliyor.
2-Kapalı sistem sağım ve direkt soğutma.Kapalı sistemde hava değmeden sağım yapıyor ve sağım esnasında +37 derecede çıkan sütü +4 dereceye soğutuyoruz.Böylelikle sütün içerisindeki organizmaların üremelerini durduruyoruz.Bu organizmalar sütü yiyip içip-üremek yerine düşük sayıda serin serin beklemede kalıyorlar.Dolayısı ile sütümüzün hijyen standartı epey yüksek oluyor.(Örn.:geçen ayki sayımda 1.800 ad/ml bakteri-Olması gereken maksimum ise 100.000ad/ml dir,ülkemizde bu oran maalesef milyonlarla ifade edilmektedir. -Amerika da 15.000 ad/ml bakteri ve altı standardında üretim yapan işletmeler için 12 eyalette çiğ süt satışı serbesttir.)
3-İneklerimize fabrika yemi vermiyoruz.Biyogüvenlik ve kuraklığa bağlı olarak otlatmıyoruz da maalesef ;ancak kendi karıştırdığımız ve kısmen de kendi ürettiğimiz ot-tahıl karışımlarını yediriyoruz.
4-Son olarak da el değmeden;sağım esnasında soğuttuğumuz sütlerimizi el değmeden kilit kapak sıfır şişelere doldurup;İstanbul trafiğinde kapı teslimi getiriyoruz.
5-Proses ünitemiz yok ;kreması-proteini ve her türlü iksir besin maddeleri ile birlikte sadece soğutulmuş çiğ süt üretiyoruz.
6-Hayvanlarımız ASLA bağlı değiller;bilakis koruluğa doğru yayıldıkları harika bir ortamları var.Onlara iyi şartlarda baktığım ve her geçen gün onların refahını arttırmaya yönelik planlar yaptığım,hayaller kurduğum epey mutlu bir sürüm olduğunu söyleyebilirim.

benimle ilgili yazılan bazı yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
http://www.pi.web.tr/?p=3230
http://baldanadam.blogspot.com/2009/03/aysun-sutcu.html
http://sibelinkahvesi.blogspot.com/2009/01/sutcu.html
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=819978

Eh bu kadar güzellikten sonra ne denilebilir ki!!!

Tabi ki BOTTOMS UP!

Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş

22 Mart 2009 Pazar

VAROLMAK BİLE YETER!





















Hava yağmurlu kimin umurunda.Benim içim de güneş çoktaaaan doğmuş...
Dün sabah erkenden minikleri şaşırttım.Yeni karyolalarına geçtiler.Dilerdim ki hepsininki gökkuşağının ayrı bir rengi olsun ama onları en sıcak tutacak siyah.Zaten büyüdükçe ciddi renklere geçen insanlarımız gibi,şimdiden koyu renklere alışmaya başladılar!Ben onları şaşırtırken onlar da beni şaşırttılar!Günlerdir sabırla beklediğim 10 bıcırdan 2'si de nihayet uyanmış!!!Tam bayram havası esti evde!Böyle bir günde tohum ekilmez de ne zaman ekilir!Hemen 10 tane daha çimlendirmek üzere viyollere konuldu ve üzerleri 3mm. organik torfla örtüldü.Biraz su fısfıs,şapkalarını da taktık mı tamamdır!
Sonra verelini yumurta dikme macerası.Bu sene kendimle gurur duydum çünkü sadece 4 dakikada becerdim!
Sizinkiler ne alemde?
Öğlen, FSDostlarımla Hamov'da buluşup nefis yemekler tattık.Defne Koryurek ve Ahmet Örs Beyle GDO üzerine konuştuk.Topik yedik.Mükemmeldi.Ben ilk defa dalak dolması ve çorbasını tattım Vedat Milor'un NTV'deki programında öğrendiğim.Güzel ama benim için fazla ağır,hergün yiyemem.Kocaman kocaman midyeleri nerden buldularsa,yaprak sarma gibi,onlar da nefisti,hafif ezik ve iç malzemesi bol.Tam ağzıma layık!Tarama anlatılır gibi değil,babaannemin ki ile yarışabilir,rahmetli duymasın!Dilimin üzerinde denizden köpük köpük bir dalga gitti ve geldi...Füzyoncular ve moleküler mutfakçılar kızacak ama bu hissi vermek için çok araştırmaları lazım.Sır sadece tatta gizli değil...Rengin ve homojenitenin varlığı bir yana,dilin üzerinde kayarak, her tat duyunuza usulca dokunan köpük kadar hafif ama limon zeytinyağı birleşmesiyle de bir o kadar da yoğun,ağzınıza aldığınız heran ben buradayım dedirten bir tarama...Ellerine sağlık yapanların da bu reçeteleri bulunduğumuz anın ötesine taşıyanların da...
Ne zaman eski bir reçete tatsam lezzetin ötesinde bir haz alırım.Belki de,diyelim MS. 538 yılında,tıpkı 2009'da benim yaptığım gibi,bir insan Haliç'in kıyısında denize karşı benzer bir tarifi,limon yerine garumla veya sirke ile o turuncu boncuk boncuk yumurtaları saatlerce dövdü.Ta ki o eşsiz lezzeti yakalayana kadar...
Pembe domatesi korumak ne kadar önemli...Ve diğer henüz yitmemiş herşeyi...

En başta hep ama hep SEVGİYİ...

Eve geldiğimde sevgili çiğ yumurtam hala ayakta idi!
Bu sabah yine yüzümü bile yıkamadan doğru salona.Yumurta dimdik yeni tohumlara gözcülük etmeye devam ediyor.Bir bıcır fazla sudan Temel Reis'in Safinaz'ını bile geçmiş!
Taze kereviz sapları incecik doğranır.Kavuniçi köy yumurtası,üzerine biraz deniz tuzu çekip,çok az da karabiber,çırpılıp içine fıstık yeşili saplar hemen kızmış tavaya azıcık soğuk pres Edremit zeytinyağı.Yanına da ev yapımı kara ekmek keten tohumlu.Bir çay kaşığı silme Seylan tarçını bir bardak kaynar su ile karıştırılır.En son bir kaşık kestane balı...Kilosu 100 lira değil 1000 lira olsa ne yazar (olmasın tabi!!!)Bu acımsı mucize,beni tüm gün gülümsetmeye yeter!
Arılar,kestane ağaçları,iyiki varsınız.Varolmak,varolduğunun farkındalığında olmak,çok güzel...

Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş

20 Mart 2009 Cuma

GÜNEŞ,HAFiZE ANA, KUBABA,YUMURTA ...






Harika bir sabah,pırıl pırıl bir güneş.Hava sıcaklığı 5 derecelerde,insanı canlandırıyor...Ve daha yüzümü yıkamadan salona koşmamın ödülü,SABIRIN VE SEVGİNİN ÖDÜLÜ!Minicik bir sürgün!O günlerdir merakla beklediğim ilk bıcır da minik başını iki senelik derin uykudan kaldırmayı başardı.Aferin ufaklık...Sıra diğer 9 kardeşinde.Pembe anamız yine bizlerle...Geçen sene tam da bugünlerde aramızdan ayrılmıştı canım Hafize Baliç ve ben o zaman şu satırları paylaşmıştım,bize onca tohumu ve bilgiyi şefkatle aşılıyan bu bilge Anadolu kadınının sevenleri ile,

Sevgili Baliç ailesinin ve tüm PDA'nın başı sağolsun.
İnsanlar adları anılmadığı zaman gerçekten ölürlermiş.
Hafize Anamız,her pembe tohumu meyveye dönüştüğünde Pembe Anamız olarak sonsuza dek sevgiyle var olacak...
Saygılarımla,
Yeşim Güriş MART 17,2008

İki sene önce Pembe anamızın bana teslim ettiği tohumlar,vefatından tam bir yıl,üç gün sonra tekrar bizimle...Baharın ılık sihirli dokunuşları ile herşeyi birer birer ve tekrar tekrar binlerce yıldır uyandırışına biz de beraber şahit olacağız,ister madde,ister enerji boyutunda olalım.Hep birlikteyiz ve BİRİZ!

Pagan Germen kültürde 21 mart günü güneş tanrısı yeraltından çıkıp karısı tanrıça Ostrata ile buluşurmuş ve yeni yıl o gün başlarmış.İşte binlerce yıllık şarkısı:
Yılın tekerleği döner, günü tüne (geceye) eşitlerken

Ostara, bahara hükmeder,

Güneşin çocuğunu büyütür.

Tanrıça yeryüzünü kutsar, toprağın yaşam-enerjisini yenilerken.

Baharda gömün tohumu toprağa,

Güneşin çocuğu kapıda.


Hunların ünlü destanında Oğuz kışın açtır ve donmak üzereyken bir kurt yavrusuna rastlar ve kurt yavrusu ona şöyle der: ‘Ey, Oğuz oğlu, ilerdeki yol ayrımında seni bir sürü koyun, kucak dolusu başak, bir kirman, bir de el değirmeni bekliyor. Onları evine götür. Koyunu kesip etini yersin, yününden iplik , kendine elbise yaparsın, derisini giyersin. Buğday tanelerini de el değirmeniyle öğütüp, unundan ekmek yaparsın. Böylece baharı karşılamış olursun. Yalnız sana verdiğim emanetlere dikkat etmelisin. Başakları ve koyunu arttırmalısın. Kuzuları şefkatle büyütmeli, buğday tanelerini yere serpip, onu alnının teriyle sulamalısın. Söylediklerimi yapmazsan, yaşamın çok zor olur.’ Oğuz oğlu yol ayrımına gelir. Ve kurt yavrusunun saydıklarını bulur. Onları alır, mağarasına getirir. Kışı güzelce geçirdikten sonra ilkbaharla birlikte sürüyü dağa yayar. Buğday tanelerini toprağa serper. Gece gündüz sürülere, başaklara gözkulak olur. Böylece, Allah, Oğuz oğluna görünmemiş bir bolluk nasip eder. O günden sonra, Oğuz oğlu yıl boyunca çalışır. Yine destana göre, Oğuzlar yavru kurda rasladığı o güne ‘Nev+ruz=yeni +gün adını verir ve yıl başını o günden hesaplar. Kendisine uğur getiren Nevruz'da bayram etmeği adet haline getirir.
Azerilerin “Yedi sin” sofrası dedikleri bir Nevruz sofraları var. Yedi sin demek yemekte “S” harfiyle başlayan yedi nesnenin bulunması şarttır demek. Sağlık simgesi olarak bilinen sarımsak, lezzet simgesi olan sirke, insanlara ümit verdiği bilinen sebze, bereket getiren summak,yaşam kaynağı olan su,zenginlik göstergesi sikke,uzun ömür anlamına gelen saat, Sofrada bu yedi sin ve semen(buğday filizi) var.Nevruz’dan birkaç gün önce bir avuç buğday bir tabağa konuyor, bayram gününe kadar her gün ılık suyla sulandırılarak sıcak yerde bırakılıyor. Böylece bayram gününe kadar buğday semeni yeşermiş olur.Bahar çiçekleri, güneş ışığını temsilen bir kaç mum ve yumurtalarla birlikte masanın ortasına semen konuluyor. Nevruzla birlikte yüzünü gösteren güneş, yaza doğru tüm görkemiyle parlayacaktır. Germen kavimlerinde ise güneşin yani çocuğunun büyümesi olarak görülüyor. Baharda zayıf çelimsiz güneş,yazın güçlü bir kral olarak geri dönecektir.

Hristiyanlıkta paskalya yumurtalarla kutlanır.

Germenlerin Ostrata'sı,Roma'da Venüs,Yunan'da Afrodit,Mısır'da Hathor,Astarte,İştar,(İştar:Kuzey Zazaca'da Astare,Güney Zazaca'da ise İştar'dır ve Türkçe karşılığı Yıldız demektir.
İştar, Akad mitolojisindeki bir tanrıça. Sümer mitolojisindeki İnanna'dan türemiştir; İştar'a İnanna'nın Akad mitolojisindeki hali denilebilir. Kökeni kuzeybatı Semitik tanrıça Astarte'ye dayanır. İştar'ın Astarte, Anunit ve Atarsamain olarak da anıldığı olmuştur.
İnanna Utu/Shamash'ın ikiz kız kardeşi, Nanna/Sin'in kızıdır. Enlil'in dünyasında ilk doğan odur. Verilen ilk isimler Sümerce iken ikinciler Akadlar tarafından bu tanrılara verilen isimlerdir.
Tanrıça İştar Venüs gezegenini temsil eder.
İştar'ın batı dillerindeki kullanılan karşılığı, 'yıldız' anlamında 'star' (İngilizce), 'Stern' (Almanca)'dır. Eski dönemlerde batıda, haftanın her bir günü, birine ayrılarak Güneş, Ay ve beş yıldıza (bazıları aslında gezegen) tapınılıyordu. 'Saturday' olarak kullanımdaki İngilizce sözcük, Satürn gezegenine adanmıştı.)


Öz be öz Anadolulu anatanrıça KUBABA...Neolotik dönemden beri İNSANOĞLU, aynı güneşin altında,farklı coğrafyalarda, binlerce yıldır buğday eker,yumurta yer,depremden korkar ve hep kendi hikayesini tek ve özgün sanıp,ötekinden korkar...Diğerlerinden bihaber yiter gider ama güneş hep doğar...
Bu cumartesi dolunay var.Pembe tohumların toprakla buluşması lazım.Onların savaşı sadece VAROLMAK.Ya insanoğlu !Ne zaman minicik bir tohum kadar akıllanacak?Yok etmek yerine ne zaman varetmeyi başaracak?

PDA'nın minicik bir tohumu olarak,birlikte güzellikler üreten bir bahçemiz olduğu için,BİRLİKTE ve BİR olduğumuz için huzur doluyum.


Bu cumartesi,gün ve gece EŞİT olacak,dünyanın o hissedemediğimiz titreşimi bile bir süre için durulacak.Etrafta minik bir çocuk varsa alın elinize bir yumurta.Düz bir satıhta mesela bir masa,yüzeyi kaygansa kağıt bir peçete serin önce,iki parmağınızla dikkatlice yumurtayı dik olarak tutun ve yavaşça parmaklarınızı çekin.Yumurta dimdik günlerce duruyor!(ben 15 dakika denedim anca oldu,teyzemse ilk denemesinde başardı ve 6 gün boyunca yumurta dikili kaldı!)
Ben bunu dört sene önce Arizonalı birinden öğrendim.Kapadokyalı dostlarla rımla,heyecanla,bu benim için farklı ve yeni bilgiyi paylaştığım da,bana zaten kendilerini bildik bileli her bahar ve güz dönümünde zaten bunu yaptıklarını,biraz da kendi kültürüme dair cahilliğimden utanarak öğrendim!

Minicik bir çocuğun şaşkın,sorgulayan gülümsemesi her daim,güneş gibi,içimizi tüm haşmetiyle ısıtsın,sarıp sarmalasın,kucaklasın ...
Sevgiyle kalın,
Yeşim Güriş



















19 Mart 2009 Perşembe

SÜTTEN BIYIKLARIMI GERİ İSTİYORUM


Gözümü açar açmaz doğru salona.Sekiz kafadar mutlu mutlu büyüyor,hatta üç tanesi ilk süt dişlerini çıkarmaya başlamış!Minicik yaprak uçları bana bizi daha büyük bir yatağa taşı bu beşik pek minik artık diyorlar.Onları ŞAŞIRTMAM lazım!Bu cumartesi çok önemli bir gün,ekinoks.Tarım yapmaya başladığından beri insanoğlu hep güneş ve ay döngülerini izlemiş.Ben de balkonda bir nevi mutlu sürgün hayatı yaşayacak olan pembe sürgünlerimi neden bundan mahrum bırakayım!Hem ikinci parti tohumları ekerim,hem de bizim bıcırları şaşırtıveririm.Dolunay olması ise MÜKEMMEL ...
Bu arada eski tohumlarda hiç hareket yok.Çok garip ama yine de sabırla beklemeye ve fısfıs su banyoları ile onları gıdıklamaya devam.Vardır bir bildikleri elbet.Belki onlara hediye ettiğim çiçeğin güzel kokusuyla baharın geldiğini anlayıp,onlar da uyanıverirler!Ben gidip sabah sporumu yapayım,onlar da bi daha düşünsünler bakalım!
Geçenlerde süt konusunda bizim PDA grubuna yazdığım maile cok güzel tepkiler geldi.Sağlık,spor ve beslenme konularında bunca yıldır araştıran ve uygulayan biri olarak,bilgilerimi paylaşıp,hiç tanımadığım insanları daha sağlıklı ve bilinçli kılmak harika bir duygu....Teşekkür ederim.Aşağıda süt ve saklama ile ilgili olanı ekleyiverdim.
Merhabalar,

Fikir Sahibi Damaklar (FSD) grubunda bir suredir sut konusunu islemekteyiz.Asagidaki maili sizlerle paylasmak istedim.Son zamanlarda "sadece kutu sut icin" propagandalari ile beynimizi yikayanlarin etkisine girmemekte ve benim gibi israrla acik sut kullanmaya devam etmekte iseniz,yada oh ne iyi UHT sut kullaniyorum,tertemiz saglikli yanilgisinda olup,miniklere bile Akrilamid veriyorsaniz lutfen okuyun ve beraber bir daha dusunelim.Cam sisede mis gibi pastorize sut ile hic te PAK olmayan kartonlarda UHT sutlerin cok farkli oldugunu unutturdular bize...Sutle yaptigimiz pembe domates corbalarinin zehir degil sifa olmasi dileklerimle...

Sevgiyle kalin
Yesim Guris


Değerli grup üyeleri,konu adli tıp alanı dışında olabilir fakat bulaşmadan edemeyeceğim,konu, daha çok sokak sütünün olası zararları üzerine ve ekonomikaçıdan açıklanmaktailgili alanlar, veterinerlik, zooteknik, tarım ekonomisi ve gıdateknolojisi gibi sayılabilir,bu tartışmalara pek katılmayan grup ise gıdacılar,halbuki konunun en önemli boyutu onları ilgilendiriyor,paketleme ve UHT tekniği,tv deki çeşitli reklamların (sanki ihtiyacı varmış gibi) konu ileilgili paketleme fabrikası tarafından finanse edildiği,Ülkemizdeki sokak sütü satış oranının ancak %3'ler seviyesinde olduğu,hiper-süpermarketlerde nadiren/tesadüfen karşılaşılan günlük pastorizesütlerin neredeyse kaybolmakta olduğu,bu malum firmanın kendi ülkesinde UHT süt satışının hiç bulunmadığı,hatta avrupa ve amerikada ancak dağcıların sırt çantalarında taşımakiçin çok az satışının bulunduğu,....PAK ve ....BRICK isimleri ile Türkiye pazarının tamamını elinegeçirmiş bu dev isveç firmasının neredeyse Ülkemiz dışında hiçbiryerde bu ürünü satamadığı, (nedense?, sağlık açısından yasak olmasınsakın?)avrupa ve amerikada süt tüketiminin günlük şişe sütlerde olduğu,UHT tekniğinin insan sağlığına son derece zararlı AKRİLAMİD oluşmasınaneden olduğu,AKRİLAMİD'in prekanseröz olduğu,ayrıca ...PAK kutularının 7 katmandan oluştuğu ve en iç kaplamasınındiğer katmanlar arasında oluşan toksik etkili ürünlerin sütüniçerisine migrasyonuna (göç etmesine) engel olamadığı,UHT tekniği ile üretilen sütün aniden 150 C dereceye çıkartılıp anidensoğutulması işlemi sonrasında, protein zincirlerinde insanbağırsağında hazmedilmesi imkansız türde bir denatürasyona nedenolduğu,bu tür denatüre proteinlerin bağırsaklardan emilmeden dışarıya atıldığı,sadece kalsiyum ve bir kaç mineral ve vitaminin emilebildiği,üniversitelerdeki gıda bölümü hocalarının çoğunun bu gerçekleribildiği ve çeşitli (??) nedenlerle bu konuyu açıklamaktan geridurdukları,hatta bir anektod vermek gerekirse;gıdacı bir öğretim üyesinin "niçin bunları basın yoluyla toplumlapaylaşmıyorsunuz" sorusuna;"aman hocam ne yapıyorsun, bizi yok ederler!!" şeklinde bir beyanının olduğu,bu firmanın öncelikle Ülkemiz sağlığı açısından, sonra ekonomik açıdanciddi tehlikeleri bulunduğu gerçekleri çok çarpıcı,esasen biraz daha araştırma yapıp konuyu daha teknik verilerlepaylaşmam iyi olurdu fakat yoğun bir çalışma temposu içerisindeyim,konuya ilgi duyanlar daha fazla araştırabilir,şahsi çözümümü de belirteyim,yaklaşık bir yıldır oturduğumuz yere yakın bir köyden, iki ineğibulunan bir kişiden haftada 8-10 litre süt alıyorum,litresi 1 TL, 3-5 dk hafif kaynatıp, kaynar vaziyette aroma veya tamekmeyve suyu şişelerine dolduruyorum, ağızlarını hemen kapatıpçalkalıyor ve 5 dk sonra buzdolabına yerleştiriyorum, oldukça uzunsüre muhafaza edilebiliyor,çocuklarıma uzun yıllardır içirmiş olduğum (UHT) paket sütlerdendolayı ise neden daha önce incelemedim ve bilgilenmedim diye de vicdanazabı çekiyorum,Saygılarımla,
12 Mart 2009 Perşembe 14:27 tarihinde Adnan SERPEN

18 Mart 2009 Çarşamba

BU BICIRLAR ÇOOOOK MERAKLI!




Sabahın büyük bir bölümünü blog ayarları ve resim yükleme çalışmaları ile geçirdim.Avniye hanım sağolsun PDA logomuzu da yüklemeyi öğretti.Gerçi Pembe Sürgün yazısı,PDA logosuyla üst üste bindi ama buna da şükür!Benim sekiz kafadar keyifli keyifli salonda masanın üzerinde birbirleri ile büyüme yarışına girdiler.Dayanamadım resimlerini çekeyim dedim ama açık havada.Tamda bembeyaz bulutlar mavi gökyüzünde dansa başlamışken kaptığım gibi bıcırları doğru balkona.Üşüyecekleri endişesiyle iki poz şipşak,hemen içeriye geri aldım.Mayısta gece havalar 10 derecenin altına düşmeyeceği için balkona taşınabilecekler.Ama şu anda hala kuvöz bakımına muhtaçlar.Sulamaları bile bebek dozajında,spreyle,narin gövdelerine hiç dokundurmadan.Fazla su,boya gitmelerine neden oluyor.

Eskiden bisürü kedisi olan hatunlar vardı bir tahtaları hafif yerinden oynamış.Modern şehir hayatında,modern yetiştirme adı altında üst üste tıkılmış,ilaçlar,vitaminlerle yaşatılan zavallı tavuklardan bir farkı olmayan apartman sakinlerindenseniz,şimdilerde moda balkonda Pembe Domates yetiştirip avunmak.Havlamadıkları için komşularla papaz da olunmuyor haliyle!

Galiba bir resim daha ekleyeceğim.Balkona ilk çıktıklarında hemen minicik başlarını uzatıp etrafı koklamaları yok mu!ÇOOOK ŞİRİNLER ÇOOOK...
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş

17 Mart 2009 Salı

FİDE TORBALARI VE OTOPARK SAVAŞLARI!




Dün gece mini mini sürgünler,boy boy poz verdiler kırmızı kamerama.Ağustos gibi onların poz poz,pembe pembiş resimlerini çekebilirsem ne mutlu bana.Rüyamda hep sarı çiçekler ve çıtır koyu yeşil yapraklarının eşsiz kokuları...

Sabah sporunu biraz da abarttıktan sonra,doğru ikinci şaşırtma zamanı şaşkın şaşkın aranmamak için fide poşeti aramaya.Yaşasın,belediyenin fidan satış yerinde hem de zımbalanmış hazır halde,tabi hemen 40 taneyi (umut dünyası işte!) sadece 2 liraya aldım.Mor,pembe sümbül kokularıyla,içim rahat,evimdeyim.Sitenin otoparkında yürürken taşların arasında beyaz harika bir çiçek bana gülümsedi.Tonlarca betonun karmaşasında ,oracıkta,yapayalnız tek bir yumru kök, nasıl bir yaşama tutunma öyküsüdür ki esen soğuk rüzgara rağmen beni durdurur ve kamerama kocaman bir tebessüm hediye eder!

Yazın balkonumda hamağıma kurulup,bir elimde güzel bir kitap,fonda akan su sesi,diğer elimde taze yaptığım gelincikli gül şerbeti ve olmazsa olmaz Pembişlerimin zamanı duraksatan o tarif edilemez kokusu...Bazen aceleciliğim tutuyor.
Bu sayfalardan zaman zaman pembelerimden haber verirken,bazen de PDA mail grubumda da değindiğim sağlık,beslenme ve spor konularını da paylaşacağım
Yeşile sarı,sonra da kırmızpembe ne yakışıyor.Dolunaya az kaldı.Tam ekinoks zamanı.İkinci parti tohum ekme zamanı...
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş

16 Mart 2009 Pazartesi

DOMATESLER NERDEEEEE!


RESİM YÜKLEMEYİ ÖĞRENMEK!


Blog yazmayi,resim yüklemeyi öğrenmek,pembe yetiştirmekten daha zormuş!
Bu sabah tam 8 tane mini mini sürgünüm var.İki senelik tohumları da ıslatmıştım ama hala ses yok.Birazdan miniklere azıcık daha torf ekleyeceğim ki narin boğazlarını üşütmesinler!Bu aralar balıkçı kazak cok yakışıyor ince uzun boyunlarına.İki kollarını yana açmış gülümsemeye devam ediyorlar.Tabi ben de.Ah bide şu resimleri yükleyebilsem!Sevgili dost Nalan Cantav sağolsun habire teknik destek veriyor ama bilgisayar özürlü olmak başa bela!
Umarım,blog konusunda gelişmede pembecikler kadar inatçı ve başarılı olurum!Göreceğiz!
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş

14 Mart 2009 Cumartesi

GÜLÜMSEDİ!




İlk tohumum bu sabah pembe pembe gülümsedi bana ...Ben de ona ...!Sürgünün pembesi olur
mu,olur. Keyfiniz yerinde ise herşey pembe tonlarda olur.
Tam dört gün olmuştu onsekiz minik tohum salonumun en baş köşesine kurulalıberi.Geçen sene İstanbul'u köşe bucak aramıştım,onları uyutup,uyandırabileceğim,en keyifli beşiği bulana kadar.PDA üstadlarının cömert bilgi akışı sayesinde de sıkıştırılmış kağıttan yapılmış mini minilerden alıvermiştim yine keyifle gülümserken,tam da bu günü hayal ederek.Yorgan bulmak ise daha kolaydı.Benim canım pembelerimin o narin tenlerine ancak kuştüyü yakışırdı.Torf bu iş için biçilmiş kaftan.Bir de cibinlik ayarladım mı,tamam.Ne harika,o da beşiğe dahilmiş!Geçen yaz balkonumda ürettiklerim tabi başımın tacı.Tam beş tane!Sonra sevgili Tansuğların kurucusu olduğu PDA'nın verdiği,evvelki seneden titizlikle sakladığım on adet.Hafize Ana bak yine bahar geldi.Sarı sarı PEMBE ANAların açma vakti.Sen huzurla uyu.Biliyorsun emanetin tam 1200 emin elde...Bir de beni bu yaz pembeye doyuran Beykozlu Nurettin'in üç tanesi etti mi onsekiz pembiş!Balkon çiftçisi için büyük nimet!Ben ancak dokuz fideye annelik edebileceğim.Diğer tüm kardeşleri başka sevecen ellere teslim etmek hem hüzünlü,hem keyifli...Geçen sene evlatlık verdiklerim yüzümü kara çıkarmamışlardı.Dilerim bu seferde yüzümün pembesiyle bu işten çıkarım :)
Dünyalar tatlısı Avniye Hanımcım.Bana blog açmam konusunda önayak olduğunuz için çok teşekkür ederim.Her zaman dediğim gibi İYİKİ VARSINIZ.

İYİKİ PDA VAR.

Sevgiyle kalın... Yeşim Güriş