18 Temmuz 2009 Cumartesi

DOKU KAN FARKLI DNA


Haber ilginç,detayları ile gelişmeleri izleyebilmek için yazının sonunda birkaç bağlantı da ekledim.Benim gibi Gen-diplomasız sade vatandaşların emrine amade!




Bilim dünyasında DNA şoku


İnsanın kan ve doku DNA’sı aynı değil...




Kanadalı bilimadamları , insan vücudundaki kan ve doku hücrelerinde bulunan DNA’ların farklı olduğunu keşfetti. McGill Üniversitesi’nden Dr Morris Schweitzer liderliğindeki bir ekip tarafından yapılan araştırma “Human Mutation”




dergisinde yayınlandı.
Bilimadamları , abdominal aort anevrizması http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/ichastaliklari/files/dersler/271.pdf




hastalığının genetik nedenlerini araştırıyordu. Hücrenin ölümünde rol oynayan




genini inceleyen uzmanlar, bu genin, kan hücrelerinde ve doku hücrelerinde iki farklı yapıda olduğunu farketti. Bunun üzerine sağlıklı kişilerden de kan ve doku hücreleri alındı. Bu kişilerde de iki farklı DNA yapısı saptandı.
Hastalıkların genetiği, canlılardan doku almak zor olduğu için kan üzerinden yürütülüyordu. Kan ve doku DNA’sının aynı olduğu varsayılıyordu. Araştırmanın doğrulanması halinde, genetik konusunda tüm araştırmaların ve verilerin yeniden gözden geçirilmesi gerekebilir. Bu durumda adli tıp DNA testleri de şüphe uyandırıyor. Doku ve kandan alınan DNA karşılaştırmaları geçerliliğini koruyacak mı, yoksa yeni testler geliştirilmesi mi gerekecek.'










Bu da GDHP'den ulaşan önemli bir başka bilgi...Sayın Mevlut Durmuş'un uzman biyolog olarak beynine ve kalemine sağlık.Tarih 2005 bu arada!




(Kayıp Felsefe Genleri, 2005)


http://www.tumgazeteler.com/haberleri/uzman-biyolog-mevlut-durmus/

İnsan organizmasında, dokularına ve fonksiyonları na göre farklılaşmış 200’den fazla hücre tipi var, bu hücreler aynı genomu taşıyor, fakat hücrelerinin her biri ayrı protein sentezleme yeteneğine sahip, bunun da anlamı her hücre tipinde farklı genlerin aktif halde olduğu gerçeği.
Söz konusu “bol çöplü” araştırmalarda, 200’den fazla hücre tipinden, hangi hücre tipinin genomları değerlendiriliyor? Dokular ve organlarda bulunan hücrelerin genomlar sayı olarak aynı olabilir, fakat dokulara göre ayrı ayrı aktif gen bölgeleri incelendi mi? Eğer, tespit edilen sadece 25-30 bin gen ise, geri kalan 100 bin kadar protein, genler(?) tarafından sentezlenmiyorsa nereden geliyor? Bir gen kombinasyonu, öngörülenden sayıca farklı protein sentezleyebilir mi? Yoksa hücre organeli olan ribozomlar, canı sıkıldıkça hücre, sitoplazmasında kalan (junk) RNA’larla DNA’lardan habersiz protein birimleri mi yapıyorlar?
Yıllarca okuduğumuz santral doğma yani bir gen bir protein teorisinii[1] geçersiz kılacak bir çok araştırma mevcut. Bir gen çok farklı varyasyonlar ortaya çıkarabilir. “Bir genin farklı durumlarda ortaya çıkan farklı varyasyonları nın, yani farklı fonksiyonlara yol açan farklı formlarının sayısı öyle 3-5’le sınırlı değil. Bu sayılar onlarca yüzlerce ya da binlerceye hatta şimdilik bilindiği kadarıyla on binlerceye kadar çıkabiliyor….
Bir kaç yıl önce yapılan bir çalışmada, bildiğiniz sineğin (Drosophila) DNA’sında sadece bir tek genin, sineğin sinir sisteminde (Dscam geninin) 38 bin varyasyon yapıp, farklı durumlarda 38 bin ayrı form ortaya çıkardığı tespit edildi. Santral doğma, yani bir gen bir protein (enzim) teorisi artık terk edilmeli mi? Kısa süre öncesine kadar, her bir genin, tek bir işleve sahip tek bir proteinin planını taşıdığı sanılıyordu peki şimdi ne olacak?
Revers trankriptaz denilen bir enzimin bulunması kafaları karıştırdı. Çünkü bu enzimi kullanarak virüsler (HIV), DNA’ya kendi genlerini monte edebiliyor sentezletebiliyor. Bunun basit anlamı şu: Bilgi akışı DNA’dan sitoplazmaya doğru olduğu gibi, sitoplazmadan DNA’ya doğru da olabilir. Son çalışmalarda, her şeyin tahmin edilenden daha karmaşık olduğu ortaya çıktı: Evrensel olduğu düşünülen DNA kodlarının sentezlediği amino asitler, canlılara göre değişiyor, farklılık gösteriyordu. Hatta bu değişim hücresel organel olan Mitokondri DNA’sında bile göze çarpıyordu. mitekondiral DNA'nın 4 kodonu çekirdek DNA'sından farklı mesajlar taşıyordu. Örneğin çekirdek DNA'da "DUR" kodunu olarak görev alan AGA (adenin,guanin, adenin), mitokondriyal DNA'da arginin aminoasidini kodluyor. Gelişmiş bir canlıda dur komutunu içeren genetik kod, bir başka canlıda (Methonosarcina barkeri) hiç literatürde yeri olmayan yeni aminoasitleri (selenosistein ve pirolizin) ortaya çıkarıyordu. Prokaryotlarla ökaryot organizmaları n genetik kod translasyonu (protein sentezi sırasında kullanılan mekanizma) bazı açılardan farklılık gösterir. Buna bağlı olarak, sentezlenen proteindeki bazı aminoasitler orijinal organizmadaki DNA dizisine göre beklenen proteinin aminoasit dizisinden farklı olabilir. Bu durum E. coli bakterisine ürettirilen insan insülin benzeri büyüme faktöründe saptanmıştır. İnsan proteinindeki arginin aminoasidi yerine E. coli bakterisinde sentezlenen proteinde lizin aminoasidine rastlanmıştır[2] Bir gen, bilinen dışında -dış faktörlerin değişimine göre- çok farklı protein üretilebiliyordu. Karmaşa bu kadarla da sınırlı değil: Bir çok protein, üretimi tamamlandıktan sonra değişiyordu ve genlerin bu değişimin rolü üzerine hiçbir etkisi olmadığı görülüyordu. Hatta bir aminoasit kodu farklı canlılarda farklı aminoasit sentezliyordu. Bu, genellikle fosfat türevleri, şeker grupları ya da doymamış karbon zincirleri gibi özel yan grupların, protein yapısındaki omurgaya eklenmesiyle gerçekleşiyordu. Bu temel işlev değişikliklerinde genlerin hiçbir rolü görünmüyordu.




Öğrenmenin sonu yok.Yeter ki GEN-ETİĞİ bozulmuş olmasın




Sevgiyle kalın


Yeşim Güriş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder