9 Temmuz 2009 Perşembe

RAF ÖMRÜ KISA OLSA,BİZİMKİSİ UZASA ...

Bugün havuz kenarında oynayan çocuklara kulak misafiri oldum.En toramanları 8 yaşında bir avuç sevimli bızdık.Afacanlar ,bahçeye girme hatasını yapmış şirin bir kediyi merakla inceliyorlar.Zavallı kedicik çanta gibi çete liderinin kucağında bütün tesisi bir uçtan diğer uca dört döndü.Doğaya ve hayvanlara o kadar uzak yetişiyorlar ki,hırpani bir sokak kedisi bile onları mutlu ediveriyor bir anda.Kedi için aynı şeyi pek söyleyemeyeceğim! Oyunları hep öldürme üzerine hatta ikisi bugün bir karışlık çocuk havuzunda birbirlerini boğma ve ölme oyunu oynadılar!İçim acıyor...
Bir ara şenşakrak bir kelebek afacanların üstünden uçarak geçti.Hepsi aynı anda çığlık çığlığa kaçışıverdiler annelerinin yanına,sanırsınız ki bombardıman uçakları pike yapıyor!
Ellerinde LIGHT cola ve cips...Öğlen yemeği olarak hamburger ki dilenirse balık dahil her türlü opsiyon,sebze,meyve ve ayran var.
Kolayı kabul etmesem de bir derece anlıyorum da,5 yaşındaki bebelere niye light kola içirir aileler???
Minicik sevimli kelebekten bile bu kadar korkan çocuk acaba eline verilen gıda taklidi zehirin ne zaman farkına varacak ve kaç yaşında nihayet çığlığı basıp kaçabilecek?Yada o bilince hayatı boyunca erebilecek mi?
Yapmamız gereken o kadar çok şey var ki...
GDOHP'ye gelen bir maili sizlerle paylaşmak istedim.Yazarının yüreğine,kalemine sağlık....

Bıcırıklardan biri annesine sordu:

Anne,kediler sakız çiğneyebilirler mi?

Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş



Son kullanma tarihine bakıyoruz ama.....

Markete gittiniz.




Yeşil sapları, şık karton kutuları, minik-yeşil etiketleri; Tek renk, tek ses, tek yürek halleri; Yüksek fiyatlarıyla tezgahların yıldızı, kan kırmızı domatesler.Yediniz mi?Yiyeceksiniz!Zira onlar, modern dünyanın gurur kaynakları.



"Tatmin olma" duygusu köreltilmiş, "yeter" sözünü defterinden çoktan silmiş insan evladının zeka ürünleri onlar.Onlara şimdi domates diyorlar.Devasa seralarda, tümüyle bilgisayar kontrolünde, topraksız koşullarda (su kültürü) yetişiyorlar.Her birinin köküne birer serum hortumu bağlı, damla damla dökülüyor azotlar, fosforlar, kalsiyumlar. ..Hava mı lazım?Pompalar var, suyun içine gerektiği kadar hava basıyor.Güneş mi lazım?Cıvalı ampuller var, fotosentezi artıran yüksek basınçlı ışık basıyor.Kuş mu lazım?Aşk olsun!Zamanı gelince, salınıyor bambus arıları içeri; Dölleniversinler, kurda-kuşa muhtaç olmadan..Çünkü onlar doğanın güvensiz derbederliğine terk edilemeyecek kadar değerliler.Onlar, öbür dünyaya giderken yanımızda götüreceğimiz yatlar, katlar, plazmalar, plazalar...



Hala markettesiniz.Süt içip kemikleri geliştirmek gibi bir inancın peşinde,dolaşıyorsunuz raflarda.O, beyaz sıvının içinde protein, vitamin, bir sürü bakteri, mineral filan olduğunu düşünüyorsunuz.Nasıl söylemeli, bilmem ki?Aramızda kalsın ama, onun içinde artık bir şey yok!İyisi mi bunu size, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Ahmet Aydın söylesin "Süt sağlıklı bir içecekken, raf ömrünü uzatmak için pastörizasyon, yüksek ısı uygulaması (UHT) ve homojenizasyonla çokzararlı bir ürün haline getiriliyor. Bu işlemlerle sütün içindeki tüm bakterileri öldürülüyor. Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor, tahripolan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık sistemini tahrip ediyor. İnsan vücudu tahrip oluyor ve alerjik hastalıklara, bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara neden oluyor. Çocuklarda görülen kronik orta kulak iltihabının altında da süt kullanımı vardır...".Hadi bunları geçtik bir kalem. Siz o sütü veren ineğin başına gelenlerden haberdar mısınız?İnek inek olmaktan çıkalı çok oldu.Önüne konan her şeyi yiyen. Bol hormon ve antibiyotikle ayakta durabilen, deri kaplı et parçaları onlar.Günde 100 kilo süt(!) veren inek yaptılar.Ne demek biliyor musunuz bu?



Market arabasını sürmeye devam.Üzümleri gördünüz mü?Sanki bağdan yeni gelmişler. Dip diri, ip iriler.Nereden geliyor bunlar?Şili'den.Şili mi?Evet!Kaç gündür buradalar?3-5 gün oldu.Düşünün, Şili'nin bir köyünde topluyorlar bunları.Uzun yolculuklar sonunda bize geliyor. Bir süre bizim manavda bekliyor.. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gün daha, bana mısın demiyor.İyi ama, nasıl?Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:·



Dane büyüklüğünü artırır,·



Dane ağrılığını artırır,·



Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir,·



Tam olgunlaşmada bile daneye parlak sarı yeşil rengini verir,·



Güçlü üzüm çöpüne rağmen dane sıkıca sapa bağlı kalır. Bu yüzden yükleme taşıma esnasında danelenme nedeniyle olabilecek kayıplar azalır,·



Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar,·



Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir,·



Yüksek kalite ve standart sağlar,·



Raf ömrü uzar



Daha durun!



Petunya ve karnabahar geni konmuş mısırlardan yapılma cipsleri de yiyeceksiniz.Geceleri de bahçenizi denizanası geniyle donatılmış buğdaylarla aydınlatacaksınız.Diyebilirsiniz ki, "hep olumsuz tarafından bakma, bu gelişmeler olmasa açlığın önüne geçilemez". İyi ama açlığın nedeni gıda üretimindeki yetersizlik değil ki!Tam tersine, bu gün dünyada gıda üretiminde fazlalık var. Öyle ki, tüm üretilen besinleri toplayıp, dünyadaki insan sayısına bölseniz, kişi başına günlük 2 kilo gıda düşüyor.Bu hepimizi besler de, yus yuvarlak bile yapar.Sorun gıda üretiminin yetersizliği değil, aç olanların gıda alacak paralarının olmaması.



Ama, daha da vahimi, biz de o süt, domates, üzüm gibi oluyoruz.Neye ağlayıp, neye güleceğimizi birileri bize anlatıyor.Kimi sevip, kimden nefret edeceğimizi de.İnsan ilişkilerini artık klavye ve monitor üzerinden kuruyoruz.Gün geliyor, öldürüyoruz.Adına "bilgi" dedikleri rafine verilerle zihnimizi doldurup,enselerinde bar kod yapıştırılmış mamül ürünler oluyoruz.

Ne diyelim?

Raf ömrümüz uzun olsun!
Yazan : Sunay Demircan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder