30 Nisan 2009 Perşembe
OLMAK
Hayat acılarla dolu.Onu daha da acı yapan kabul edememek gerçekleri...
''Hamdım,piştim,oldum...''
Umarım pişebiliyorumdur.
Yazmayı okumayı araştırmayı bunca seven ben,biraz ara vermek zorunda kaldım.Hala kafam çok ağır.Topkapı Sarayındaki devasa bakır helva kazanları bile benim başımın yanında yumurta sahanı gibi kalır.Ağır bir kazan kulplarından tutulunca ,iki kulbun da canı acır mı acaba?Benim iki gözüm,kazan gibi kafamın iki yanında,iki kulp oldu,sızlayıp duruyor hala...
Sevgili Şeminur Hocamızın panel sunumu hala taslak halinde tasalandırıp duruyor beni.Ama yakında tekrar toparlanıp,üretmeye ve bilgi paylaşmaya devam.
Varolmak,birolmak,şifa olmak,velhasılı kelam; OLMAK güzel.
Sevgiyle kalın.
Yeşim Güriş
25 Nisan 2009 Cumartesi
HER SEFERİNDE COK ERKEN...
İnsanın hayatına dokunabilen,güzellik ve doğruyu hep gösterebilen ama ne yazık ki sadece sekiz saniye gibi geçen bir sekiz şanslı seneciğim oldu canım eniştemle.
Allah rahmet eylesin.
En sevdiğim,ana bellediğim,canım Yüksel Teyzemin melek yürekli eşini bu Çarşamba günü öğlen vakti aniden yitirdik...Göklerin yarılırcasına ağladığı gün.Kara toprağa teslim edildiği an,güneşin pırıl pırıl açıp,mezarına bıraktığımız onun kadar saf beyaz çiçeklerin üzerine arıların gelip,bal alırken bize yaşamın hala devam ettiğini fısıldaması...
''Güçlü ol hep kızım'' derdi...''Kızım burası senin evin her zaman gel kal'' diyerek sadece bana huzurlu evinin değil o şefkat dolu kocaman yüreğinin kapısını da açan,hiçbir zaman görmediğim baba sevgisini,şefkatini ve korunma hissini bana sonsuz veren,Allahına teslim olmuş bir melekti canım eniştem.Ne Teyzeciğimin ne de benim, biran bile olsun kalbini kırmamış,bizi hep iyiye yönlendirip,maddi manevi herşeyini bizimle paylaşmış,hayatımda tanıdığım en bereketli ve en eliaçık insandı o.
Yolu ışık olsun...
Seni hiçbir zaman unutmayacağız canım Mahir Eniştem.
Mekanın cennet olsun.
Ardında bıraktığın emanete siz tekrar kavuşana dek gözüm gibi bakacağıma,bana her zaman ettiğin emsalsiz nasihatlara nefes aldığım heran harfi harfine uyacağıma,sana ve anama layık bir evlat olacağıma namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum.
Nurlar içinde yat
Mahir Hatipağaoğlu...
22 Nisan 2009 Çarşamba
ŞEMİNUR HOCAMIZ SORUYOR,SİZCE HANGİSİ?
Hangisi daha güzel sizce?
Hangisi gerçek sevgi?
Hangisi daha insancıl ve şefkatli...
Harika bir panel daha sona erdi.Pazar günü az kalsın uçağımı kaçırıyordum biraz daha o güzel insanlardan birşeyler öğrenebilmek adına.
Duyuruya duyarlı topu topu altmış kişi idik.Önceliği gelecek olan bir avuç insan.Emeği geçen herkese yürekten teşekkürler.Benim için uzaktan hayranı olduğum Şeminur hocayla tanışmak,kitabını imzalatmak günün en heyecan verici kısmı idi.Kenan hocamızı yine süper formda görmek üzerine bir kat krema oldu ama kolestrolümüzü oksitlemeyen cinsinden!Korkumdan şeker kelimesini bırakın tüketmeyi,kelime olarak bile kullanamıyorum ne olur ne olmaz!Belki yazım da oksitlenir ve tıkanıp kalır mazallah!
S.O.S grubuna hayran oldum.
(S.O.S.İstanbul Çevre Gönüllüleri PlatformuSivil Toplum Kuruluşuİstanbul/Kadıköy
Moda Sabit Pazarı No : 24 Moda - Kadıköy - İstanbul
Telefon :0216-418 52 15
Faks :0216-414 69 98)
Bu nasıl bir özveri ve sabırdır.Tebrikler.Daha kapıda karşılamaları bile farklılıklarının en güzel kanıtıydı.Dağıttıkları özenli broşürler ,birikim ve tecrübelerini anlatıyordu aynı zamanda.Türksen Hanımın FSD ve PDA üyesi olmama gösterdiği samimi ilgi beni hemen evimdeymiş gibi hissettiriverdi.Kendisi S.O.S. Çevre Gönüllüleri Platformu kurucu başkanı çok saygıdeğer bir hanımefendi.Başkan yardımcısı ve panel yöneticisi Yücel Hanım da hemen beni Şeminur hoca ile tanıştırıverdi sağolsunlar.GDO'nun ne olduğunu açıkça anlattığı için laboratuvarı bile elinden alınan bu aydın biliminsanına ,tanıştıktan sonra birkez daha sonsuz saygı duydum.(http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=5898)ç
Harika bilgilerle dolu kitabını imzalarken de,hocam bize gelip konferans verir misiniz soruma seve seve diye cevap verirken de,ne kadar mütevazı idi.İyi ki varsınız hocam :)(http://www.ilknokta.com/urun/64911/Degistirilen-Gen-mi-Sen-mi-Evren-mi--Seminur-Topal.html)
Kısa bir açılış konuşmasından sonra söz hemen kendisine verildi.Not alıp anlayabildiğim kadarını sizlere doğru olarak anlatmaya çalışacağım.
GDOların günlük yaşamdaki önemini anlayabilmek için hücre yapısını bilmek gerekir.Hücrede bulunan kromozomlar genleri taşır ve DNAları oluşturan genler vücudumuzun bilgi bankalarıdır.Genlere müdahale direk olarak kendi metabolizmamıza müdahale demektir.
İnsana ve çevreye verdiği zararlar anlaşılıp kanıtlanınca GDO ismi tepki aldı ve hemen Transgenik kelimesi kullanılmaya başlandı.Ama onun da foyası kısa sürede ortaya çıkınca GDO lu ürünler bir daha kafa karıştırma adına BİYO TEKNOLOJİ ürünleri adı altında insanları hasta edip öldürme pahasına tekrar piyasaya sürüldüler.tıpta GDO kullanımı %70 yatırımla %30 getiri sunar.Oysa tarımda %30 yatırımla %70 getiri!Yani tarımdaki GDO kullanımı sırf rant amaçlı.Bu arada zavallı bir milyar aç en iyi bahane...
Gen transferi farklı yöntem ve tekniklerle yapılabiliyor.
En ünlüsü malum koyun Dolly.7 yaşındaki bir koyunun meme dokusu hücrelerinden alınan çekirdeğe elektiriksel impulse yöntemi uygulandı ve bebek Dolly doğdu.Ama normal koyun hayatı süresi yerine yarısı kadar yaşadı çünkü çekirdek zaten 7 yaşında idi!Dolly'de doğal olarak ona çekti.
Ülkemizde GDO kontrol labratuvarları çok az sayıda ve ne yazık ki yeterince hür değil.Bir analiz 700 liradan başlıyor.Ayrıca sözleşme imzalamanız şart ve sonucu deklare etmeniz YASAK!Bu ne demek şimdi!Bu labratuvar analizini kullanamayacaksam niye onca para vereyim ki!Analiz yaptırtmamak demokratik olmayacak diye bu nasıl göz boyamadır peh peh peh!!!Neden ülkemizde herşey olması gerektiği gibi değil de MİŞ MIŞ GİBİ!Labratuvar VARMIŞ gibi!
GDOlu ürünlerin kanıtlanmış risklerinde bazıları:
-Demokrasi:Kısırlaştırılmış olduğu için çiftçiyi kapana alıyor.Birkaç tohum şirketinin insafına terkediyor.Çiftçinin onbin yıllık tohum üretme hakkı ve bilgisine el koyuyor,dogayı patentliyor!
-Sağlık:Alerji,kanser,antibiyotik direnci,deli dana,alhzeimer,parkinson....Vücuttaki enzimleri tamamen bozuyor.
-Çevre:Gen kaçışları engellenemiyor.GDOlu polenler sonsuz yolculuk edip,GDO suz saf yada endemik bitkileri de geri dönüşü olmaksızın dölleyip,kendine benzetiyor.
-Biyo çeşitlilik:Tamamen yok ediliyor.Endemik bitki kalmayacak yakında.(Ülkemizde ikibin adet var yada vardı...)
-Üretici firmalar tohum üzerinde minicik bir oynama ile patent hakkı alıyor.Yaşama hakkı patentlenemez!
Özetle ekonomik,ekolojik,politik vs konularda sonsuz sorunlar yaratan bir teknoloji.
Türkiye Cartegena'yı imzalayalı yıllar oldu ama sene 2009 hala biyo güvenlik yasamız yok.Daha doğrusu ÇIKARTILMADI nedense!!!
AB muhatabımızsa:yasa henüz çıkmadı ama bakın labratuvarlarımız var deniyor.
ABD (en büyük GDO satıcısı Monsanto ve Cargill i hatırlayınız) muhatabımızsa:bakın yasamız yok,kontrol de yok deniyor!
Ne şiş ne kebap!İtinayla kaz çevirmesi yapılır.Bu arada son zamanlarda ülkece daha bir paytak yürür olduk.Ben atalarımı maymun sanıyordum ama bizimkiler kaz mı ne???
Bu arada GDOlu ürünler için gümrüklerimizde hiçbir kontrol yok.Buna paralel olarak GDOlu ürün tüketmeye bigimiz dışında mecbur ediliyoruz...Bizlere sağlığını kaybedecek olan tüketiciye de bir bigi veren yok.Labratuvara biz götürürsek tek tek bilr,bunu açıklama hakkımızda yok!
Günümüzde kümülatif(Birikmeye)bağlı kronik hastalıklar hızla artmakta...Soya lesitini,mısır şekeri glikoz,enzim üreten GDO lu bakteriler vs. den her bisküvi,yoğurt,cips,çukulata,hazır çorba ,yani özetle işlenmiş her gıdadan dolaylı olarak bu zehirleri alıp bunu tanıyamayan,yabancılayan ve işleyemeyen metabolizmamız nedeni ile biriktirip duruyoruz habire.Bizim gümrük kapımız karaciğer,sınırlardaki gümrüklerden çok daha iyi çalışıyor ama artık o da heran pes edebilir bizim vurdumduymazlığımız yüzünden...
Bağırsaklarımızdaki yararlı organizmalar GDOlar yüzünden form değiştirip bizi içten imha etmeye başladılar bile.
Şu an geçerli hukuk kurallarına göre insan suçluluğu kanıylana kadar suçsuzdur.
Gıda ve sağlığımızı direk etkileyen her yeni çalışma ise suçsuzluğunu ispat edene kadar POTANSİYEL SUÇLUDUR!
Her yeni teknolojiye ihtiyatla yaklaşılmalı,ilgili yasalar dikkatle çıkarılmalıdır.
Tarımsal özgürlük ve yeterliliğimizi her geçen gün daha da kaybediyoruz.İleri teknoloji keşke besin değeri olmayan besinlerin gıda değerine kavuşturulması için kullanılsa...AB 1990 yılında yasal yapılanmasını gerçekleştirdi ve her zaman güncelliyor.
Sonuç olarak Şeminur Hocamız bize yine harika bir sunumla hayati değeri olan çok önemli bilgiler verdi.Bunları uygulamaksa hepimizin ödevi
Sevgiyla kalın.
Yeşim Güriş
Hangisi gerçek sevgi?
Hangisi daha insancıl ve şefkatli...
Harika bir panel daha sona erdi.Pazar günü az kalsın uçağımı kaçırıyordum biraz daha o güzel insanlardan birşeyler öğrenebilmek adına.
Duyuruya duyarlı topu topu altmış kişi idik.Önceliği gelecek olan bir avuç insan.Emeği geçen herkese yürekten teşekkürler.Benim için uzaktan hayranı olduğum Şeminur hocayla tanışmak,kitabını imzalatmak günün en heyecan verici kısmı idi.Kenan hocamızı yine süper formda görmek üzerine bir kat krema oldu ama kolestrolümüzü oksitlemeyen cinsinden!Korkumdan şeker kelimesini bırakın tüketmeyi,kelime olarak bile kullanamıyorum ne olur ne olmaz!Belki yazım da oksitlenir ve tıkanıp kalır mazallah!
S.O.S grubuna hayran oldum.
(S.O.S.İstanbul Çevre Gönüllüleri PlatformuSivil Toplum Kuruluşuİstanbul/Kadıköy
Moda Sabit Pazarı No : 24 Moda - Kadıköy - İstanbul
Telefon :0216-418 52 15
Faks :0216-414 69 98)
Bu nasıl bir özveri ve sabırdır.Tebrikler.Daha kapıda karşılamaları bile farklılıklarının en güzel kanıtıydı.Dağıttıkları özenli broşürler ,birikim ve tecrübelerini anlatıyordu aynı zamanda.Türksen Hanımın FSD ve PDA üyesi olmama gösterdiği samimi ilgi beni hemen evimdeymiş gibi hissettiriverdi.Kendisi S.O.S. Çevre Gönüllüleri Platformu kurucu başkanı çok saygıdeğer bir hanımefendi.Başkan yardımcısı ve panel yöneticisi Yücel Hanım da hemen beni Şeminur hoca ile tanıştırıverdi sağolsunlar.GDO'nun ne olduğunu açıkça anlattığı için laboratuvarı bile elinden alınan bu aydın biliminsanına ,tanıştıktan sonra birkez daha sonsuz saygı duydum.(http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=5898)ç
Harika bilgilerle dolu kitabını imzalarken de,hocam bize gelip konferans verir misiniz soruma seve seve diye cevap verirken de,ne kadar mütevazı idi.İyi ki varsınız hocam :)(http://www.ilknokta.com/urun/64911/Degistirilen-Gen-mi-Sen-mi-Evren-mi--Seminur-Topal.html)
Kısa bir açılış konuşmasından sonra söz hemen kendisine verildi.Not alıp anlayabildiğim kadarını sizlere doğru olarak anlatmaya çalışacağım.
GDOların günlük yaşamdaki önemini anlayabilmek için hücre yapısını bilmek gerekir.Hücrede bulunan kromozomlar genleri taşır ve DNAları oluşturan genler vücudumuzun bilgi bankalarıdır.Genlere müdahale direk olarak kendi metabolizmamıza müdahale demektir.
İnsana ve çevreye verdiği zararlar anlaşılıp kanıtlanınca GDO ismi tepki aldı ve hemen Transgenik kelimesi kullanılmaya başlandı.Ama onun da foyası kısa sürede ortaya çıkınca GDO lu ürünler bir daha kafa karıştırma adına BİYO TEKNOLOJİ ürünleri adı altında insanları hasta edip öldürme pahasına tekrar piyasaya sürüldüler.tıpta GDO kullanımı %70 yatırımla %30 getiri sunar.Oysa tarımda %30 yatırımla %70 getiri!Yani tarımdaki GDO kullanımı sırf rant amaçlı.Bu arada zavallı bir milyar aç en iyi bahane...
Gen transferi farklı yöntem ve tekniklerle yapılabiliyor.
En ünlüsü malum koyun Dolly.7 yaşındaki bir koyunun meme dokusu hücrelerinden alınan çekirdeğe elektiriksel impulse yöntemi uygulandı ve bebek Dolly doğdu.Ama normal koyun hayatı süresi yerine yarısı kadar yaşadı çünkü çekirdek zaten 7 yaşında idi!Dolly'de doğal olarak ona çekti.
Ülkemizde GDO kontrol labratuvarları çok az sayıda ve ne yazık ki yeterince hür değil.Bir analiz 700 liradan başlıyor.Ayrıca sözleşme imzalamanız şart ve sonucu deklare etmeniz YASAK!Bu ne demek şimdi!Bu labratuvar analizini kullanamayacaksam niye onca para vereyim ki!Analiz yaptırtmamak demokratik olmayacak diye bu nasıl göz boyamadır peh peh peh!!!Neden ülkemizde herşey olması gerektiği gibi değil de MİŞ MIŞ GİBİ!Labratuvar VARMIŞ gibi!
GDOlu ürünlerin kanıtlanmış risklerinde bazıları:
-Demokrasi:Kısırlaştırılmış olduğu için çiftçiyi kapana alıyor.Birkaç tohum şirketinin insafına terkediyor.Çiftçinin onbin yıllık tohum üretme hakkı ve bilgisine el koyuyor,dogayı patentliyor!
-Sağlık:Alerji,kanser,antibiyotik direnci,deli dana,alhzeimer,parkinson....Vücuttaki enzimleri tamamen bozuyor.
-Çevre:Gen kaçışları engellenemiyor.GDOlu polenler sonsuz yolculuk edip,GDO suz saf yada endemik bitkileri de geri dönüşü olmaksızın dölleyip,kendine benzetiyor.
-Biyo çeşitlilik:Tamamen yok ediliyor.Endemik bitki kalmayacak yakında.(Ülkemizde ikibin adet var yada vardı...)
-Üretici firmalar tohum üzerinde minicik bir oynama ile patent hakkı alıyor.Yaşama hakkı patentlenemez!
Özetle ekonomik,ekolojik,politik vs konularda sonsuz sorunlar yaratan bir teknoloji.
Türkiye Cartegena'yı imzalayalı yıllar oldu ama sene 2009 hala biyo güvenlik yasamız yok.Daha doğrusu ÇIKARTILMADI nedense!!!
AB muhatabımızsa:yasa henüz çıkmadı ama bakın labratuvarlarımız var deniyor.
ABD (en büyük GDO satıcısı Monsanto ve Cargill i hatırlayınız) muhatabımızsa:bakın yasamız yok,kontrol de yok deniyor!
Ne şiş ne kebap!İtinayla kaz çevirmesi yapılır.Bu arada son zamanlarda ülkece daha bir paytak yürür olduk.Ben atalarımı maymun sanıyordum ama bizimkiler kaz mı ne???
Bu arada GDOlu ürünler için gümrüklerimizde hiçbir kontrol yok.Buna paralel olarak GDOlu ürün tüketmeye bigimiz dışında mecbur ediliyoruz...Bizlere sağlığını kaybedecek olan tüketiciye de bir bigi veren yok.Labratuvara biz götürürsek tek tek bilr,bunu açıklama hakkımızda yok!
Günümüzde kümülatif(Birikmeye)bağlı kronik hastalıklar hızla artmakta...Soya lesitini,mısır şekeri glikoz,enzim üreten GDO lu bakteriler vs. den her bisküvi,yoğurt,cips,çukulata,hazır çorba ,yani özetle işlenmiş her gıdadan dolaylı olarak bu zehirleri alıp bunu tanıyamayan,yabancılayan ve işleyemeyen metabolizmamız nedeni ile biriktirip duruyoruz habire.Bizim gümrük kapımız karaciğer,sınırlardaki gümrüklerden çok daha iyi çalışıyor ama artık o da heran pes edebilir bizim vurdumduymazlığımız yüzünden...
Bağırsaklarımızdaki yararlı organizmalar GDOlar yüzünden form değiştirip bizi içten imha etmeye başladılar bile.
Şu an geçerli hukuk kurallarına göre insan suçluluğu kanıylana kadar suçsuzdur.
Gıda ve sağlığımızı direk etkileyen her yeni çalışma ise suçsuzluğunu ispat edene kadar POTANSİYEL SUÇLUDUR!
Her yeni teknolojiye ihtiyatla yaklaşılmalı,ilgili yasalar dikkatle çıkarılmalıdır.
Tarımsal özgürlük ve yeterliliğimizi her geçen gün daha da kaybediyoruz.İleri teknoloji keşke besin değeri olmayan besinlerin gıda değerine kavuşturulması için kullanılsa...AB 1990 yılında yasal yapılanmasını gerçekleştirdi ve her zaman güncelliyor.
Sonuç olarak Şeminur Hocamız bize yine harika bir sunumla hayati değeri olan çok önemli bilgiler verdi.Bunları uygulamaksa hepimizin ödevi
Sevgiyla kalın.
Yeşim Güriş
21 Nisan 2009 Salı
PEYNİR ÖZLENİR Mİ?
Eğer soru peynir yemek özlenir mi olsa idi,sevip te yiyemiyen herkes kocaman buruk bir eveeet derdi ama benim derdim başka.Ben Aysuncuğumun mükemmel lezzet ve sağlıktaki sütlerinden yaptığım ve iş için Ankara'ya gidince de evde bırakmak zorunda kaldığım yapım aşamasındaki peynirimi özledim!Aklım her an onda!Ah PDA,ah pembe domates sevgisi,insanı bu yaşta ne hallere sokuyor!
Sabah bozkırda güneşin doğuşunu seyretmeyi,insanı ayıltıp ayıltıp,dirilten,enerji dolduran serin havasını,canım okulumun çamlarından gelen o taptaze bahar kokusunu özlemişim.Ankara'yı benim için çok özel kılan can dostlarımı çooook özlemişim.Sabah erkenden tıpkı 23 sene önce yaptığımız gibi aynı yerde,yıllar içinde ismini değiştirse de sunduğu hazdan hiç ödün vermeyen klasik kahvaltı mekanımızda,yeni açmış elmanın altında yine aynı keyif.Midterm stresi yerine,bu sefer bitmesi gereken bir proje sıkıntımız olmuş olsa da,hepimiz 10 kilo daha ağırlaşmışsak ta,akşam yetişmem gereken servis şimdi İstanbul uçağına dönüşmüşse de,aldığımız keyif ve paylaştığımız sevgi hep aynı.Hep aynı ve her an daha da kuvvetleniyor.Üstelik eskiden sadece bir kişi iken önce iki şimdi de üç kişi olan dostlarım beni daha da zenginleştiriyorlar habire.Sabah Duygu ve Oğuz ile dünyanın en leziz kahvaltısını paylaşırken,onlar evde bırakmak zorunda kaldıkları nazarlar değmesin birbuçuk porsiyon cancağazımı düşünürken,ben de bir yandan akıl küpü dünya sevimlisi bıcırı anıp öbür yandan da bu çocuk ne yiyecek,nasıl temiz gıda bulacak diye çözümler üretmeye çalışmaktayım!Tabi bir yandan da evdeki peynirimi merak edip özlemekte,nasıl ondan bu dünya tatlısı minik adama ve dostlarıma yedirebilirim diye kendi kendime hayıflanmaktayım.Bana büyükannemin yedirdiğini ben de cancağazıma sunmalıyım.Ama nasıl?
İlk gençliğimi ve canım ODTÜ'mü geride bırakıp bugüne dek çalışmaktan en zevk aldığım yıllara ve mekanlara kısa bir dokunuş için adres Siyasal Bilgiler Cebeci.Canım mesai arkadaşım Hande,güzel anılar ve karşılıklı masalarda o günkü ders materyallerini tartıştığımız,bir bisküviyi dörde bölüp yediğimiz anılara kısa bir dokunuş.Ah şu öğretmen maaşları biraz insaflı olsa hiç düşünmem dönerim geri üniversitedeki işime.Öğrencilerimi öyle özlemişim ki.Gıda gençlik hareketini yaymalıyız.Etraf pırıl pırıl beyinlerin,mısır şekeri,katkı maddeleri ile yok ediliş trajedileri ile dolu...Kantin tam bir bomba ve kimse farkında değil.Bazı böyyük adamlar çooook para kazanacaklarsa yine kazansınlar bana ne.Ama zehir yerine şifa üretsinler.Yine böyyük böyyük paralar kazanırlar merak etmesinler.Hem de hayır duası alarak bereketi ile birlikte!
Can dostlar Hande ve Mehmet''in yakışıklı cinkafa oğulları Oğulcan yine beta.O oniki yaşındaki haliyle,sanki kırk yıldır aynı ızdırabı çekmiş bir yetişkine eşit ızdırabı ve bıkkınlığı görmek çok yıpratıcı.
''Yeşim teyzecim YİNE beta uff yaaa''
diyişi içimi hala sızlatıyor.Kurban olsun sana Yeşim teyzen,keşke elimden birşey gelse.Etrafımdaki her çocuk ya alerjik astım ya beta...Geniz eti büyümesi veya bademcik problemi olmayan kaç sübyan kaldı etrafımızda.Hepsi ninelerimiz dedelerimiz kadar hastalıklara aşina.Bu yakışıklı delikanlı da kıyamam,tüm antibiyotikleri ezbere biliyor.Doktorunun iğne yerine şurup vermesi bile anında ateşini düşürüyor,yüzünde hemen gülücükler açılıveriyor.Gel gör ki kan alınması lazım test için ve anladığı andaki acısı hepimizi derinden yıkıyor.Hande benim tanıdığım en bilinçli,akıllı ve mükemmel anne,dünya tatlısı dostum olması yanında.Oğulcanı daha ana karnında iken yudum yudum,lokma lokma,herşeyin en iyisini,en sağlıklısını bulup uygulayarak bu boya getirdi.İrademle övünen ben,onun yanında,esamem bile okunmaz,siz anlayın artık.
Eğer bu GDO'lu gıdalar,soya lesitinleri,NBŞ'ler bu kadar sinsice en bilinçlilerimize kadar sokulabiliyorsa,ya vurdumduymazlar yada cahiller....Para kaybederlerse çoook üzülürler ama sağlık için,saf temiz ekmek için parmağını kıpırdatan yok.
Benim çocuğum yok ama canım kadar sevdiğim onca dostumun onlarca çocuğu var.Kan alınırken Oğulcan'ın paniği,çaresizliği...Handemin o acısı...İçim paralanıyor...
Cancağızlarım.Biz dedelerimiz gibi tereyağının en hasını,elmanın en misini yedik.Suyumuz temizdi,denizlerimiz berrak.Balıkların özgürce yüzdüğü,ineklerin gülümseyerek şifalı sütler verdiği zamanların en sonunlarına yetiştik.Bir de size bıraktığımız mirasa bakın.Çok ama çok utanıyorum.Margarin yiyip,bal görünümlü GDO'lu mısır şurubu sıvıyı,adına ekmek denen ama sizi diyabet yapan süngerin üzerine sürüyorsunuz.Kelebek dadanmasın diye öldürücü gen aşıladığımız mısırı tarlada mükemmel şekilde yetiştirdik,satan da accaip karlarla böyyüüüük paralar kazandı amma,o mısır kah bisküvi oldu,kah cips,kah kola,kah çukulata ve sizin bağırsaklarınızda parçalanırken güzelce Sheltoksa dönüşüp,sizi içten de zehirlemeye devam etti!Bravo bize.
Kelebekler uçmak için yaratılmışlardır.Ömürleri üç gün dahi olsa mutlu ve özgürdürler. Çocuklarımız da kelebekler kadar narin ve güzeller.Neden özgürce uçamasınlar?Onların ömrü üç gün mü olacak,hep boyunları bükük,benizleri solmuş,kanatları yoluk yoluk???
Çocuklarımızın kanatlarını kırmayalım LÜTFEN.Bırakın ÖZGÜRCE uçsunlar.Tıpkı bir zamanlar anne babamızın bize armağan ettikleri bir çift mutlu kanat gibi.Kana kana gerçek süt içip,doya doya koşup oynasınlar,kahkahalarla kanatlanıp uçsunlar,özgürce hep daha güzel yerlere sağlıkla konsunlar.
Dedim ya ben o peyniri özledim,hem de sonsuz özledim.
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
Sabah bozkırda güneşin doğuşunu seyretmeyi,insanı ayıltıp ayıltıp,dirilten,enerji dolduran serin havasını,canım okulumun çamlarından gelen o taptaze bahar kokusunu özlemişim.Ankara'yı benim için çok özel kılan can dostlarımı çooook özlemişim.Sabah erkenden tıpkı 23 sene önce yaptığımız gibi aynı yerde,yıllar içinde ismini değiştirse de sunduğu hazdan hiç ödün vermeyen klasik kahvaltı mekanımızda,yeni açmış elmanın altında yine aynı keyif.Midterm stresi yerine,bu sefer bitmesi gereken bir proje sıkıntımız olmuş olsa da,hepimiz 10 kilo daha ağırlaşmışsak ta,akşam yetişmem gereken servis şimdi İstanbul uçağına dönüşmüşse de,aldığımız keyif ve paylaştığımız sevgi hep aynı.Hep aynı ve her an daha da kuvvetleniyor.Üstelik eskiden sadece bir kişi iken önce iki şimdi de üç kişi olan dostlarım beni daha da zenginleştiriyorlar habire.Sabah Duygu ve Oğuz ile dünyanın en leziz kahvaltısını paylaşırken,onlar evde bırakmak zorunda kaldıkları nazarlar değmesin birbuçuk porsiyon cancağazımı düşünürken,ben de bir yandan akıl küpü dünya sevimlisi bıcırı anıp öbür yandan da bu çocuk ne yiyecek,nasıl temiz gıda bulacak diye çözümler üretmeye çalışmaktayım!Tabi bir yandan da evdeki peynirimi merak edip özlemekte,nasıl ondan bu dünya tatlısı minik adama ve dostlarıma yedirebilirim diye kendi kendime hayıflanmaktayım.Bana büyükannemin yedirdiğini ben de cancağazıma sunmalıyım.Ama nasıl?
İlk gençliğimi ve canım ODTÜ'mü geride bırakıp bugüne dek çalışmaktan en zevk aldığım yıllara ve mekanlara kısa bir dokunuş için adres Siyasal Bilgiler Cebeci.Canım mesai arkadaşım Hande,güzel anılar ve karşılıklı masalarda o günkü ders materyallerini tartıştığımız,bir bisküviyi dörde bölüp yediğimiz anılara kısa bir dokunuş.Ah şu öğretmen maaşları biraz insaflı olsa hiç düşünmem dönerim geri üniversitedeki işime.Öğrencilerimi öyle özlemişim ki.Gıda gençlik hareketini yaymalıyız.Etraf pırıl pırıl beyinlerin,mısır şekeri,katkı maddeleri ile yok ediliş trajedileri ile dolu...Kantin tam bir bomba ve kimse farkında değil.Bazı böyyük adamlar çooook para kazanacaklarsa yine kazansınlar bana ne.Ama zehir yerine şifa üretsinler.Yine böyyük böyyük paralar kazanırlar merak etmesinler.Hem de hayır duası alarak bereketi ile birlikte!
Can dostlar Hande ve Mehmet''in yakışıklı cinkafa oğulları Oğulcan yine beta.O oniki yaşındaki haliyle,sanki kırk yıldır aynı ızdırabı çekmiş bir yetişkine eşit ızdırabı ve bıkkınlığı görmek çok yıpratıcı.
''Yeşim teyzecim YİNE beta uff yaaa''
diyişi içimi hala sızlatıyor.Kurban olsun sana Yeşim teyzen,keşke elimden birşey gelse.Etrafımdaki her çocuk ya alerjik astım ya beta...Geniz eti büyümesi veya bademcik problemi olmayan kaç sübyan kaldı etrafımızda.Hepsi ninelerimiz dedelerimiz kadar hastalıklara aşina.Bu yakışıklı delikanlı da kıyamam,tüm antibiyotikleri ezbere biliyor.Doktorunun iğne yerine şurup vermesi bile anında ateşini düşürüyor,yüzünde hemen gülücükler açılıveriyor.Gel gör ki kan alınması lazım test için ve anladığı andaki acısı hepimizi derinden yıkıyor.Hande benim tanıdığım en bilinçli,akıllı ve mükemmel anne,dünya tatlısı dostum olması yanında.Oğulcanı daha ana karnında iken yudum yudum,lokma lokma,herşeyin en iyisini,en sağlıklısını bulup uygulayarak bu boya getirdi.İrademle övünen ben,onun yanında,esamem bile okunmaz,siz anlayın artık.
Eğer bu GDO'lu gıdalar,soya lesitinleri,NBŞ'ler bu kadar sinsice en bilinçlilerimize kadar sokulabiliyorsa,ya vurdumduymazlar yada cahiller....Para kaybederlerse çoook üzülürler ama sağlık için,saf temiz ekmek için parmağını kıpırdatan yok.
Benim çocuğum yok ama canım kadar sevdiğim onca dostumun onlarca çocuğu var.Kan alınırken Oğulcan'ın paniği,çaresizliği...Handemin o acısı...İçim paralanıyor...
Cancağızlarım.Biz dedelerimiz gibi tereyağının en hasını,elmanın en misini yedik.Suyumuz temizdi,denizlerimiz berrak.Balıkların özgürce yüzdüğü,ineklerin gülümseyerek şifalı sütler verdiği zamanların en sonunlarına yetiştik.Bir de size bıraktığımız mirasa bakın.Çok ama çok utanıyorum.Margarin yiyip,bal görünümlü GDO'lu mısır şurubu sıvıyı,adına ekmek denen ama sizi diyabet yapan süngerin üzerine sürüyorsunuz.Kelebek dadanmasın diye öldürücü gen aşıladığımız mısırı tarlada mükemmel şekilde yetiştirdik,satan da accaip karlarla böyyüüüük paralar kazandı amma,o mısır kah bisküvi oldu,kah cips,kah kola,kah çukulata ve sizin bağırsaklarınızda parçalanırken güzelce Sheltoksa dönüşüp,sizi içten de zehirlemeye devam etti!Bravo bize.
Kelebekler uçmak için yaratılmışlardır.Ömürleri üç gün dahi olsa mutlu ve özgürdürler. Çocuklarımız da kelebekler kadar narin ve güzeller.Neden özgürce uçamasınlar?Onların ömrü üç gün mü olacak,hep boyunları bükük,benizleri solmuş,kanatları yoluk yoluk???
Çocuklarımızın kanatlarını kırmayalım LÜTFEN.Bırakın ÖZGÜRCE uçsunlar.Tıpkı bir zamanlar anne babamızın bize armağan ettikleri bir çift mutlu kanat gibi.Kana kana gerçek süt içip,doya doya koşup oynasınlar,kahkahalarla kanatlanıp uçsunlar,özgürce hep daha güzel yerlere sağlıkla konsunlar.
Dedim ya ben o peyniri özledim,hem de sonsuz özledim.
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
18 Nisan 2009 Cumartesi
PANELI UNUTMAYIN YARIN
Gıda güvenliği ve sağlıklı yaşam paneli (19 Nisan 2009)
GIDA GÜVENLİĞİ VE SAĞLIKLI YAŞAM PANELİ
19 NİSAN 2009 PAZAR
10.00-10.30 KAYIT
1030-10.50 AÇIŞ KONUŞMASI: TÜRKSEN BAŞER KAFAOĞLU
S.O.S ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU
10.50-11.10 GÖRSEL PANEL PROGRAMI OTURUM BAŞKANI: Y.ZİRAAT MÜH. YÜCEL ERDENER(S.O.S ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ PLATF.)
KONU: GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLER
11.10-11.30 KONUŞMACI: PROF. DR. ŞEMİNUR TOPAL YTÜ ÖĞTETİM ÜYESİ
KONU: SAĞLIKLI BESLENME
11.30-12.10 PROF.DR. KENAN DEMİRKOLCERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
KONU: BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZDAKİ YOZLAŞMA VE GELENEKSEL YEMEK KÜLTÜRÜMÜZ
12.10-12.30 KONUŞMACI: ALİ GÜLERGÜLER OSMANLI MUTFAĞI SAHİBİ
12.30-13.00 GÖRÜŞLER:
13.00-14.00 GÜLER OSMANLI MUTFAĞI İKRAMI
KONU: GIDA GÜVENLİĞİ
14.00-14.20 İBRAHİM KAYAGIDA MÜHENDİSLERİ ODASI MARMARA BÖLGESİ İST.
ŞB.BŞKANI
KONU: GIDA GÜVENLİĞİNDE TÜKETİCİ HAKLARI
14.20-14.40 MİMAR AYSEL CAN EKŞİ TÜKODER BEYKOZ ŞUBE BAŞKANI S. O. S. ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU
TARİH:
19 NİSAN/2009 PAZARSAAT: 10.30 ADRES: EBUSUUT CAD. No.3 EMİNÖNÜ GÜLHANE/İST.İLETİŞİM: 0532 232 26 84 0216 414 20 060532 630 72 75
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
GIDA GÜVENLİĞİ VE SAĞLIKLI YAŞAM PANELİ
19 NİSAN 2009 PAZAR
10.00-10.30 KAYIT
1030-10.50 AÇIŞ KONUŞMASI: TÜRKSEN BAŞER KAFAOĞLU
S.O.S ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU
10.50-11.10 GÖRSEL PANEL PROGRAMI OTURUM BAŞKANI: Y.ZİRAAT MÜH. YÜCEL ERDENER(S.O.S ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ PLATF.)
KONU: GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLER
11.10-11.30 KONUŞMACI: PROF. DR. ŞEMİNUR TOPAL YTÜ ÖĞTETİM ÜYESİ
KONU: SAĞLIKLI BESLENME
11.30-12.10 PROF.DR. KENAN DEMİRKOLCERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
KONU: BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZDAKİ YOZLAŞMA VE GELENEKSEL YEMEK KÜLTÜRÜMÜZ
12.10-12.30 KONUŞMACI: ALİ GÜLERGÜLER OSMANLI MUTFAĞI SAHİBİ
12.30-13.00 GÖRÜŞLER:
13.00-14.00 GÜLER OSMANLI MUTFAĞI İKRAMI
KONU: GIDA GÜVENLİĞİ
14.00-14.20 İBRAHİM KAYAGIDA MÜHENDİSLERİ ODASI MARMARA BÖLGESİ İST.
ŞB.BŞKANI
KONU: GIDA GÜVENLİĞİNDE TÜKETİCİ HAKLARI
14.20-14.40 MİMAR AYSEL CAN EKŞİ TÜKODER BEYKOZ ŞUBE BAŞKANI S. O. S. ÇEVRE GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU
TARİH:
19 NİSAN/2009 PAZARSAAT: 10.30 ADRES: EBUSUUT CAD. No.3 EMİNÖNÜ GÜLHANE/İST.İLETİŞİM: 0532 232 26 84 0216 414 20 060532 630 72 75
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
YİNE GELDİN YA BAHAR
Baharın en rahatlatan yönü her sene gelmesi!
Güneş artık ısıtmaya başladı bile.Pembişler balkonda güneş sefasında.Ben de ilk defa balkonda oturup güzele kitap okudum.Yarınki panel çok önemli.
Şeminur hocanın ''Gen mi Sen mi Evren mi'' isimli kitabını okuyorum şu sıralar.Bir yandan da Kenan hocanın birikimlerinden FSD bültenini toparlamaya çalışıyorum,şeker ana başlık...
Tabi Aysuncuğumun kapıma kadar gelen 10 litre mükemmel sütünün 7 litresi ile iki çömlek yoğurt yaptım.Şu anda mışıl mışıl uyuyorlar.Akşam 8 gibi uyandıracağım.3 litresi ile deneysel peynir çalışmalarına devam!Bol bol resimledim.Birara onları da yazarım.Sütü savura savura pişirirken iyi kas yapıyorum!Spor yapamıyor olmak sinir bozucu ama az kaldı.Toparlandım sayılır sanki.Haftaya hafif hafif yüzmeye başlayacağım beni kimse tutamaz.Thaibo yapmayı,sınıf arkadaşlarımı,hocamı çok özledim ama biraz daha sabretmem lazım.Tıpkı bu sabah birden bire başını onca zamandan sonra kaldırıp gülümseyen ufaklık gibi.Sabredebilmek ne güzel...Bu arada tüylü tüylü poz verdiler ya yarış birincileri,gam yemem artık!Resmen plazlanıyor haspalar!
Yüksel teyzeciğimin getirdiği tatlı tamarindler bitmeden resimlerini çekeyim dedim.Bu iyileşme döneminde taze sarı hurma ve tamarindler değişiklik oldu.Tohumlarını kurutup saklıyorum.PDA'ya girdikten sonra yaşama bakışım ve canlılara verdiğim değer öyle değiştiki...
Okumaya devam hazır güneş hepimizi öperken....
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
17 Nisan 2009 Cuma
YAVAŞ,USUL USUL AMA GÜÇLÜ
Herkese merhabalar!
Yukarıdaki resimler sanırım herşeyi açıklıyor.FSD'nin kurucusu,benim güzel yürekli arkadaşım Defne Koryürek,damla damla ürettiği sağlık dilimlerini Boğaziçi güney kampüsünde Slow Food Gıda Gençlik hareketine katılan herkese tek tek sunuyor.Sevgili Filiz Telek organize etti,ellerine sağlık.Başında Turkuaz yemenisi,yüzünde solmayan gülümsemesi ile çok hoş bir etkinliğe daha imzasını attı.Müsait olabilen tüm FSD'liler orada idik.Gururumuz Yeditepe Gastronomi öğrencileri parçaladılar yine kendilerini.Çimenlere yayılan Boğaziçili gençlik pek bir umursamazdı başlarda.Defne'nin megafonu alıp,anonslar yapması görülmeye değerdi doğrusu.
Belim daha az ağrıdığı için ben de son anda bir cesaret arabaya atladım,Selin'i de alıp,o alçılı ayakla ben yarı sakat belle,BÜ'nün yolunu tuttuk.Selin'in afili sokak alçısı ve koltuk değnekleri bizim etkinliğin yapıldığı meydana dek araba ile gitmemizi sağladı!
Bizimkiler çoktan masaları kurmuş,acilen tam teşekküllü sağlık hizmeti yediriyorlardı!Hemen bir örnek Slow Food tişörtlerimizi giyip doğru gençlere bildiri dağıtmaya.Hep onlar dağıtacak değil ya!Masamızda şeflerimiz meraklı öğrencilere uygulatarak kısır,pancarlı salata,tarator,humus gibi sağlıklı yiyecekleri yaptırdılar.Dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık bilmeleri gereken gerçekleri.Aysuncuğumun sütleri,öğrencilerin ellerinde,şişelerde dakikalarca çalkalanarak kampüsü dolaştı.Defne kas gücü ile mayonez yapmayı öğretti.Benim de biraz tuzum oldu bu üretimde!Kızlardan biri gerçek mayonezi gerçek ekmek üzerinde tadınca tüm şaşkınlığı ile
'' Aaaa,mayonez bu muymuş,nefis ???'' diyiverdi!Defne'nin uzattığı mayonezli doyumsuz tad ve şifadaki gülümseyen dilime uzaylı görmüş gibi bakan iki orta yaşlı hanım,ekmekleri almayınca araya girip,hiç değilse burada harcanan onca emek adına kabul etmesini rica ettim.Aldı baktı baktı...Neden yemediğini sorduğumda ''Ben böyle garip şeyler yemiyorum''dedi,galiba biraz da utana sıkıla!Ne yapsın o da haklı.İçinde E88 (yavaşça öldürüraküs bilmem ne uydurukus) maddeleri olmadığı için garibim yabancıladı.Ha birde tabi bi bizim süslü ambalajlarımız yoktu.Herşey yalın ve doğal.Olması gerektiği kadar.Düğüne giden teyzeler misali takmış takıştırmış olsa idi ürünlerimiz bakın görün ilgiyi o zaman!
ZARFA DEĞİL MAZRUFA BAKALIM LÜTFEN...
Kızacaklar belki ama özellikle bir ODTÜ'lü olarak,açıkçası BÜ'lülerden çok daha fazla ilgi ve katılım beklerdim.Biraz hayal kırıklığı oldular benim için...Tabi katılan o güzel yürekleri bundan ayrı tutuyorum.Ellerinde kolaları,boyalı,nişasta bazlı şeker(NBŞ)=en hafifinden diyabet2,bir de hamburger oldu bitti.Bitti de çocuklar aslında sağlığınız bitti,yaşamınız tükendi!
Kampüsün kedileri en hızlı çıktı.Tabi biliyorlar neyin sağlıklı olduğunu hınzırlar.Hatta biri arabama girmeye bile kalkıştı!Kokuları aldı ya.Ah bir de asıl,sağlıklı ,adil ve temiz gıdanın kokusunu gençlere aldırabilirsek ne mutlu FSD'liyim diyene...
Bizler maddi manevi elimizden geleni yapıyoruz.Umarım dün ektiğimiz tohumlar yeşerir ve o güzel yarı asırlık okulun güzel kampüsünde koca bir çınar olur asırlarca.
Bir dahaki sefer için dahiyane bir fikrim var.Madem ki gençliğin büyük bir bölümü sağlıklı beslenme konusunda bu kadar vurdumduymaz ve bilinçsiz ki gözlemim tüm Türk insanını kapsıyor aslında,milletçe transyağlı,NBŞ'li,GDO'lu sahte yiyeceklere meraklıyız, biz de biraz süpermencilik oynarız.Önce Klark Kent gibi gideriz.Yani en üste giydiğimiz tişörtlerde,afişlerde hep Fast Food yazar. Toplananlar standımızda sadece hamburgerler,patates kızartmaları,Kola renginde içecekler görür.Sunum başlar.Millet yiyeceklere tam yumulmuşken,toplu bir katliam bir anda toplu kurtarıma dönüşür. Tataaaam supermen ortaya çıkar!Yani üstteki tişörtler aksiyon olsun diye yırtılıp atılır ve alttan Caanım Slow Food tişörtlerimiz çıkar.Ardından Fast Food afişi birden Slow Food olur!Tam buğday unundan yapılmış ''bun'' görünümlü sağlıklı ekmeklerin arasında ise saglıklı gerçek lezzetler!Patatesler az tuz ve zeytinyağıyla ''french fries'' görüntüsünde ama fırınlanmış yine çıtır çıtır!PDA'mızın narin kızları dilim dilim pembe domates, milleti çıldırtmaya hazır lezzetten.İçecek ise nefis tatlı bir pekmez az Kızılay maden suyu ile karıştırılmış!Dileyene gingerale bile var!MSG'den dili körelmiş,beyni uyuşmuşları bile insafa yola getiren cinsinden saf leziz yiyecekler.Varlıkları kasadaki tuşlara bilgisayar çıktısı resimlerle hapsedilmemiş,sadece görüntüden ve kansorejen maddelerden oluşmayan.Her birinin bizler gibi özel bir adı,genlerimizle uyumlu binlerce yıllık tarihi ,tecrübesi ve nefaseti olan.Adı kadar tadı da olan,unutturulan ama bir zamanlar hep varolan.Bizi biz yapan analaramızın,ninelerimizin buram buram sevgi kokan yemekleri.Tabi plastik tepside bir de tatlı görmeye alışıklar için o kısmı hayal gücünüze emanet ediyorum.Lezzet sonsuzluğunda yitip gidenlere yeni dostlar kazandıracak eminim yüzlerce reçetemiz vardır.
Haydi gençler katılın bize,siz de tutun bir ucundan...Ocağı size emanet edeceğimiz gün yakın.Tencerenizde sağlık pişirmeniz ise hepimizin tek arzusu.Buyrun afiyet olsun... Bakın haberlere çıkmışız bile haberiniz olsun.
Bu arada daha resim görmek isteyenler buyrun sizi de buraya alalım.Hayatımın ilk videosu!Her boyutta yavaştı!Yardım eden,sabreden tüm dostlara sonsuz teşekkürler.
http://www.facebook.com/photo_search.php?oid=74654013800&view=user#/group.php?gid=74654013800&ref=mf
Sevgiyle kalın.
Yeşim Güriş
15 Nisan 2009 Çarşamba
QUA VADİS?
Hepimiz bir gün öleceğimizi bilerek YAŞIYORUZ...
Değer bilmek ne güzel,koruyabilmek yaşatabilmek ne güzel.Balkonumdaki limonun yeni çiçeklerinden biri avucumun korumasında.Yanında ise bugün Almanya'da ekimi yasaklanan Monsanto 810'a atfen bir Frankeştayn resmi.Adı bile yok zavallının.Numaralanmış.Bana hapishaneleri ve mahkumlari hatırlatıyor...Şöyle güzel bir cin mısırı bulsak ta patlatıp yesek tüm kişiliksiz sayılara inat!
Viyollerim bitti ama iki bızdık kütüphanemin bir köşesinden hayata meydan okumaya başladılar bile!Gürbüzlük yarışmasının birincisi ilerde kendine komşu olacak saksıdaki bitki ile birlikte,boş vakitlerimde doğadan toplayıp biraraya getirdiğim soyut taş,cam,deniz kabuğu kütlesine meraklı gözlerle bakmaktalar.Bizi yetiştiren bu hatun da nelerle uğraşıyor dediklerine eminim!
Bugün GDO'lar ve bunlara karşı duyarsız olanlar nedeni ile dehşete düşen bir üyemize yazdığım şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.Bir de bugün fidelerimizi daha sağlıklı nasıl büyütebilirim diye araştırırken PİŞKİNLEŞTİRME diye daha önce bilmediğim yeni bir konuyu da öğrendim ve tabiki hemen PDA'lı dostlarımla paylaştım.Onu da buraya ekliyeyim ki bilgilerimiz artsın.
Ama günün en güzel kısmı sabah yorumları okurken Kenan Demirkol hocamızın da lütfedip PEMBE SÜRGÜN'ü okuması ve düzeltmeler yapması idi : ))) Yaşasııın!
Caninizi hic sikmayin cancagazim.
Bak iste biz hepimiz bunun icin burdayiz.Bir avuc sehirli,egitimli,kulturlu,yasama ve yasayan her canliya saygili insan balkon tepelerinde Avniye ve Mehmet Tansuglarin onderliginde...PDA yi anlayabilen her guzel yurege kapimiz acik.Agzimizin tadini kaciran piskinler son demlerini yasamakta...Cumartesi Ferikoy'deki ekolojik pazarimiz var.Uzak gidilir mi demeyin.Sonrasinda Allah korusun doktor muayehanelerine, kemoterapilere gitmek daha mi kolay?Sutcumuz Aysun sayesinde mutlu mesut lilir likir saglik icip,gelecek mayaliyoruz her hafta.Yakinda belki birimiz bir bal bulur Kasimpasa'daki Inebolular pazarinda satilanlardan belki de daha sifali...Bu arada Prof Dr.Kenan Demirkol hocamiz lutfedip blogumdaki "Seker Sagliga Zararlidir,Oldurur" yazimi okuyup duzeltmeler yapmis,sagolsunlar.Yeni halini merak edenler PEMBE SURGUN'e lutfen...
Size yeni aldigim guzel bir haberi ileteyim ki pembislerle beraber hepimizin yuzu gulsun :)
Sevgiyle kalin
Yesim Guris
Degerli grup uyeleri,
Bak iste biz hepimiz bunun icin burdayiz.Bir avuc sehirli,egitimli,kulturlu,yasama ve yasayan her canliya saygili insan balkon tepelerinde Avniye ve Mehmet Tansuglarin onderliginde...PDA yi anlayabilen her guzel yurege kapimiz acik.Agzimizin tadini kaciran piskinler son demlerini yasamakta...Cumartesi Ferikoy'deki ekolojik pazarimiz var.Uzak gidilir mi demeyin.Sonrasinda Allah korusun doktor muayehanelerine, kemoterapilere gitmek daha mi kolay?Sutcumuz Aysun sayesinde mutlu mesut lilir likir saglik icip,gelecek mayaliyoruz her hafta.Yakinda belki birimiz bir bal bulur Kasimpasa'daki Inebolular pazarinda satilanlardan belki de daha sifali...Bu arada Prof Dr.Kenan Demirkol hocamiz lutfedip blogumdaki "Seker Sagliga Zararlidir,Oldurur" yazimi okuyup duzeltmeler yapmis,sagolsunlar.Yeni halini merak edenler PEMBE SURGUN'e lutfen...
Size yeni aldigim guzel bir haberi ileteyim ki pembislerle beraber hepimizin yuzu gulsun :)
Sevgiyle kalin
Yesim Guris
Degerli grup uyeleri,
Az once, Almanya Tarim Bakani GDO misir ekimini yasakladi. Urun,Monsanto'nun 810 numarali tohumu.Yapilan arastirmalar sonucu, kisa ve uzun surede, cevreye zararlioldugu icin yasaklandi.
Selamlar,
Mesut BerkerBerlin - Almanya
Selamlar,
Mesut BerkerBerlin - Almanya
Bir de PİŞKİNLEŞTİRME konusundaki alıntıya göz atalım dilerseniz
Merhaba dostlar,
Fatma hanımın sorununa çözüm ararken FİDE PİŞKİNLEŞTİRMEK diye bir konu dikkatimi çekti.Konu tüm sebze çeşitlerini kapsadığı için bizim pembe hanımlara da uygulanır gibi geldi.Hele balkon ortamında rüzgar,hemen ısınan plastik saksılar,tozlanma yetersizlikleri gibi handikaplarımız olduğu gözönüne alındığında...İkinci şaşırtmadan sonra birkaç fideme uygulayıp aradaki farkı gözlemleyeceğim.Tarlada ekim yapmakla apartman tepesinde saksıda emek vermek o kadar farklı iki alan ki.Tıpkı gürbüz sağlıklı köy çocukları ile narin,alerjilerden başını kaldıramayan şehirli çocuklar gibi.Bir domates üreticisi halimizi görse katıla katıla gülerdi herhalde :)
PİŞKİNLEŞTİRME konusunu daha önce tartıştık mı hatırlayamadım.Bizim arşivde de bulamadım.Hepimizin şu aralar miniklere yaptırdığı kısa süreli balkon keyiflerine belki bir faydası olur ektekilerin.Konu ile ilgili bilgisi yada deneyimi olan pembe dostlarından bir bilgi akışı sağlanabilirse çok sevinirim.
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş
Fidelerin Pişkinleştirilmesi / Fide Yetiştiriciliği /
Fatma hanımın sorununa çözüm ararken FİDE PİŞKİNLEŞTİRMEK diye bir konu dikkatimi çekti.Konu tüm sebze çeşitlerini kapsadığı için bizim pembe hanımlara da uygulanır gibi geldi.Hele balkon ortamında rüzgar,hemen ısınan plastik saksılar,tozlanma yetersizlikleri gibi handikaplarımız olduğu gözönüne alındığında...İkinci şaşırtmadan sonra birkaç fideme uygulayıp aradaki farkı gözlemleyeceğim.Tarlada ekim yapmakla apartman tepesinde saksıda emek vermek o kadar farklı iki alan ki.Tıpkı gürbüz sağlıklı köy çocukları ile narin,alerjilerden başını kaldıramayan şehirli çocuklar gibi.Bir domates üreticisi halimizi görse katıla katıla gülerdi herhalde :)
PİŞKİNLEŞTİRME konusunu daha önce tartıştık mı hatırlayamadım.Bizim arşivde de bulamadım.Hepimizin şu aralar miniklere yaptırdığı kısa süreli balkon keyiflerine belki bir faydası olur ektekilerin.Konu ile ilgili bilgisi yada deneyimi olan pembe dostlarından bir bilgi akışı sağlanabilirse çok sevinirim.
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş
Fidelerin Pişkinleştirilmesi / Fide Yetiştiriciliği /
SEBZELERDE YETİŞTİRME TEKNİĞİ / SEBZECİLİK
Elde edilen fideler, sıcak yastıklara veya ısıtılmış serlere dikilecekse, fide yetiştirme yerinden direkt alınıp dikilebilir. Çünkü ortam koşullarında herhangi bir farklılık yoktur ve bu yer değiştirmeden dolayı, bitkilerde bir büyüme stresi meydana gelmez. Ancak bitkiler tarla koşullarında veya tünel altında yetiştirilecekse, bu takdirde fidelerin yetiştirildiği sıcak ve nemli ortama göre daha soğuk ve kısmen kuru olan dış ortama ve tünel altı ortamına uyabilmeleri için, bazı işlemler yapılır. Fidelerin dış koşullara dayanmalarını, hastalık ve haşerelere karşı kuvvetlendirilmesi işlemlerine fide pişkinleştirme veya fide odunlaştırma işlemi ve elde olunan fideye de “pişkin fide” adı verilir. Ancak unutulmaması gereken bir nokta, pişkinleştirme yapılırken, fidelerin gelişmesi hiçbir zaman durdurulmamalı ve fideler strese sokulmamalıdır. Pişkinleştirme, fidelerin bulunduğu sıcak ortamın sıcaklığını, havalandırma yaparak yavaş yavaş düşürmek, verilen su miktarını azaltmak ve fidede besin maddesi miktarını arttırmak, yani kuru madde miktarını yükseltmek gerekir. Dikkat edilecek olursa, bu işlemler fidelerdeki büyüme ve gelişmeyi kısmen durdurucu niteliktedir. İşte, bu değişen etkiyi minimum seviyede tutarak zamanla arttırarak, fidelerin büyüme ve gelişme şokuna girmelerine izin verilmez.
Pişkinleştirme:- Fidelerin, fidelikteki büyüme ve gelişme hızını bir miktar azaltmak- Gövde ve yapraklarda kütikülayı (bitkinin dışa karşı koruyucu kabuk kısmını)kalınlaştırmak- Lahana ve benzeri bitkilerdeki mum tabakasını artırmak- Bitki içindeki hidrofil kolloidlerin yüzdesini çoğaltmak ve bitkinin susuzluğa, kurağave dona karşı direncini arttırmak- Bitkinin kuru madde miktarını çoğaltmak ve böylece bitkideki su yüzdesini azaltıpsoğuğa ve dona karşı dayanıklılığını yükseltmek- Yaprakların koyu bir renk almasını sağlamak ve böylece yoğun güneş ışıklarına karşıdirencini sağlamak için yapılır.Pişkinleştirilen fidelerin yaprakları, pişkinleştirilmeyen fidelere göre, daha küçük ve daha koyu yeşil renklidir. Pişkinleştirmeyle, fidelerde hidrofil kolloidlerinin çoğaltılmasıyla, hücrelerdeki donabilecek su miktarı azaltıldığından, dışarıya çıkartılan fideler, düşük sıcaklıklara karşı bir direnç gösterir (ROSA 1921). Lahana fidelerini pişkinleştirmekle protoplazmanın konstrüktürü değiştirilir ve dondurucu soğuklar ve diğer fiziksel olaylar karşısında, protoplazma tortulaşması veya kuagule olması (pelteleşmesi) önlenir. Yaprak yüzeyleri pürüzlü olan bitkilerde, don sırasında hücre içersindeki suyun buz haline gelmesi daha zordur, yani bu bitkilerde bir rezistanslık meydana gelir (HARVEY 1929). LEVİTT ve SCARTH (1936) göre, don zararlanmasının bir etkisi protoplazma gerginliğinin kaybolmasıdır. Pişkinleştirilmiş lahana fidelerinde plazmoliz ve deplazmoliz olayına karşı bir rezistanlık görülür. Bunun nedeni, gerginliğin dona karşı hücrede kuvvet sağlamasıdır. Nitekim pişkinleştirilmiş lahana fideleri eksi 5,6oC’de, pişkinleştirilmemiş olanlar eksi 2,1oC’den sonra, donma belirtisi göstermiştir (LEVİTT 1939). Pişkinleştirme sırasında meydana gelen diğer önemli bir olay, hücre su tutma özelliğinin çoğalmasıdır ve bundan dolayı hücre gerginliğinin artmasıdır. Hücrelerdeki sellüloz miktarının yükseltilmesi, dondan etkilenmeyen su miktarının yükselmesini sağlar. Nitekim, pişkinleştirilmiş fidelerde kuru maddenin her gramına karşılık, 3,5 kat fazla su bulunur. Pişkinleştirmeyle bitkilerdeki dehidrasyonla meydana gelecek zararlanmalar önlenir. Esasında, hücredeki suyun donma ve çözülme oranlarını azaltmakla, kritik donma dereceleri değiştirilemez. Donma sırasında, hücrelerin zararlanmasına neden olan olay, büzülme ve çekilmedir, yoksa intra sellüloz buz parçaları veya çabuk çözülme değildir. Yapraklar üzerindeki mum tabakasının kalınlaşması, düşük sıcaklığa karşı bitkileri korur.Fidelerin dış koşullara alıştırılması ve pişkin hale getirilmesi, yavaş yapılmalıdır. Çabuk yapılan işlemlerde fidelerin büyüme ve gelişmesinde duraklama yaratılır. Bu duraklamanın durumuna göre, bitkilerde hastalanma ve fizyolojik şokla, ölüm meydana gelebilir. Bitkileri aşırı derecede pişkinleştirmek de doğru değildir. Aşırı pişkinleştirilmiş bitkiler tarlaya dikildiğinde, erkenci hasatta bir gecikme meydana gelir.
Elde edilen fideler, sıcak yastıklara veya ısıtılmış serlere dikilecekse, fide yetiştirme yerinden direkt alınıp dikilebilir. Çünkü ortam koşullarında herhangi bir farklılık yoktur ve bu yer değiştirmeden dolayı, bitkilerde bir büyüme stresi meydana gelmez. Ancak bitkiler tarla koşullarında veya tünel altında yetiştirilecekse, bu takdirde fidelerin yetiştirildiği sıcak ve nemli ortama göre daha soğuk ve kısmen kuru olan dış ortama ve tünel altı ortamına uyabilmeleri için, bazı işlemler yapılır. Fidelerin dış koşullara dayanmalarını, hastalık ve haşerelere karşı kuvvetlendirilmesi işlemlerine fide pişkinleştirme veya fide odunlaştırma işlemi ve elde olunan fideye de “pişkin fide” adı verilir. Ancak unutulmaması gereken bir nokta, pişkinleştirme yapılırken, fidelerin gelişmesi hiçbir zaman durdurulmamalı ve fideler strese sokulmamalıdır. Pişkinleştirme, fidelerin bulunduğu sıcak ortamın sıcaklığını, havalandırma yaparak yavaş yavaş düşürmek, verilen su miktarını azaltmak ve fidede besin maddesi miktarını arttırmak, yani kuru madde miktarını yükseltmek gerekir. Dikkat edilecek olursa, bu işlemler fidelerdeki büyüme ve gelişmeyi kısmen durdurucu niteliktedir. İşte, bu değişen etkiyi minimum seviyede tutarak zamanla arttırarak, fidelerin büyüme ve gelişme şokuna girmelerine izin verilmez.
Pişkinleştirme:- Fidelerin, fidelikteki büyüme ve gelişme hızını bir miktar azaltmak- Gövde ve yapraklarda kütikülayı (bitkinin dışa karşı koruyucu kabuk kısmını)kalınlaştırmak- Lahana ve benzeri bitkilerdeki mum tabakasını artırmak- Bitki içindeki hidrofil kolloidlerin yüzdesini çoğaltmak ve bitkinin susuzluğa, kurağave dona karşı direncini arttırmak- Bitkinin kuru madde miktarını çoğaltmak ve böylece bitkideki su yüzdesini azaltıpsoğuğa ve dona karşı dayanıklılığını yükseltmek- Yaprakların koyu bir renk almasını sağlamak ve böylece yoğun güneş ışıklarına karşıdirencini sağlamak için yapılır.Pişkinleştirilen fidelerin yaprakları, pişkinleştirilmeyen fidelere göre, daha küçük ve daha koyu yeşil renklidir. Pişkinleştirmeyle, fidelerde hidrofil kolloidlerinin çoğaltılmasıyla, hücrelerdeki donabilecek su miktarı azaltıldığından, dışarıya çıkartılan fideler, düşük sıcaklıklara karşı bir direnç gösterir (ROSA 1921). Lahana fidelerini pişkinleştirmekle protoplazmanın konstrüktürü değiştirilir ve dondurucu soğuklar ve diğer fiziksel olaylar karşısında, protoplazma tortulaşması veya kuagule olması (pelteleşmesi) önlenir. Yaprak yüzeyleri pürüzlü olan bitkilerde, don sırasında hücre içersindeki suyun buz haline gelmesi daha zordur, yani bu bitkilerde bir rezistanslık meydana gelir (HARVEY 1929). LEVİTT ve SCARTH (1936) göre, don zararlanmasının bir etkisi protoplazma gerginliğinin kaybolmasıdır. Pişkinleştirilmiş lahana fidelerinde plazmoliz ve deplazmoliz olayına karşı bir rezistanlık görülür. Bunun nedeni, gerginliğin dona karşı hücrede kuvvet sağlamasıdır. Nitekim pişkinleştirilmiş lahana fideleri eksi 5,6oC’de, pişkinleştirilmemiş olanlar eksi 2,1oC’den sonra, donma belirtisi göstermiştir (LEVİTT 1939). Pişkinleştirme sırasında meydana gelen diğer önemli bir olay, hücre su tutma özelliğinin çoğalmasıdır ve bundan dolayı hücre gerginliğinin artmasıdır. Hücrelerdeki sellüloz miktarının yükseltilmesi, dondan etkilenmeyen su miktarının yükselmesini sağlar. Nitekim, pişkinleştirilmiş fidelerde kuru maddenin her gramına karşılık, 3,5 kat fazla su bulunur. Pişkinleştirmeyle bitkilerdeki dehidrasyonla meydana gelecek zararlanmalar önlenir. Esasında, hücredeki suyun donma ve çözülme oranlarını azaltmakla, kritik donma dereceleri değiştirilemez. Donma sırasında, hücrelerin zararlanmasına neden olan olay, büzülme ve çekilmedir, yoksa intra sellüloz buz parçaları veya çabuk çözülme değildir. Yapraklar üzerindeki mum tabakasının kalınlaşması, düşük sıcaklığa karşı bitkileri korur.Fidelerin dış koşullara alıştırılması ve pişkin hale getirilmesi, yavaş yapılmalıdır. Çabuk yapılan işlemlerde fidelerin büyüme ve gelişmesinde duraklama yaratılır. Bu duraklamanın durumuna göre, bitkilerde hastalanma ve fizyolojik şokla, ölüm meydana gelebilir. Bitkileri aşırı derecede pişkinleştirmek de doğru değildir. Aşırı pişkinleştirilmiş bitkiler tarlaya dikildiğinde, erkenci hasatta bir gecikme meydana gelir.
Kaynak: Genel Sebzecilik Kitabı
Prof. Dr. Atila Günay
Ben bu alintiyi alirim ve de pat diye yayinlarim :)
Ayrica biraz daha eski ama onemli bir haber de burda
Avrupa Birliği hükümetleri, ABD'li Monsanto firması tarafından geliştirilen genetiği değiştirilmiş mısırın ekimi konusunda yasak uygulayan Fransa ve Yunanistan için gelecek hafta toplanacak.
Avrupa Birliği'nin icra kolu olan Avrupa Komisyonu, bilimsel olarak Monsanto genetiği değiştirilmiş mısırın zararlı olduğuna dair kanıt olmadığını savunarak, Fransa ve Yunanistan'dan genetiği değiştirilmiş mısırın ekimi konusunda uyguladıkları yasağı kaldırmalarını istiyor.
AB hükümetlerinden gelecek uzmanlar, Pazartesi günü komisyonun teklifini oylayacaklar. Eğer hükümetler bir karara varamazsa, komisyonun yasağı kaldırma teklifi 2 Martta hükümetlerin çevre bakanları tarafından da oylanacak.
Bakanlar geçmişte Avusturya ve Macaristan tarafından uygulanan yasağın kaldırılmasını oylama sonucu reddetmişlerdi. Gözlemciler, yapılacak oylamada yine aynı durumun yaşanacağını ve AB hükümetlerinin kendi ulusal otonomisine saygı gösterileceğini öngörüyorlar. Uzmanlar, kapalı yapılacak oylamayla, iki tarafın da karşı koyması sonucu yaşanacak hareketsizle konunun kitleneceğini belirtiyorlar.
Greenpeace genetik ürünler sorumlusu Marco Contiero, "Yüksek düzeyde yaşanacak çatışmanın merkezinde iki ensititü var. Taraflardan biri Avrupa Konseyi, diğer tarafı ise komisyondur." dedi.
Fransız günlük gazetesi Le Figaro hafta içerisinde, Fransız Gıda Güvenliği Ajansı raporunu yayınlanmıştı. Raporda ajans, Monsanto genetiği değiştirilmiş ürünlerinin insan sağlığına zararlı olmadığını açıklamıştı. Fransız hükümeti, yasağın devamını savunuyor ve resmi yetkililer biyotek mısırdan tarım alanlarının zarar görmemesi için yasağın devam etmesi gerektiğini söylüyorlar.
Monsanto mısırları-MON 810-olarak adlandırılıyor ve biyotek ürün Avrupa'da yetişebiliyor.
Avrupa Birliği'nin icra kolu olan Avrupa Komisyonu, bilimsel olarak Monsanto genetiği değiştirilmiş mısırın zararlı olduğuna dair kanıt olmadığını savunarak, Fransa ve Yunanistan'dan genetiği değiştirilmiş mısırın ekimi konusunda uyguladıkları yasağı kaldırmalarını istiyor.
AB hükümetlerinden gelecek uzmanlar, Pazartesi günü komisyonun teklifini oylayacaklar. Eğer hükümetler bir karara varamazsa, komisyonun yasağı kaldırma teklifi 2 Martta hükümetlerin çevre bakanları tarafından da oylanacak.
Bakanlar geçmişte Avusturya ve Macaristan tarafından uygulanan yasağın kaldırılmasını oylama sonucu reddetmişlerdi. Gözlemciler, yapılacak oylamada yine aynı durumun yaşanacağını ve AB hükümetlerinin kendi ulusal otonomisine saygı gösterileceğini öngörüyorlar. Uzmanlar, kapalı yapılacak oylamayla, iki tarafın da karşı koyması sonucu yaşanacak hareketsizle konunun kitleneceğini belirtiyorlar.
Greenpeace genetik ürünler sorumlusu Marco Contiero, "Yüksek düzeyde yaşanacak çatışmanın merkezinde iki ensititü var. Taraflardan biri Avrupa Konseyi, diğer tarafı ise komisyondur." dedi.
Fransız günlük gazetesi Le Figaro hafta içerisinde, Fransız Gıda Güvenliği Ajansı raporunu yayınlanmıştı. Raporda ajans, Monsanto genetiği değiştirilmiş ürünlerinin insan sağlığına zararlı olmadığını açıklamıştı. Fransız hükümeti, yasağın devamını savunuyor ve resmi yetkililer biyotek mısırdan tarım alanlarının zarar görmemesi için yasağın devam etmesi gerektiğini söylüyorlar.
Monsanto mısırları-MON 810-olarak adlandırılıyor ve biyotek ürün Avrupa'da yetişebiliyor.
Monsanto firması 2005 yılında Iraklı çiftçilerin yüzlerce yıldır kullanmış oldukları tarım yöntemlerini engellemiş ve tohumların ertesi yıl tekrar üzere saklanmasını engelleyecek yasayı çıkartmıştı.
2006 yılında ABD biyotek firmalarının Dünya Ticaret Örgütü'ne, AB'nin uyguladığı ithalat kısıtlamalarının kaldırılması için başvurmuş ve AB, genetiği değiştirilmiş ürünlerin bazılarının ithalatına izin vermişti. İthalatına izin verilen ürünler içerisinde MON 810'da bulunuyor.
Genetik ürünlere karşı çıkanlar; gen teknolojisi ile üretilen besinlerin, toplumda görülen alerjik reaksiyonları arttıracağı, antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların kısa sürede gelişeceği, ekolojik açıdan zaman içinde dünyadaki genetik çeşitliliği azaltacağı, ekonomide dışa bağımlılığı da arttıracağı ve özellikle küçük çiftçilerin bundan zarar göreceğini ileri sürüyorlar.
Türkiye'de üretim kapasitesi olmasına rağmen her yıl 2 milyon ton genetiği değiştirilmiş mısır ithal ediliyor.
ABsaglikhaber.com
Genetik ürünlere karşı çıkanlar; gen teknolojisi ile üretilen besinlerin, toplumda görülen alerjik reaksiyonları arttıracağı, antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların kısa sürede gelişeceği, ekolojik açıdan zaman içinde dünyadaki genetik çeşitliliği azaltacağı, ekonomide dışa bağımlılığı da arttıracağı ve özellikle küçük çiftçilerin bundan zarar göreceğini ileri sürüyorlar.
Türkiye'de üretim kapasitesi olmasına rağmen her yıl 2 milyon ton genetiği değiştirilmiş mısır ithal ediliyor.
ABsaglikhaber.com
14 Nisan 2009 Salı
13 Nisan 2009 Pazartesi
ONUNCU YIL NUTKU
Cumhuriyet'in Kuruluşunun 10. Yıldönümü Nedeniyle ATATÜRK'ün Nutku
Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, Temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk Milleti,
On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medeni alem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!
Ankara, 29 Ekim 1933
GENETİĞİ OBEZ OYUNLAR
Güne güzel bir resimle başladım.Çünkü bugün konumuz yine çok ağır...
Ama bilgilenmeden fikir sahibi olamayacağımıza göre araştırmaya devam!PDA için yazdığım bir araştırma yazımı aşağıda aynen aktarıyorum.
Konumuz tohum yasasındaki olası sakıncalar ve tabiki başımızın acı belası GDO lu besinler...Onca okumadan ve beyin fırtınasının ardından öne çıkan PARA HIRSI VE AHLAKSIZ BİR AÇGÖZLÜLÜK...Madem dünyadaki bir milyar aç için bunca GDO çalışması,benim çukulatamda GDO lu mısır şurubunun işi ne?Neden daha pahalı olan şeker pancarından elde edilen şekerle sesizce daha ucuz ve kansorejen GDO lu mısır şurubunu yer değiştirdiniz?Neden çukulatayı ucuzlatmadınız?Neden bal yerine GDO lu mısır şurubu=glikoz yiyiyorum hem de haberim bile olmadan?Ben gerçek,sağlıklı,doğal besin tüketmek istiyorum.Siz sadece daha ucuza mal edip daha fazla para kazanıyorsunuz...Garibim açlar mı sizin umurunuzda?Fakir Afrika ülkelerinde tarlalar satın alıp ne yaptınız???Ne ürettiriyorsunuz hala???Ben en üzgün anlarımda biraz serotonin adına kakao tüketmek için Aztek dönemine mi ışınlanmalıyım???Ekmek bulamayan GDO lu çukulata mı yesin?(Marie Antoinette'ten özür.O sözü sen değil,senden 2009 eksi 1793 sene sonra GDO'LU besinleri üreten,pazarlayan,satan ve izin veren tüm sorumluları söylemiş!)
Alıntımdaki harf uyumsuzluğu için okuyucularımdan özür dilerim.İki dilde yazmanın sakıncaları da oluyor bazen!
Bir doktor yada gen muhendisi olmadigim icin konuyu cok boyutlu arastirmam gerekiyor.Bu okumalarim sirasinda buldugum bir bilimsel kaynak cok isime yaradi.Baglantiya bir goz atmak isteyenlere asagida verdim.
(GENETİK MODİFİYE GIDALARIN RİSKLERİ VE YARARLARI)
En basindan beri altini cizdigim terminoloji COK ONEMLI.Zaten Nukleer Tohum konusunu acmamin sebebi de buydu.Malesef Turkcemizin anlatim gucu bazen cok kisitli.GM(modified)O ve GD(degistirilmis)O yani "To modify something" ile "degistirmek" kelimeleri ayni anlamda tamamen ortusmuyorlar.Bir kelime ile ne kadar ugrasmamiz gerektigine KISA bir ornek!
GDO kelimesini en basta ele almamiz lazim.Besinlerdeki GDO karsitligimiz, karsi taraf tarafindan aleyhimize kullaniliyor.Sanki tum bilimsel calismalara karsi yobazlarmisiz,insanligin ilerlemesini istemiyormusuz gibi.Kendimizi cok net anlatmamiz lazim cunku muhatabimiz
1)GDO dan rant saglayanlar Ki bunlar yasayi uygulattiracak olanlar.Bazilarinin ahlaki degerlere bakis acilari sorgulamaya acik...
2)Konuyu hic bilmeyen,gecim sikintisindan,cahil birakilmaktan sorgulayamayan ama bize destek olusturacak ortalama insan yani cogunluk!Onlara aradaki farki sikmadan dogru sekilde anlatabilirsek kamuoyu hazir.Sonucta birinci grup degil,bu insanlar,bizler toplu halde zehirlenecegiz.GDO yu tamamen yasaklatamazsak bile en azindan secim hakki verdirmeliyiz.Hala konuyu anlamamislarsa bu onlarin secimidir.Tipki yasamdaki hersey gibi... Silent Forest filmi(http://vids.myspace.com/index.cfm?fuseaction=vids.individual&videoid=39582198&searchid=8054a5e2-4e4f-466d-9408-b3df6d56c62e )genetik arastirmalardaki etik farki cok iyi anlatiyor.Ben de aynen katiliyorum.Yani:Dikey gen transferi uygulamalarina EVET ama Yatay gen transferine HAYIR (Tabi burda metodlar ayri tartisma konusu)Yani turu melezlestirme (katir misali kisir dahi olsa) Iki farkli domates arasinda gibi ayni cinsler arasi dikey gen transferi kabul edilebilinir.Bu IYI BILIMDIR.Ama iki farkli cins arasinda yatay gen transferi COK KOTU AHLAKSIZ SORUMSUZ bilimdir henuz.Daha dogrusu sonuclarini bilmeden insanlar uzerinde toplu halde test etmek,bundan kisa yoldan para kazanmak.Deney kim yaparsa yapsin laboratuvarinda,minik olceklerde.Beni uzmez aksine sevindirir.Ama dunya bir laboratuvar,bizler de birkac tanricilik oynama heveslisi kocaman egonun denekleri ASLA DEGILIZ.Itirazimiz da bu yonde zaten.Asla pozitif bilim karsiti olamayiz.Frankestayn bir filmdir ve ne kadar sinemada seyrederseniz seyrdin hep biter ama dogaya salinanlar "THE END" yazisina ne yazikki sahip degiller.Bu isin sakasi da deneyi de olmaz.Ciddiyet lutfen,bilimin sayginligi adina. Havuca (henuz) fare geni konmamalidir.Daha dogrusu konup tonlarca uretilip bizlere yedirilmemelidir.Olmek istemiyoruz.
Arpad Pusztai bunu patateslerde kanitlamis ve isinden olmustur.(http://en.wikipedia.org/wiki/%C3%81rp%C3%A1d_Pusztai)
Tipki Seminur Topal Hoca gibi
Soya yedigini sanan kisiler fistik geni olan "GDO'lu SOYA" yiyip anaflaktik soka girip olmuslerdir.
GDO lu her urunun yaninda bir de Epinefrin ignesi satmak mecburi olmalidir!!!
Asagidaki link alerjiden olen bir cocuk icin yazilmistir.(http://www.foodallergyangel.com/WhatWeWishWeKnew.aspx)
that we have been eating unlabeled genetically modified foods
Emily was a very fussy baby. Our pediatrician recommended lactose free soy milk for Emily when she was a baby. The purple labeled can. Little did I know, but our food producers have been putting genetically modified soy, corn, and other foods in baby food, baby milk, and many processed foods. I was asleep in September 2000 when the Starlink Corn incident occurred. Hundreds of people had reactions to this corn that was destined for animal feed, but found it's way into the food supply. The reactions of the people consuming this corn were consistent with allergic reactions. Here's another report on the incident. Could these new genetically modified foods, which are introducing new toxins into a new baby's delicate digestive system, be the cause of the huge spike in food allergies? In addition, these toxins could be changing the gut flora of adults, therefore causing the spike in adult food allergies. I have learned of 10 adults that ate peanut butter their whole lives and just recently became deathly allergic to peanuts. These new toxins can be killing the good bacteria in our gut causing an imbalance. Check out this explanation of the genetic modification process.Recommendation: Read books, web articles, and another report on geneticallly modified foods. Borrow and watch the movie The Future of Food from your library. Check out these resources. Change your diet to as much natural and organic foods as possible. Eliminate as much processed food from your diet. Remember that genetically modified foods are NOT labeled. Watch the movie King Corn. Pray that the Truth about our food comes into the mainstream soon so that we can reverse all the new epidemics introduced from these UNTESTED foods.
Yuzlerce bilinen ve kimbilir kac tane bilinmeyen ornek vardir.Keşke dememek için okuyun lütfen...
Bu arada GDO nun seker hastalarina insulin yapiminda yeri cok onemlidir ve alkisliyorum ama ote yandan Bir Rota virus asisini ele alalim.
Saka gibi.Asinin yan etkisi sadece bagirsak dugumlenmesine neden olup oldurmesi bebekleri!!!O yuzden piyasadan alinmis ama simdi daha az yan etkisi varmis!!! IKI sene sonra yine piyasada imis!Daha detay isteyene asagidaki bilgiyi sunayim...
Biz daha asilari bile emekleye emekleye becerirken doganin dengesini bu denli bozacak cahil cesareti bana fazla curetkar geliyor.Neye karsi oldugumuzu cok iyi anlatabilmeliyiz.Agaclar nette PDA icin yazilan bazi yazilarda oyle yanlis saptamalar varki bizim bu konulardaki titizligimiz hakkinda.Ornegin:
Dün, 15:09 #351 zargana Yeni Üye Giriş Tarihi: 11-04-2009Şehir: Mugla
Mesajlar:
Mesajlar:
1 Ayrıca buradaki içerikte suç da işleniyor...
*...yobaz bir Hristiyan tarikatı...*..
*kurucularının ön plana çıkmak istedikleri bir yer...*
v.d.Bkz:TCK/ SEKİZİNCİ BÖLÜM
Şerefe Karşı Suçlar HakaretMADDE 125. - (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.
Ozetle hakaret eden uyeleri baska bir uye uyariyor!
Titiz ve sorumluluk sahibi davranmak gorevimizken,bunu en yalin ve herkesin dogru anlayacagi sekilde anlatabilmek te en az o kadar onemli.Ankara Siyasal'da Ingilizce egitmeni olarak ders verdigim yillarda ogrencilerimden aldigim en onemli derslerden biridir.Dogrudur ANLATABILACEGIM ANLAYABILECEGI KADARDIR ama basari da o seviyeyi kesfedebilmekten geciyor galiba.Bir de sabir :) Tabi Avniye Hanim gibi bir ustamizin olmasi isimizi herzaman kolaylastiracaktir.Nalancigimin sabrina ise hayranim hep...Grubumuzda o kadar farkli becerilerde dostlar varki.Bizi basariya goturecek sey bu cok renkli mozaik ve egolardan siyrilmis iyi yuregimizdir.
Benden bu gunluk bu kadar...
“Bütün hastalıklar bağırsaktan başlar.
Bağırsak hasta ise ise vücudun geri kısmı da hastadır.”
Hipokrat
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
12 Nisan 2009 Pazar
SERKAN AKSÜYEK'TEN ALINTIDIR
Tarih : 12.09.2008 - 19:04:50
Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak, sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil. 3 binden fazla endemik bitki türünü barındıran Anadolu toprakları, 2004'te yasalaşan Islahçı Hakları Kanunu ile birlikte, devlet eliyle çok uluslu tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak.
Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011'den itibaren bunu pazarda satamayacak. Aksi halde başı çok uluslu tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.
Haber: Serkan AKSÜYEK
Tohumculuk Kanunu, kabul edildiği 2006 yılında pek çok tartışmanın odağındaydı. Karşı çıkışların odak noktasını, ağırlıklı olarak özel sektör kuruluşlarından oluşan "Türkiye Tohumcular Birliği" oluşturuyordu. Oysa, bu kanunu tek başına ele alıp eleştirmek, tohumculuk şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyordu.
Türkiye'nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahatçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı.
Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.
5 yıllık geçiş süresinin sonunda, Türk çiftçisi ve Türk halkı bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Şimdi sondan başa giderek, Türkiye'nin nasıl bir kumpasın içine sokulduğunu aktaralım.
Kayıt sorunluluğu
31.10.2006 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu'nun 5. maddesinde, "Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir" deniliyor.
Aynı yasanın 7. maddesinde ise "Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir" hükmü ile kayıt altın alınmamış, ama çiftçinin yüzlerce yıldır ürettiği ve ticaretini yaptığı tohumların ticaretine kesin bir engel konuluyor.
Peki bu sınırlama ne zamandan itibaren geçerli?
Yasanın geçici 1. maddesinde, bu sınırlamaya ilişkin 5 yıllık geçiş süreci öngörülmüş.
Bu durumda, 31.10.2011 tarihinden itibaren, hemen her çiftçinin yüzyıllardır ürettiği ve kilerinde gelecek ekim dönemi için sakladığı tohumluklar, şayet kayıt altına alınmamışsa, ticarete konu olamayacak.
Yani, elinde fazla tohumu olan çiftçi Hasan Ağa, bu tohumunu komşusuna ya da pazarda ihtiyacı olan diğer çiftçilere satamayacak.
Ya satarsa ne olacak?
Aynı yasanın 12. maddesine göre ilk etapta 10 bin YTL (10 milyar TL), idari para cezasına çarptırılacak. Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilecek, tohumluklara Bakanlık tarafından el konulacak. Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha işlemi masrafları çiftçi tarafından ödenmek şartıyla Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek.
Zaten yokluklar içinde yaşamını sürdüren çiftçi, borcunu ödeyemezse haciz işlemi uygulanacak, yine ödememekte direnirse mapushane damı görülecek.
O "birisi" kim?
Atadan, dededen, babadan kalma metodlarla üretilen tohum, kayıt altına alınmamışsa, ticareti yapılamayacağı gibi tohumluk olarak kullanımına da izin verilmeyecek. Çiftçinin bu ihtiyacını, üreten birisinden satın alması gerekecek. İşte bütün mesele o "birisi"nin kim olacağı noktasında düğümleniyor..
Haberimizi buraya kadar okuyan okurlarımızın, "İyi de kardeşim ne var bunda, çiftçi gitsin tohumunu tescil ettirsin, ticaretini de yapsın" dediklerini duyar gibiyiz.
İş bununla bitmiyor..
Tohumculuk Kanunu'nun altyapısını hazırlayan bir başka kanun, adeta bu iş için özel olarak hazırlanmış...
8.1.2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5042 sayılı "Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahatçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun" işte tam bu aşamada devreye giriyor.
Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90'ı çok uluslu şirketler.
Dünya tohumculuğunu 6 büyük tekel elinde bulunduruyor. Bunlar; Novartis, Monsanto, Cargil, Dupont, ADN ve Bayer. Bu firmaların Türkiye'deki tohumculuk firmalarıyla hisse bazında ya da bayilik yoluyla kurdukları ortaklıkları bulunuyor.
5042 sayılı yasaya göre bu firmalar Türk çiftçisinin tohumlarını alıp, patent ve fikri mülkiyet hakkına sahip olacaklar. Şirketlerin hakları aynı yasayla güvence altına alınmış olacak.
Yani önce Tohumculuk Yasası ile çiftçiye "Arkadaş, sen bu tohumluğunu kullanamazsın" denilecek, sonra da o tohumları tescil ettiren çok uluslu şirketlere "devlet eliyle" pazar yaratılacak.
Şaka gibi değil mi?
Türkiye'nin bugün özellikle sebze tohumlarında yüzde 90 oranında ithalata bağımlı olduğu da anımsatmak gerekiyor.
Hakem Heyeti ne iş yapacak?
Bu noktada sorunun bir başka muhatabı ise Tohumculuk Kanunu ile kurulma kararı verilen Türkiye Tohumcular Birliği olacak.
Yasanın 16. maddesinde birliğin kuruluş çalışmalarına ilişkin kapsamlı hükümler yer alıyor. Birlik; bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve üreticileri, fide üreticileri, fidan üreticileri, tohum yetiştiricileri vb gibi pek çok alt birliğin çatı örgütü olarak örgütleniyor.
Buraya kadar da her şey normal görünüyor.
Sorun, birliğin bünyesinde kuruluş şeması verilen Hakem Kurulu ile ilgili.. Alt birliklerin kendi üyeleri arasından iki yıl için seçecekleri, konunun uzmanı kişiler tarafından kurulan Hakem Heyeti'nin görevleri arasında "yargılama" anlamını verecek örtülü ve içi doldurulmamış cümleler bulunuyor.
İşte görev tanımından iki dikkat çeken örnek (Madde 33):
** Birlik ve alt birlikler, alt birlikler ve üyeleri ile alt birlik üyeleri ve üçüncü kişiler arasında ortaya çıkacak ihtilafları uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlik yoluyla çözmek.
** Birliğin uluslararası uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlikle ilgili yükümlülükleri çerçevesindeki görevlerini yürütmek.
Birliğin üyeleri arasında ağırlığı yabancı şirketler oluşturacak.
Kısacası Türkiye, başka devletlerin "uzay araştırmaları ile bir tutma" derecesinde önem verdiği bu sektörü, yabancı şirketlerin ağırlığındaki Birliğin tasarruflarına teslim etmiş durumda.
Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak, sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil. 3 binden fazla endemik bitki türünü barındıran Anadolu toprakları, 2004'te yasalaşan Islahçı Hakları Kanunu ile birlikte, devlet eliyle çok uluslu tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak.
Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011'den itibaren bunu pazarda satamayacak. Aksi halde başı çok uluslu tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.
Haber: Serkan AKSÜYEK
Tohumculuk Kanunu, kabul edildiği 2006 yılında pek çok tartışmanın odağındaydı. Karşı çıkışların odak noktasını, ağırlıklı olarak özel sektör kuruluşlarından oluşan "Türkiye Tohumcular Birliği" oluşturuyordu. Oysa, bu kanunu tek başına ele alıp eleştirmek, tohumculuk şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyordu.
Türkiye'nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahatçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı.
Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.
5 yıllık geçiş süresinin sonunda, Türk çiftçisi ve Türk halkı bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Şimdi sondan başa giderek, Türkiye'nin nasıl bir kumpasın içine sokulduğunu aktaralım.
Kayıt sorunluluğu
31.10.2006 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu'nun 5. maddesinde, "Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir" deniliyor.
Aynı yasanın 7. maddesinde ise "Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir" hükmü ile kayıt altın alınmamış, ama çiftçinin yüzlerce yıldır ürettiği ve ticaretini yaptığı tohumların ticaretine kesin bir engel konuluyor.
Peki bu sınırlama ne zamandan itibaren geçerli?
Yasanın geçici 1. maddesinde, bu sınırlamaya ilişkin 5 yıllık geçiş süreci öngörülmüş.
Bu durumda, 31.10.2011 tarihinden itibaren, hemen her çiftçinin yüzyıllardır ürettiği ve kilerinde gelecek ekim dönemi için sakladığı tohumluklar, şayet kayıt altına alınmamışsa, ticarete konu olamayacak.
Yani, elinde fazla tohumu olan çiftçi Hasan Ağa, bu tohumunu komşusuna ya da pazarda ihtiyacı olan diğer çiftçilere satamayacak.
Ya satarsa ne olacak?
Aynı yasanın 12. maddesine göre ilk etapta 10 bin YTL (10 milyar TL), idari para cezasına çarptırılacak. Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilecek, tohumluklara Bakanlık tarafından el konulacak. Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha işlemi masrafları çiftçi tarafından ödenmek şartıyla Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek.
Zaten yokluklar içinde yaşamını sürdüren çiftçi, borcunu ödeyemezse haciz işlemi uygulanacak, yine ödememekte direnirse mapushane damı görülecek.
O "birisi" kim?
Atadan, dededen, babadan kalma metodlarla üretilen tohum, kayıt altına alınmamışsa, ticareti yapılamayacağı gibi tohumluk olarak kullanımına da izin verilmeyecek. Çiftçinin bu ihtiyacını, üreten birisinden satın alması gerekecek. İşte bütün mesele o "birisi"nin kim olacağı noktasında düğümleniyor..
Haberimizi buraya kadar okuyan okurlarımızın, "İyi de kardeşim ne var bunda, çiftçi gitsin tohumunu tescil ettirsin, ticaretini de yapsın" dediklerini duyar gibiyiz.
İş bununla bitmiyor..
Tohumculuk Kanunu'nun altyapısını hazırlayan bir başka kanun, adeta bu iş için özel olarak hazırlanmış...
8.1.2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5042 sayılı "Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahatçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun" işte tam bu aşamada devreye giriyor.
Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90'ı çok uluslu şirketler.
Dünya tohumculuğunu 6 büyük tekel elinde bulunduruyor. Bunlar; Novartis, Monsanto, Cargil, Dupont, ADN ve Bayer. Bu firmaların Türkiye'deki tohumculuk firmalarıyla hisse bazında ya da bayilik yoluyla kurdukları ortaklıkları bulunuyor.
5042 sayılı yasaya göre bu firmalar Türk çiftçisinin tohumlarını alıp, patent ve fikri mülkiyet hakkına sahip olacaklar. Şirketlerin hakları aynı yasayla güvence altına alınmış olacak.
Yani önce Tohumculuk Yasası ile çiftçiye "Arkadaş, sen bu tohumluğunu kullanamazsın" denilecek, sonra da o tohumları tescil ettiren çok uluslu şirketlere "devlet eliyle" pazar yaratılacak.
Şaka gibi değil mi?
Türkiye'nin bugün özellikle sebze tohumlarında yüzde 90 oranında ithalata bağımlı olduğu da anımsatmak gerekiyor.
Hakem Heyeti ne iş yapacak?
Bu noktada sorunun bir başka muhatabı ise Tohumculuk Kanunu ile kurulma kararı verilen Türkiye Tohumcular Birliği olacak.
Yasanın 16. maddesinde birliğin kuruluş çalışmalarına ilişkin kapsamlı hükümler yer alıyor. Birlik; bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve üreticileri, fide üreticileri, fidan üreticileri, tohum yetiştiricileri vb gibi pek çok alt birliğin çatı örgütü olarak örgütleniyor.
Buraya kadar da her şey normal görünüyor.
Sorun, birliğin bünyesinde kuruluş şeması verilen Hakem Kurulu ile ilgili.. Alt birliklerin kendi üyeleri arasından iki yıl için seçecekleri, konunun uzmanı kişiler tarafından kurulan Hakem Heyeti'nin görevleri arasında "yargılama" anlamını verecek örtülü ve içi doldurulmamış cümleler bulunuyor.
İşte görev tanımından iki dikkat çeken örnek (Madde 33):
** Birlik ve alt birlikler, alt birlikler ve üyeleri ile alt birlik üyeleri ve üçüncü kişiler arasında ortaya çıkacak ihtilafları uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlik yoluyla çözmek.
** Birliğin uluslararası uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlikle ilgili yükümlülükleri çerçevesindeki görevlerini yürütmek.
Birliğin üyeleri arasında ağırlığı yabancı şirketler oluşturacak.
Kısacası Türkiye, başka devletlerin "uzay araştırmaları ile bir tutma" derecesinde önem verdiği bu sektörü, yabancı şirketlerin ağırlığındaki Birliğin tasarruflarına teslim etmiş durumda.
VE İŞTE GÖRÜNMEYEN KONUŞULMAYAN TEHLİKE UPOV
Türkiye'nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil. Kısa adı UPOV olan Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği'ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007'de 65'inci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşı kalacak.
Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV'a Türkiye'nin yaptığı başvurunun gerekçesinde, "Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye'nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği" belirtiliyor. Buna acaba, "sanılıyor" desek daha mı doğru?
Bakalım gerçek, söylendiği gibi mi?
UPOV'un, Uluslararası Patent Birliği'nin tohumculuk sektöründeki karşılığı olduğuna dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziriat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, bu noktada insanın kanını donduran iddialarda bulunuyor. Türkiye'nin iki yasal düzenleme sonrasında UPOV'a üye olarak yabancı şirketlerin Türkiye'yi tamamıyla ele geçirmesinin kapısını açtığını savunan Prof. Sındır, şunları söylüyor:
"İşin özü şu: Mesela Anadolu'da pek çok buğday çeşidimiz var. İç Anadolu'ya, Ege'ye, Karadeniz'e, Çukurova'ya özgü iklim şartlarına göre farklılık gösteriyor. Bunlar on binlerce yıldır bölgesel ve ekolojik farklılıklar nedeniyle çeşitlenmiş. UPOV üyeliği ile hakları yasal koruma altına alınan çok uluslu şirketlerin tohumluk üretimi, satışı ve dağıtımı da korunacak. Çiftçiye, 'Sen kendi tohumunu yapamazsın' denilecek. Öncelikle zengin biyoçeşitlilik yok olacak. Zararlılara, hastalıklara karşı dayanıklı olan çeşitleri üretemez olunca, bu şirketlerin tohumlarını satın almak zorunda kalacak. Dayatılan bu tohumlar, büyük olasılıkla o bölgenin ekolojisine uyum sağlamayacak. Dayanımı artırmak için bu kez ilaç ve gübreye ihtiyaç duyulacak. Ekolojiye uygun olmadığı için verim ve ürün kayıpları yaşanacak."
Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de basın organlarının sadece Tohumculuk Yasası'nı eleştirmek yanlışına düştüğünü, olayın bütününü göremeden yapılacak yorumların, yine yabancı tohumculuk şirketlerine yarayacağını kaydetti.
Türkiye'nin yerel tohum çeşitlerini koruma altına almadan ve genetik kodlarını tescillemeden UPOV'a üye olmasının büyük bir hata olduğunu savunan Sındır, kendisinin bir akademisyen olarak tohuma patent alınmasına karşı olduğunu söyledi. Sındır, karşı çıkışını nedenlerini şu sözlerle açıkladı: "Bir canlı organizma üzerinde fikri mülkiyet hakkı olamaz. Yeni sizin bir Alman kurdunuz var, doğum yapıyor. Ben bunu tescilledim, artık her Alman kurdu sahibi doğum yaptırırken bana soracak diyorsunuz. Doğanın mülkiyeti bu, senin şahsi mülkiyetin olamaz. Ben kuraklığa dayanıklı bir çeşit geliştiririm. Yeni ıslah çalışmaları elbette yapabilirim. Ve çiftçiye, 'Bu güzel bir tohumdur, şöyle kalitelidir, besin değeri şöyle yüksektir, fiyatı şudur' derim. Çiftçi Hasan Ağa bunu ister alır, ister almaz. Ama, al bunu kullanmak zorundasın diyemem. Çiftçinin ürettiği tohumun üzerine gidip, ben bunu ıslah ettim genetik kodu artık benimdir, bunu kullanacaksın diyemezsiniz."
Sındır, Uluslararası Gıda Örgütü'nun (FAO) resmi kayıtlarına göre 1970'den sonra biyoçeşitlilikte yüzde 75'lik kayıp yaşanmasının, söylediklerinin kanıtı olduğuna dikkat çekti.
UPOV ÜYELİĞİ SONRASINDA NELER YAŞAYACAĞIZ?
** UPOV üyeliği ile Türkiye'nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hızla yok olma sürecine girecek.
** Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak. Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak, küresel ısınmayı hızlandıracak.
** Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek.
** Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hakimiyetleri artacak, ürünler daha ucuza çiftçinin elinden alınacak. ** Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak.
** Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.
TEKELLERİ JET HIZIYLA KORU, ÇİFTÇİ HAKKINI KORUYAN YASAYI BEKLET!
Tohumculuk sektörünü, uluslararası tekellerin kucağına oturtacak yasal altyapı, maşallah dedirtecek hızda ve içerikte Meclis'ten geçirilirken, Türkiye'nin asıl zengin bitki çeşitliliğini koruması gereken yasal altyapı, yani Biyogüvenlik Yasası yıllardır Meclis gündemine gelmeyi bekliyor.
Bugün tüm Avrupa'da yaklaşık 11 bin 500 bitki türü bulunuyor. Oysa sadece Anadolu coğrafyasında 11 bin bitki türü yer alıyor ve bunun da yaklaşık 3000-3500'ünü endemik, yani, anavatanı Anadolu olan ve buradan başka bir yerde görülmeyen türler teşkil ediyor.
İşte bu zenginliğin, gelişmiş tüm ülkelerde olduğu gibi ulusal koruma altına alınması ancak Biyogüvenlik Yasası ile mümkün. ZMO İzmir Şubesi Başkanı Kamil Okyay Sındır, Türkiye'nin gen kaynakları korunumunu yasal şartlara bağlayacak olan yasanın 4 yıldır tasarı halinde bekletildiğini anımsatarak, "Tohumculuk Kanunu her ne kadar AB Uyum Paketi içinde yer aldığı ve öncelikle çıkartılması gereken yasalardan birisi olduğu yönünde bazı söylemler olsa da, AB ile yapılan müzakerelerin hiç birisinde böylesi bir yasanın çıkartılması yönünde bir talep yoktu.
Sektörün tek egemen kesimi olan çok uluslu şirketler, bu topraklarda yüzyıllardır, doğanın ve insan emeğinin oluşturduğu tohumları patentlemeye çalışıyorlar." dedi. Türk çiftçisinin binlerce yıldan gelen bilgi birikimiyle ıslah ettiği tohumlukların üzerindeki haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Sındır, böylelikle temel üretim girdilerini her yıl bir önceki yıldan daha zor temin etmeye başlayacakları uyarısını yaptı.
Türkiye'nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil. Kısa adı UPOV olan Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği'ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007'de 65'inci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşı kalacak.
Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV'a Türkiye'nin yaptığı başvurunun gerekçesinde, "Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye'nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği" belirtiliyor. Buna acaba, "sanılıyor" desek daha mı doğru?
Bakalım gerçek, söylendiği gibi mi?
UPOV'un, Uluslararası Patent Birliği'nin tohumculuk sektöründeki karşılığı olduğuna dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziriat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, bu noktada insanın kanını donduran iddialarda bulunuyor. Türkiye'nin iki yasal düzenleme sonrasında UPOV'a üye olarak yabancı şirketlerin Türkiye'yi tamamıyla ele geçirmesinin kapısını açtığını savunan Prof. Sındır, şunları söylüyor:
"İşin özü şu: Mesela Anadolu'da pek çok buğday çeşidimiz var. İç Anadolu'ya, Ege'ye, Karadeniz'e, Çukurova'ya özgü iklim şartlarına göre farklılık gösteriyor. Bunlar on binlerce yıldır bölgesel ve ekolojik farklılıklar nedeniyle çeşitlenmiş. UPOV üyeliği ile hakları yasal koruma altına alınan çok uluslu şirketlerin tohumluk üretimi, satışı ve dağıtımı da korunacak. Çiftçiye, 'Sen kendi tohumunu yapamazsın' denilecek. Öncelikle zengin biyoçeşitlilik yok olacak. Zararlılara, hastalıklara karşı dayanıklı olan çeşitleri üretemez olunca, bu şirketlerin tohumlarını satın almak zorunda kalacak. Dayatılan bu tohumlar, büyük olasılıkla o bölgenin ekolojisine uyum sağlamayacak. Dayanımı artırmak için bu kez ilaç ve gübreye ihtiyaç duyulacak. Ekolojiye uygun olmadığı için verim ve ürün kayıpları yaşanacak."
Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de basın organlarının sadece Tohumculuk Yasası'nı eleştirmek yanlışına düştüğünü, olayın bütününü göremeden yapılacak yorumların, yine yabancı tohumculuk şirketlerine yarayacağını kaydetti.
Türkiye'nin yerel tohum çeşitlerini koruma altına almadan ve genetik kodlarını tescillemeden UPOV'a üye olmasının büyük bir hata olduğunu savunan Sındır, kendisinin bir akademisyen olarak tohuma patent alınmasına karşı olduğunu söyledi. Sındır, karşı çıkışını nedenlerini şu sözlerle açıkladı: "Bir canlı organizma üzerinde fikri mülkiyet hakkı olamaz. Yeni sizin bir Alman kurdunuz var, doğum yapıyor. Ben bunu tescilledim, artık her Alman kurdu sahibi doğum yaptırırken bana soracak diyorsunuz. Doğanın mülkiyeti bu, senin şahsi mülkiyetin olamaz. Ben kuraklığa dayanıklı bir çeşit geliştiririm. Yeni ıslah çalışmaları elbette yapabilirim. Ve çiftçiye, 'Bu güzel bir tohumdur, şöyle kalitelidir, besin değeri şöyle yüksektir, fiyatı şudur' derim. Çiftçi Hasan Ağa bunu ister alır, ister almaz. Ama, al bunu kullanmak zorundasın diyemem. Çiftçinin ürettiği tohumun üzerine gidip, ben bunu ıslah ettim genetik kodu artık benimdir, bunu kullanacaksın diyemezsiniz."
Sındır, Uluslararası Gıda Örgütü'nun (FAO) resmi kayıtlarına göre 1970'den sonra biyoçeşitlilikte yüzde 75'lik kayıp yaşanmasının, söylediklerinin kanıtı olduğuna dikkat çekti.
UPOV ÜYELİĞİ SONRASINDA NELER YAŞAYACAĞIZ?
** UPOV üyeliği ile Türkiye'nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hızla yok olma sürecine girecek.
** Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak. Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak, küresel ısınmayı hızlandıracak.
** Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek.
** Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hakimiyetleri artacak, ürünler daha ucuza çiftçinin elinden alınacak. ** Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak.
** Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.
TEKELLERİ JET HIZIYLA KORU, ÇİFTÇİ HAKKINI KORUYAN YASAYI BEKLET!
Tohumculuk sektörünü, uluslararası tekellerin kucağına oturtacak yasal altyapı, maşallah dedirtecek hızda ve içerikte Meclis'ten geçirilirken, Türkiye'nin asıl zengin bitki çeşitliliğini koruması gereken yasal altyapı, yani Biyogüvenlik Yasası yıllardır Meclis gündemine gelmeyi bekliyor.
Bugün tüm Avrupa'da yaklaşık 11 bin 500 bitki türü bulunuyor. Oysa sadece Anadolu coğrafyasında 11 bin bitki türü yer alıyor ve bunun da yaklaşık 3000-3500'ünü endemik, yani, anavatanı Anadolu olan ve buradan başka bir yerde görülmeyen türler teşkil ediyor.
İşte bu zenginliğin, gelişmiş tüm ülkelerde olduğu gibi ulusal koruma altına alınması ancak Biyogüvenlik Yasası ile mümkün. ZMO İzmir Şubesi Başkanı Kamil Okyay Sındır, Türkiye'nin gen kaynakları korunumunu yasal şartlara bağlayacak olan yasanın 4 yıldır tasarı halinde bekletildiğini anımsatarak, "Tohumculuk Kanunu her ne kadar AB Uyum Paketi içinde yer aldığı ve öncelikle çıkartılması gereken yasalardan birisi olduğu yönünde bazı söylemler olsa da, AB ile yapılan müzakerelerin hiç birisinde böylesi bir yasanın çıkartılması yönünde bir talep yoktu.
Sektörün tek egemen kesimi olan çok uluslu şirketler, bu topraklarda yüzyıllardır, doğanın ve insan emeğinin oluşturduğu tohumları patentlemeye çalışıyorlar." dedi. Türk çiftçisinin binlerce yıldan gelen bilgi birikimiyle ıslah ettiği tohumlukların üzerindeki haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Sındır, böylelikle temel üretim girdilerini her yıl bir önceki yıldan daha zor temin etmeye başlayacakları uyarısını yaptı.
Sevgiyle kalın.
Yeşim Güriş
AKŞAM OLDU
Tohumunu satan hapse düşecek
Türkiye’de tarımın içinden geçtiği şu günler çok zorlu bir süreç... Köylünün işi zor, tarıma dayalı sanayicinin işi zor...
19 Eylül 2008 16:40
Geçen hafta Ege TV’de Erol Yaraş konuyu açınca ben de 2006’da bu konuda Ali Ekber Yıldırım başta olmak üzere, Kamil Okyay Sındır’ın, Güngör Uras’ın yazdıklarını, bu arada benim de naçizane 2006’da yazdığım konuları anımsattım... Ertesi günü Gözlem Gazetesi’nin Haber Müdürü Serkan Aksüyek kardeşimim haberi ve notları ulaştı elime... Meğerse konu bizim anlattığımızdan da betermiş.
Yıllardır gördüğüm her köylüye “bankacının, tohumcunun oyununa gelmeyin tohumunuza gözünüz gibi bakın” diyorum. Boşuna demediğim ortaya çıkıyor. Serkan iyi bir araştırma ile çıkıyor okurunun karşısına... “Kilerdeki tohumunu satan Hasan Ağa, 2011’de hapiste’ başlığı ile verdiği haber Türk köylüsünün geleceği için karamsar düşünenleri haklı çıkartacak boyutta...
Aksüyek’in haberinden özetleyerek sunuyorum bekleyen tehlikeleri: Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak, sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil. 3 binden fazla endemik bitki türünü barındıran Anadolu toprakları, 2004’te yasalaşan Islahçı Hakları Kanunu ile birlikte, “devlet eliyle” çok uluslu tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak. Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011’den itibaren bunu pazarda satamayacak. Aksi halde başı çok uluslu tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.
Türkiye’nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahatçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı. Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.5 yıllık geçiş süresinin sonunda, Türk çiftçisi ve Türk halkı bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Türkiye’nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil. Kısa adı UPOV olan Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği’ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007’de 65’inci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşı kalacak. Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV’a Türkiye’nin yaptığı başvurunun gerekçesinde, “Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye’nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği” belirtiliyor. Buna acaba, “sanılıyor” desek daha mı doğru?
Serkan Aksüyek’in özetlediği UPOV üyeliği sonrası için ise kaygı yaratıyor: UPOV üyeliği ile Türkiye’nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hızla yok olma sürecine girecek. Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak. Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak, küresel ısınmayı hızlandıracak. Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek. Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hakimiyetleri artacak, ürünler daha ucuza çiftçinin elinden alınacak. Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak. Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.
Nedim Atilla / Akşam
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
Türkiye’de tarımın içinden geçtiği şu günler çok zorlu bir süreç... Köylünün işi zor, tarıma dayalı sanayicinin işi zor...
19 Eylül 2008 16:40
Geçen hafta Ege TV’de Erol Yaraş konuyu açınca ben de 2006’da bu konuda Ali Ekber Yıldırım başta olmak üzere, Kamil Okyay Sındır’ın, Güngör Uras’ın yazdıklarını, bu arada benim de naçizane 2006’da yazdığım konuları anımsattım... Ertesi günü Gözlem Gazetesi’nin Haber Müdürü Serkan Aksüyek kardeşimim haberi ve notları ulaştı elime... Meğerse konu bizim anlattığımızdan da betermiş.
Yıllardır gördüğüm her köylüye “bankacının, tohumcunun oyununa gelmeyin tohumunuza gözünüz gibi bakın” diyorum. Boşuna demediğim ortaya çıkıyor. Serkan iyi bir araştırma ile çıkıyor okurunun karşısına... “Kilerdeki tohumunu satan Hasan Ağa, 2011’de hapiste’ başlığı ile verdiği haber Türk köylüsünün geleceği için karamsar düşünenleri haklı çıkartacak boyutta...
Aksüyek’in haberinden özetleyerek sunuyorum bekleyen tehlikeleri: Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak, sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil. 3 binden fazla endemik bitki türünü barındıran Anadolu toprakları, 2004’te yasalaşan Islahçı Hakları Kanunu ile birlikte, “devlet eliyle” çok uluslu tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak. Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011’den itibaren bunu pazarda satamayacak. Aksi halde başı çok uluslu tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.
Türkiye’nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahatçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı. Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.5 yıllık geçiş süresinin sonunda, Türk çiftçisi ve Türk halkı bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Türkiye’nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil. Kısa adı UPOV olan Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği’ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007’de 65’inci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşı kalacak. Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV’a Türkiye’nin yaptığı başvurunun gerekçesinde, “Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye’nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği” belirtiliyor. Buna acaba, “sanılıyor” desek daha mı doğru?
Serkan Aksüyek’in özetlediği UPOV üyeliği sonrası için ise kaygı yaratıyor: UPOV üyeliği ile Türkiye’nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hızla yok olma sürecine girecek. Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak. Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak, küresel ısınmayı hızlandıracak. Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek. Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hakimiyetleri artacak, ürünler daha ucuza çiftçinin elinden alınacak. Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak. Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.
Nedim Atilla / Akşam
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
PAZAR NOSTALJİSİ
Avniye hanımın da izniyle,bu sabah biraz nostalji yapalım dedim.
Pespembe domatesler... İçine girdiği yemeklerin tadına tad katan, görenleri endamıyla şaşırtan
pembe domatesler. Şehir hayatında onları unuttuk gitti. Oysa nesli kurumaya yüz tutan pembe domatesler aslında doğal bir miras... Bu mirası korumaya karar verenler internette biraraya geldi. Pembe Domates Ağı...
Pembe Domates Ağı'nın kurucularından Avniye Tansuğ' un Buğday Dergisi için verdiği röportaj:
Pembe domateslerle arkadaşlığınız nasıl başladı?
Sevinç Baliç' i ÇEKÜL' den tanırsınız. Biz ilk pembe domatesi onun sayesinde tattık. Kayınvalidesinin Çerkezköy' deki bahçesinde yetiştirdiği pembe domateslerden bize getirdiği 3 yeşil domatesi onun tavsiyesiyle cam önüne koyduk. Sonunda domatesler kızardıkça pembelikleri ortaya çıktı. Bir başka arkadaşımız Münevver Eminoğlu da tohum almamızı önerdi ve onun cesaretlendirmesi ile sonraki yıl evde yetiştirme serüvenine giriştik.
PDA nasıl kuruldu?
Önce domates çekirdeklerini çimlendirdik. Sonra o küçük filizler fideye dönüştü. Azıcık tohumdan bir sürü fidemiz oldu. Onları önce eşe dosta dağıttık. Sonra İstanbul yakınlarında arazileri olan arkadaşlara daha geniş alanlara diksinler diye fidelerden verdik. Örneğin Tekirdağ' da Metin Varol' un bahçesinden bütün yaz kasa kasa domates geldi! Onların çekirdeklerini kuruttuk. Tohumlar bu şekilde yayıldı ve bu paylaşımlarla PDA' nın da ilk tohumları atılmış oldu. Bu yıl ikinci yılımız.
Kaç kişi var PDA grubunda?
Bugün iki kişi daha müracaat etmiş. Dolayısıyla 100 olduk, dalya dedik! (Bu röportajın basım tarihinde 120 üyesi olmuştu PDA' nın!) Bu kişilerin yaklaşık 60-70' i bizzat ekim yapıyor. Bu yüzden "tohumların doğallığını bozmadan evinde üretim yapanların iletişim grubudur" diyerek, üyeliği esasen PDA 2007 Manifestosu koşulları ile kısıtladık. Daha önce bu konuya ilgi duyan herkes davetliydi.
PDA' nın tohumları hep ağ içindeki yetiştiricilerin tohumları mı?
Pembe domates Türkiye' nin hemen her yerinde var aslında. Şubat'ta İstanbul'da yaptığımız ilk toplantıda paylaşılan tohumlar üç kaynaktan idi. Bizim tohumlar, Antakya' dan yollanan 20 yıldır doğallığı korunan "Evladiyelik" ("Heirloom") tohumlar ve Ömercan organik tarım çiftliğinin (Çanakkale) armağan ettikleri... Toplantıya katılamayanlara posta ile yolladık. Bir üyemiz de Almanya' da yetiştirecek... Önümüzdeki yıl bunlardan üreyen tohumlar paylaşılacak...
Paylaştığınız tohum ve fidelerin izini sürüyor musunuz?
Elbette. Dolaşıma giren tohum ve fidelerin hepsinin kayıtları tutuluyor. Üyelerin yolladığı resim ve deneyimler web sitemizde yayınlanıyor...
Şehirde toprak-tohum insanlara uzak kavramlar gibi geliyor. Bunlar şehre ait değillermiş gibi...
Bizim bu işi internete taşımamızın en büyük sebebi bu aslında. Bu umudu yaygınlaştırmak. Evinizde birçok şey yetiştirebiliyorsunuz. Ben fesleğen yetiştirdim arka balkonumdaki saksılarda. Fakat pembe domates çok fazla güneş istiyor. Güneş, toprak ve ilgi. Su bile istemiyor çiçeklenene kadar. Ama birçok bitki var ki güneş bile istemiyor, çok kısıtlı şartlarda yaşabiliyor. Fesleğen bunlardan biri.
Şehirde de gıdamızı kendimiz yetiştirebiliriz, en azından küçük bir kısmını...
Zaten balkon bahçeciliği diye bir uğraş da var, Avrupa' da çok yaygın. Şehirde kendi küçük balkonumuzda, küçücük mekânlarda yapabileceğimiz bir uğraş. Doğal tarım bilgisi kırsalda bile unutulmuşken, bunu şehirde canlandırmaya çalışmak, "tümevarım" yöntemiyle, bir "etik yaşam" modeli bile oluşturabilir. Romalı şair Vergilius, M.Ö. 30 yılında, ülkesinde tarımın gözardı edilmemesi amacıyla yazdığı "Geogica" şiirinde şöyle diyor:
"Tarlana hangi ağaç fidesi ekersen ek, bir de zengin gübre serp mutlaka, unutma bol toprakla örtmeyi de,gözenekli taşları ya da sert midye kabuklarını göm içine;aralarından su sızacak böylece, incecik buharlar süzülecek derinlere,ve sürgünler boy atacak içe içe..."
Bu bilgi bugün de geçerli. PDA üyesi heykeltraş Rasim Konyar, Verigilius' un midye kabuğu teorisini uygularken, Bafra' da doğal tarım yapan bir çiftçi sütle suluyordu sebzelerini. Bunu Pembe Domates blogunda "Bafralı Çiftçiden 2100 yıl öncesine uzanan zincir" [i] başlığıyla vermiştik.
Hala var mı bilmiyorum, biz küçükken pamuk arasında fasulye filizlendirirdik ödev olarak. Ne büyük heyecandı ama!
Bizim komşu Pembe Hanım Amerika' da bir üniversitede aldığı yöneticilik eğitimi sırasında "çeşitli tohumları ekip, büyümelerini gözlemlemek ve onları yazıya dökmek" ten ibaret zorunlu bir ders hakkında yazmıştı PDA kurulurken... (PDA blog 2006 Mayıs arşivi).
Dediğin gibi, bizde de eskiden fasulye filizlendirilirdi. Bizim pembe domates macerası da buna benziyor biraz.
Pembelerin yetiştirilmesi zor mu?
Kuralları var tabii, biz de deneye deneye bulduk. Yardımcı olan arkadaşlarımız da oldu. Bize söylenen ve deneyimlerden gelen şu: tarlada ise bu bitki yaklaşık 1 metreküplük bir hacim içinde olmalı. İki yanında 50' şer santimlik aralık olmalı. Bu yüzden, evde olabildiğince büyük saksı lazım.
Herhangi bir sorun çıktı mı, zararlı, hastalık gibi?
Pembe domatesin kökü suyu aramalıymış. O yüzden çiçeklenene kadar çok az su verilecek ki kökler suyu arasın ve güçlensin. Bu dönemde su yerine çapa yapılıyor (Avniye Hanım' ın minyatür bir alet parkı var, ufak bir çantada çapa, kürek, bahçecilik için ne gerekiyorsa hepsinin saksı ebadında olanı). Çiçeklendikten sonra arada bir su veriliyor, meyveden sonra bol su istiyor. Bizim arka balkonda güneş yetmediği için çok boy attılar. O zaman yeşil sinekler dadandı bitkiye. Onun dışında hastalık olmadı bizim evdekilerde. Kırmızı örümcekler sardunyalarda vardı, korkuyordum domateslere geçecekler diye ama onlar sardunyalarda kalmayı tercih ettiler ve domatese hiç geçmediler. Bu teknik kitaplarda da yer alıyormuş sonradan öğrendik. Bazen domatesin altında bir kararma oluyor. Biz onu mantar zannediyorduk. Oysa kalsiyum eksikliğinden oluyormuş. Domates kireçli toprağı sevdiği için kalsiyum ihtiyacı çok. Bu nedenle bazı hastalıklarda bitkinin direncini artırmak için sütlü su ile yıkıyorlar. Biz de denedik, gerçekten iyi sonuç aldık.
Şu tohumlar ne kadar inanılmaz bir güce sahipler değil mi? Bir tek tohumdan kaç bitkilik tohum çıkıyor. Dünyayı bitkiler kurtarabilir gerçekten de.
Evet gerçekten de öyle. Düşün, biz üç domatesten aldığımız tohumları dağıttık ve şu anda yaklaşık 200 kişiyi etkiliyor o tohumlar, bu paylaşımın etkisi de tohumunki gibi çoğalıyor. Bizim için iki nokta çok önemli. Birincisi, tohumların doğallığının bozulmaması. Kesinlikle kimyasal gübre ve ilaç uygulanmamalı; ya da genetik çalışma amacıyla yapısı bozulmamalı. Bir diğeri de terminatör teknolojilerle kitle üretimine kaymaması. Büyük miktarlarda üretim için kullanılmaması. Bizim isteğimiz, bu ilkeler çerçevesinde tohumların dönüşümlerini, döngülerini sağlamak.
Dünyada PDA benzeri gruplar var mı?
Domatesler konusunda gruplar var ama salt pembe domateslere özgü bir gruba rastlamadım araştırmalarım sırasında. Evladiyelik ("Heirloom") tohumları değiş tokuş eden gruplar var... Pembe domates için festivaller var.
Bu işi yaparken yaşadığınız en büyük heyecan?
Topraktan önce 2 yaprak çıkıyor. Sonra o fideye dönüşürken mis gibi kokuyor. Bu serüveni izlemek büyük heyecan. Hele "ilk domatesi görmek"... İşte en büyük heyecan o... Daha güzeli şimdi bunu koca bir ağ ile paylaşıyor olmak...
P.D.A. 2007 Manifestosu ve Üyelik
* Bizler, 2006' da bu ülkenin ürünü olan ve gelecek kuşaklara miras bırakılması gereken doğal tohumlara, nesli kurumaya yüz tutan, leziz "pembe domatesler" üzerinden sahip çıktık!
* Onları 2007 ve gelecek yıllarda da evlerde, balkonlarda, bahçe ve tarlalarda, "temiz" toprak ve doğal yöntemlerle yetiştirmeye azimliyiz!
* Onların da bu domatesleri aynı renk, aynı güzel koku, aynı lezzet ve aynı doğallıkta sürdürebilmesi için elde ettiğimiz tohumları çocuklarımıza ve gelecek kuşaklara aktarmakla sorumluyuz.
* Bunun için kendi aramızda yardımlaşırken tohumlarımızın genetiği ile oynanmaması, "terminatör" teknolojiler eliyle endüstriyel hale gelmemesi için pembe domates ağının genişlemesine çalışacağız!
PDA ÜYELİĞİ İÇİN:Bu kurallara uygun davranmaya söz vermek, açık kimlikle başvurmak, yaşanılan ve pembelerin yetiştirileceği yeri belirtmek yeterlidir.
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
Pespembe domatesler... İçine girdiği yemeklerin tadına tad katan, görenleri endamıyla şaşırtan
pembe domatesler. Şehir hayatında onları unuttuk gitti. Oysa nesli kurumaya yüz tutan pembe domatesler aslında doğal bir miras... Bu mirası korumaya karar verenler internette biraraya geldi. Pembe Domates Ağı...
Pembe Domates Ağı'nın kurucularından Avniye Tansuğ' un Buğday Dergisi için verdiği röportaj:
Pembe domateslerle arkadaşlığınız nasıl başladı?
Sevinç Baliç' i ÇEKÜL' den tanırsınız. Biz ilk pembe domatesi onun sayesinde tattık. Kayınvalidesinin Çerkezköy' deki bahçesinde yetiştirdiği pembe domateslerden bize getirdiği 3 yeşil domatesi onun tavsiyesiyle cam önüne koyduk. Sonunda domatesler kızardıkça pembelikleri ortaya çıktı. Bir başka arkadaşımız Münevver Eminoğlu da tohum almamızı önerdi ve onun cesaretlendirmesi ile sonraki yıl evde yetiştirme serüvenine giriştik.
PDA nasıl kuruldu?
Önce domates çekirdeklerini çimlendirdik. Sonra o küçük filizler fideye dönüştü. Azıcık tohumdan bir sürü fidemiz oldu. Onları önce eşe dosta dağıttık. Sonra İstanbul yakınlarında arazileri olan arkadaşlara daha geniş alanlara diksinler diye fidelerden verdik. Örneğin Tekirdağ' da Metin Varol' un bahçesinden bütün yaz kasa kasa domates geldi! Onların çekirdeklerini kuruttuk. Tohumlar bu şekilde yayıldı ve bu paylaşımlarla PDA' nın da ilk tohumları atılmış oldu. Bu yıl ikinci yılımız.
Kaç kişi var PDA grubunda?
Bugün iki kişi daha müracaat etmiş. Dolayısıyla 100 olduk, dalya dedik! (Bu röportajın basım tarihinde 120 üyesi olmuştu PDA' nın!) Bu kişilerin yaklaşık 60-70' i bizzat ekim yapıyor. Bu yüzden "tohumların doğallığını bozmadan evinde üretim yapanların iletişim grubudur" diyerek, üyeliği esasen PDA 2007 Manifestosu koşulları ile kısıtladık. Daha önce bu konuya ilgi duyan herkes davetliydi.
PDA' nın tohumları hep ağ içindeki yetiştiricilerin tohumları mı?
Pembe domates Türkiye' nin hemen her yerinde var aslında. Şubat'ta İstanbul'da yaptığımız ilk toplantıda paylaşılan tohumlar üç kaynaktan idi. Bizim tohumlar, Antakya' dan yollanan 20 yıldır doğallığı korunan "Evladiyelik" ("Heirloom") tohumlar ve Ömercan organik tarım çiftliğinin (Çanakkale) armağan ettikleri... Toplantıya katılamayanlara posta ile yolladık. Bir üyemiz de Almanya' da yetiştirecek... Önümüzdeki yıl bunlardan üreyen tohumlar paylaşılacak...
Paylaştığınız tohum ve fidelerin izini sürüyor musunuz?
Elbette. Dolaşıma giren tohum ve fidelerin hepsinin kayıtları tutuluyor. Üyelerin yolladığı resim ve deneyimler web sitemizde yayınlanıyor...
Şehirde toprak-tohum insanlara uzak kavramlar gibi geliyor. Bunlar şehre ait değillermiş gibi...
Bizim bu işi internete taşımamızın en büyük sebebi bu aslında. Bu umudu yaygınlaştırmak. Evinizde birçok şey yetiştirebiliyorsunuz. Ben fesleğen yetiştirdim arka balkonumdaki saksılarda. Fakat pembe domates çok fazla güneş istiyor. Güneş, toprak ve ilgi. Su bile istemiyor çiçeklenene kadar. Ama birçok bitki var ki güneş bile istemiyor, çok kısıtlı şartlarda yaşabiliyor. Fesleğen bunlardan biri.
Şehirde de gıdamızı kendimiz yetiştirebiliriz, en azından küçük bir kısmını...
Zaten balkon bahçeciliği diye bir uğraş da var, Avrupa' da çok yaygın. Şehirde kendi küçük balkonumuzda, küçücük mekânlarda yapabileceğimiz bir uğraş. Doğal tarım bilgisi kırsalda bile unutulmuşken, bunu şehirde canlandırmaya çalışmak, "tümevarım" yöntemiyle, bir "etik yaşam" modeli bile oluşturabilir. Romalı şair Vergilius, M.Ö. 30 yılında, ülkesinde tarımın gözardı edilmemesi amacıyla yazdığı "Geogica" şiirinde şöyle diyor:
"Tarlana hangi ağaç fidesi ekersen ek, bir de zengin gübre serp mutlaka, unutma bol toprakla örtmeyi de,gözenekli taşları ya da sert midye kabuklarını göm içine;aralarından su sızacak böylece, incecik buharlar süzülecek derinlere,ve sürgünler boy atacak içe içe..."
Bu bilgi bugün de geçerli. PDA üyesi heykeltraş Rasim Konyar, Verigilius' un midye kabuğu teorisini uygularken, Bafra' da doğal tarım yapan bir çiftçi sütle suluyordu sebzelerini. Bunu Pembe Domates blogunda "Bafralı Çiftçiden 2100 yıl öncesine uzanan zincir" [i] başlığıyla vermiştik.
Hala var mı bilmiyorum, biz küçükken pamuk arasında fasulye filizlendirirdik ödev olarak. Ne büyük heyecandı ama!
Bizim komşu Pembe Hanım Amerika' da bir üniversitede aldığı yöneticilik eğitimi sırasında "çeşitli tohumları ekip, büyümelerini gözlemlemek ve onları yazıya dökmek" ten ibaret zorunlu bir ders hakkında yazmıştı PDA kurulurken... (PDA blog 2006 Mayıs arşivi).
Dediğin gibi, bizde de eskiden fasulye filizlendirilirdi. Bizim pembe domates macerası da buna benziyor biraz.
Pembelerin yetiştirilmesi zor mu?
Kuralları var tabii, biz de deneye deneye bulduk. Yardımcı olan arkadaşlarımız da oldu. Bize söylenen ve deneyimlerden gelen şu: tarlada ise bu bitki yaklaşık 1 metreküplük bir hacim içinde olmalı. İki yanında 50' şer santimlik aralık olmalı. Bu yüzden, evde olabildiğince büyük saksı lazım.
Herhangi bir sorun çıktı mı, zararlı, hastalık gibi?
Pembe domatesin kökü suyu aramalıymış. O yüzden çiçeklenene kadar çok az su verilecek ki kökler suyu arasın ve güçlensin. Bu dönemde su yerine çapa yapılıyor (Avniye Hanım' ın minyatür bir alet parkı var, ufak bir çantada çapa, kürek, bahçecilik için ne gerekiyorsa hepsinin saksı ebadında olanı). Çiçeklendikten sonra arada bir su veriliyor, meyveden sonra bol su istiyor. Bizim arka balkonda güneş yetmediği için çok boy attılar. O zaman yeşil sinekler dadandı bitkiye. Onun dışında hastalık olmadı bizim evdekilerde. Kırmızı örümcekler sardunyalarda vardı, korkuyordum domateslere geçecekler diye ama onlar sardunyalarda kalmayı tercih ettiler ve domatese hiç geçmediler. Bu teknik kitaplarda da yer alıyormuş sonradan öğrendik. Bazen domatesin altında bir kararma oluyor. Biz onu mantar zannediyorduk. Oysa kalsiyum eksikliğinden oluyormuş. Domates kireçli toprağı sevdiği için kalsiyum ihtiyacı çok. Bu nedenle bazı hastalıklarda bitkinin direncini artırmak için sütlü su ile yıkıyorlar. Biz de denedik, gerçekten iyi sonuç aldık.
Şu tohumlar ne kadar inanılmaz bir güce sahipler değil mi? Bir tek tohumdan kaç bitkilik tohum çıkıyor. Dünyayı bitkiler kurtarabilir gerçekten de.
Evet gerçekten de öyle. Düşün, biz üç domatesten aldığımız tohumları dağıttık ve şu anda yaklaşık 200 kişiyi etkiliyor o tohumlar, bu paylaşımın etkisi de tohumunki gibi çoğalıyor. Bizim için iki nokta çok önemli. Birincisi, tohumların doğallığının bozulmaması. Kesinlikle kimyasal gübre ve ilaç uygulanmamalı; ya da genetik çalışma amacıyla yapısı bozulmamalı. Bir diğeri de terminatör teknolojilerle kitle üretimine kaymaması. Büyük miktarlarda üretim için kullanılmaması. Bizim isteğimiz, bu ilkeler çerçevesinde tohumların dönüşümlerini, döngülerini sağlamak.
Dünyada PDA benzeri gruplar var mı?
Domatesler konusunda gruplar var ama salt pembe domateslere özgü bir gruba rastlamadım araştırmalarım sırasında. Evladiyelik ("Heirloom") tohumları değiş tokuş eden gruplar var... Pembe domates için festivaller var.
Bu işi yaparken yaşadığınız en büyük heyecan?
Topraktan önce 2 yaprak çıkıyor. Sonra o fideye dönüşürken mis gibi kokuyor. Bu serüveni izlemek büyük heyecan. Hele "ilk domatesi görmek"... İşte en büyük heyecan o... Daha güzeli şimdi bunu koca bir ağ ile paylaşıyor olmak...
P.D.A. 2007 Manifestosu ve Üyelik
* Bizler, 2006' da bu ülkenin ürünü olan ve gelecek kuşaklara miras bırakılması gereken doğal tohumlara, nesli kurumaya yüz tutan, leziz "pembe domatesler" üzerinden sahip çıktık!
* Onları 2007 ve gelecek yıllarda da evlerde, balkonlarda, bahçe ve tarlalarda, "temiz" toprak ve doğal yöntemlerle yetiştirmeye azimliyiz!
* Onların da bu domatesleri aynı renk, aynı güzel koku, aynı lezzet ve aynı doğallıkta sürdürebilmesi için elde ettiğimiz tohumları çocuklarımıza ve gelecek kuşaklara aktarmakla sorumluyuz.
* Bunun için kendi aramızda yardımlaşırken tohumlarımızın genetiği ile oynanmaması, "terminatör" teknolojiler eliyle endüstriyel hale gelmemesi için pembe domates ağının genişlemesine çalışacağız!
PDA ÜYELİĞİ İÇİN:Bu kurallara uygun davranmaya söz vermek, açık kimlikle başvurmak, yaşanılan ve pembelerin yetiştirileceği yeri belirtmek yeterlidir.
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
OSMOZ VE TEDAVİ
Sırtımda hala sızı var ve reparil jele rağmen cilt altında oluşan sertlik bağ doku gibi!Su tedavisini araştırırken konu hoşuma gitti.Paylaşayım dedim!Sanırım önümüzdeki hafta hafif hafif yüzmeye başlayabileceğim.
Osmoz olayı hakkında bilgi:
Osmoz olayı Bir sıvının, yarı geçirgen (semipermeabl) bir zardan geçmesi olayı. Yoğunlukları(veya konsantrasyonları) farklı olan iki çözelti, birbirinden yarı geçirgen bir zarla ayrıldıklarında, iki tarafın yoğunluklarını denge haline getirmek için, zar içinden bazı iyon veya moleküller, bir taraftan diğer tarafa geçerler. Mesela, bir kap yarı geçirgen bir zarla iki kısma bölünüp bir tarafa boyalı su, diğer tarafa da şekerli su konsa, biraz sonra renkli suyun zardan geçerek şekerli suya karıştığı görülür. Bu, osmoza bir Örnekdir. Şeker (sükroz) molekülleri, zardan geçemeyecek kadar büyük oldukları için kendi bölgelerinde kalır. Osmozda esas geçiş, daha seyreltik olan çözeltiden (veya saf çözücüden) daha konsantre olan çözeltiye doğru olur. Osmoz, fiziksel bir olay olup özel bir difüzyon şeklidir. Biyolojide yarı geçirgen bir zardan suyun difüzyonuna “osmoz” denir.Osmotik basınç: Su içinde çözünmüş maddelerin hareketi, gaz moleküllerinin hareketi gibidir. İşte bu taneciklerin çözücü moleküllerinden ayrı olarak bulundukları kaba yaptıkları kısmi baskıya osmotik baskı adı verilir. Bir çözelti yarı geçirgen bir zarla çevrildiğinde, çözücü molekülleri zardan serbestçe geçer, fakat çözünmüş madde molekülleri geçmez ve zara tıpkı gaz molekülleri gibi bir baskı yapar. Eğer yarı geçirgen zar esnek ise çözünmüş madde tanecikleri tıpkı bir gazın balonu şişirmesi gibi zarı şişirir. İşte osmotik basınç adı verilen bu basıncın kantitatif incelenmesi J.H. Van't Hoff tarafından yapılmış ve ideal, yani seyreltik çözeltilerde gaz kanunlarına uyduğu tespit edilmiştir. V hacim, T mutlak sıcaklık, n mol sayısı ve R gaz sabiti olmak üzere, osmotik basınç, P;denklemiyle bulunur. Çözeltinin, osmotik baskısı ölçülerek molaritesi ve buradan çözünmüş maddenin molekül tartısı tayin edilebilir (gazlarda olduğu gibi). Nitekim hemoglobinin 68.000 olan molekül tartısı ilk defa, osmotik basınç ölçülmesiyle tayin edilmiştir.Osmotik basınç, çözücü moleküllerin durumlarını takip etmekle de açıklanabilir. Bilindiği gibi su molekülleri de devamlı kinetik hareketler yaparlar ve yarı geçirgen zardan içeri doğru geçerek çözelti içine doğru durmadan geçerler. Saf çözücüde zardan geçerek çözelti içine diffüze olan moleküllerin sayısı, çözeltiden saf çözücüye geçen moleküllerin sayısından daha fazladır. Bir başka ifadeyle, saf çözücüden zarı geçen su moleküllerinin diffüzyon basıncı, çözeltiden geçen su moleküllerinin diffüzyon basıncından büyüktür. Çünkü çözelti içinde çözücü, çözünen madde ile seyreltilmiş durumdadır. Diffüzyon basıncı farkı (DP), osmotik basınca eşittir.Canlı hücrelerde osmoz: Canlı bir hücrenin kendi içindeki maddelere göre daha yoğun tuz ihtiva eden bir çözeltiye konduğu düşünülürse, böyle bir durumda hücre içinde birim hacimde bulunan su molekülü sayısı, hücre dışında aynı birim hacimde bulunan su molekülü sayısından daha fazla olduğundan, su, hücrenin içinden hücrenin dışına doğru hareket edecektir. Böyle bir olayda suyun hareketi doğrudan doğruya tespit edilemez. Fakat olay mikroskop altında incelenirse, su kaybı sonucu, hücrenin yavaş yavaş büzülüp küçüldüğü görülür. Bunun aksine olan olayı, bir damla kanı damıtık suya koyarak mikroskop altında incelemekle görmek mümkündür. Normal olarak alyuvarlar az da olsa, bir miktar tuz taşırlar. Damıtık su ise tuzdan arınmıştır. Böyle bir durumda, suyun hareketi zarın dışından zardan içeriye(hücrenin içine) doğru olacaktır. Neticede hücreler şişecek ve iç basınç çok artarsa zar patlayacaktır. Hücreler kendi normal çevreleri içinde bulundukları zaman iç ve dış çevrelerindeki maddelerin konsantrasyonu arasında o kadar büyük bir fark yoktur. Normal şartlar altında hücrelerde osmoz görülür, fakat hücreleri parçalayacak derecede şiddetli bir iç basınç olmaz.Bir hücre çok yoğun bir çözelti içerisine bırakılacak olursa, su moleküllerinin hücre içerisinden dışarıya doğru hareketiyle protoplazma çeperden ayrılarak büzülür. Bu olaya plazmoliz denir. Eğer bir hücre uzun müddet plazmoliz halinde tutulursa ölür. Henüz ölmeden saf su içine bırakılırsa, bu durumda su hücreye girer ve hücre eski haline döner. Buna da deplazmoliz denir.Osmozun özellikle biyokimyada önemi çok büyüktür. Kan ve lenfin osmotik baskısı daima sabittir. Bu değer % 0,9'luk bir NaCl (Sodyum klorür) çözeltisinin osmotik baskısına eşittir ve % 0,9'luk NaCl çözeltisine, serum fizyolojik veya isotonik çözelti denir. Kırmızı kan yuvarları saf su ile işleme sokulursa, osmozdan dolayı derhal şişer ve patlar (hemoliz).Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
Osmoz olayı hakkında bilgi:
Osmoz olayı Bir sıvının, yarı geçirgen (semipermeabl) bir zardan geçmesi olayı. Yoğunlukları(veya konsantrasyonları) farklı olan iki çözelti, birbirinden yarı geçirgen bir zarla ayrıldıklarında, iki tarafın yoğunluklarını denge haline getirmek için, zar içinden bazı iyon veya moleküller, bir taraftan diğer tarafa geçerler. Mesela, bir kap yarı geçirgen bir zarla iki kısma bölünüp bir tarafa boyalı su, diğer tarafa da şekerli su konsa, biraz sonra renkli suyun zardan geçerek şekerli suya karıştığı görülür. Bu, osmoza bir Örnekdir. Şeker (sükroz) molekülleri, zardan geçemeyecek kadar büyük oldukları için kendi bölgelerinde kalır. Osmozda esas geçiş, daha seyreltik olan çözeltiden (veya saf çözücüden) daha konsantre olan çözeltiye doğru olur. Osmoz, fiziksel bir olay olup özel bir difüzyon şeklidir. Biyolojide yarı geçirgen bir zardan suyun difüzyonuna “osmoz” denir.Osmotik basınç: Su içinde çözünmüş maddelerin hareketi, gaz moleküllerinin hareketi gibidir. İşte bu taneciklerin çözücü moleküllerinden ayrı olarak bulundukları kaba yaptıkları kısmi baskıya osmotik baskı adı verilir. Bir çözelti yarı geçirgen bir zarla çevrildiğinde, çözücü molekülleri zardan serbestçe geçer, fakat çözünmüş madde molekülleri geçmez ve zara tıpkı gaz molekülleri gibi bir baskı yapar. Eğer yarı geçirgen zar esnek ise çözünmüş madde tanecikleri tıpkı bir gazın balonu şişirmesi gibi zarı şişirir. İşte osmotik basınç adı verilen bu basıncın kantitatif incelenmesi J.H. Van't Hoff tarafından yapılmış ve ideal, yani seyreltik çözeltilerde gaz kanunlarına uyduğu tespit edilmiştir. V hacim, T mutlak sıcaklık, n mol sayısı ve R gaz sabiti olmak üzere, osmotik basınç, P;denklemiyle bulunur. Çözeltinin, osmotik baskısı ölçülerek molaritesi ve buradan çözünmüş maddenin molekül tartısı tayin edilebilir (gazlarda olduğu gibi). Nitekim hemoglobinin 68.000 olan molekül tartısı ilk defa, osmotik basınç ölçülmesiyle tayin edilmiştir.Osmotik basınç, çözücü moleküllerin durumlarını takip etmekle de açıklanabilir. Bilindiği gibi su molekülleri de devamlı kinetik hareketler yaparlar ve yarı geçirgen zardan içeri doğru geçerek çözelti içine doğru durmadan geçerler. Saf çözücüde zardan geçerek çözelti içine diffüze olan moleküllerin sayısı, çözeltiden saf çözücüye geçen moleküllerin sayısından daha fazladır. Bir başka ifadeyle, saf çözücüden zarı geçen su moleküllerinin diffüzyon basıncı, çözeltiden geçen su moleküllerinin diffüzyon basıncından büyüktür. Çünkü çözelti içinde çözücü, çözünen madde ile seyreltilmiş durumdadır. Diffüzyon basıncı farkı (DP), osmotik basınca eşittir.Canlı hücrelerde osmoz: Canlı bir hücrenin kendi içindeki maddelere göre daha yoğun tuz ihtiva eden bir çözeltiye konduğu düşünülürse, böyle bir durumda hücre içinde birim hacimde bulunan su molekülü sayısı, hücre dışında aynı birim hacimde bulunan su molekülü sayısından daha fazla olduğundan, su, hücrenin içinden hücrenin dışına doğru hareket edecektir. Böyle bir olayda suyun hareketi doğrudan doğruya tespit edilemez. Fakat olay mikroskop altında incelenirse, su kaybı sonucu, hücrenin yavaş yavaş büzülüp küçüldüğü görülür. Bunun aksine olan olayı, bir damla kanı damıtık suya koyarak mikroskop altında incelemekle görmek mümkündür. Normal olarak alyuvarlar az da olsa, bir miktar tuz taşırlar. Damıtık su ise tuzdan arınmıştır. Böyle bir durumda, suyun hareketi zarın dışından zardan içeriye(hücrenin içine) doğru olacaktır. Neticede hücreler şişecek ve iç basınç çok artarsa zar patlayacaktır. Hücreler kendi normal çevreleri içinde bulundukları zaman iç ve dış çevrelerindeki maddelerin konsantrasyonu arasında o kadar büyük bir fark yoktur. Normal şartlar altında hücrelerde osmoz görülür, fakat hücreleri parçalayacak derecede şiddetli bir iç basınç olmaz.Bir hücre çok yoğun bir çözelti içerisine bırakılacak olursa, su moleküllerinin hücre içerisinden dışarıya doğru hareketiyle protoplazma çeperden ayrılarak büzülür. Bu olaya plazmoliz denir. Eğer bir hücre uzun müddet plazmoliz halinde tutulursa ölür. Henüz ölmeden saf su içine bırakılırsa, bu durumda su hücreye girer ve hücre eski haline döner. Buna da deplazmoliz denir.Osmozun özellikle biyokimyada önemi çok büyüktür. Kan ve lenfin osmotik baskısı daima sabittir. Bu değer % 0,9'luk bir NaCl (Sodyum klorür) çözeltisinin osmotik baskısına eşittir ve % 0,9'luk NaCl çözeltisine, serum fizyolojik veya isotonik çözelti denir. Kırmızı kan yuvarları saf su ile işleme sokulursa, osmozdan dolayı derhal şişer ve patlar (hemoliz).Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)