Tarih : 12.09.2008 - 19:04:50
Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak, sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil. 3 binden fazla endemik bitki türünü barındıran Anadolu toprakları, 2004'te yasalaşan Islahçı Hakları Kanunu ile birlikte, devlet eliyle çok uluslu tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak.
Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011'den itibaren bunu pazarda satamayacak. Aksi halde başı çok uluslu tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.
Haber: Serkan AKSÜYEK
Tohumculuk Kanunu, kabul edildiği 2006 yılında pek çok tartışmanın odağındaydı. Karşı çıkışların odak noktasını, ağırlıklı olarak özel sektör kuruluşlarından oluşan "Türkiye Tohumcular Birliği" oluşturuyordu. Oysa, bu kanunu tek başına ele alıp eleştirmek, tohumculuk şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyordu.
Türkiye'nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahatçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı.
Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.
5 yıllık geçiş süresinin sonunda, Türk çiftçisi ve Türk halkı bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Şimdi sondan başa giderek, Türkiye'nin nasıl bir kumpasın içine sokulduğunu aktaralım.
Kayıt sorunluluğu
31.10.2006 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu'nun 5. maddesinde, "Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir" deniliyor.
Aynı yasanın 7. maddesinde ise "Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir" hükmü ile kayıt altın alınmamış, ama çiftçinin yüzlerce yıldır ürettiği ve ticaretini yaptığı tohumların ticaretine kesin bir engel konuluyor.
Peki bu sınırlama ne zamandan itibaren geçerli?
Yasanın geçici 1. maddesinde, bu sınırlamaya ilişkin 5 yıllık geçiş süreci öngörülmüş.
Bu durumda, 31.10.2011 tarihinden itibaren, hemen her çiftçinin yüzyıllardır ürettiği ve kilerinde gelecek ekim dönemi için sakladığı tohumluklar, şayet kayıt altına alınmamışsa, ticarete konu olamayacak.
Yani, elinde fazla tohumu olan çiftçi Hasan Ağa, bu tohumunu komşusuna ya da pazarda ihtiyacı olan diğer çiftçilere satamayacak.
Ya satarsa ne olacak?
Aynı yasanın 12. maddesine göre ilk etapta 10 bin YTL (10 milyar TL), idari para cezasına çarptırılacak. Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilecek, tohumluklara Bakanlık tarafından el konulacak. Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha işlemi masrafları çiftçi tarafından ödenmek şartıyla Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek.
Zaten yokluklar içinde yaşamını sürdüren çiftçi, borcunu ödeyemezse haciz işlemi uygulanacak, yine ödememekte direnirse mapushane damı görülecek.
O "birisi" kim?
Atadan, dededen, babadan kalma metodlarla üretilen tohum, kayıt altına alınmamışsa, ticareti yapılamayacağı gibi tohumluk olarak kullanımına da izin verilmeyecek. Çiftçinin bu ihtiyacını, üreten birisinden satın alması gerekecek. İşte bütün mesele o "birisi"nin kim olacağı noktasında düğümleniyor..
Haberimizi buraya kadar okuyan okurlarımızın, "İyi de kardeşim ne var bunda, çiftçi gitsin tohumunu tescil ettirsin, ticaretini de yapsın" dediklerini duyar gibiyiz.
İş bununla bitmiyor..
Tohumculuk Kanunu'nun altyapısını hazırlayan bir başka kanun, adeta bu iş için özel olarak hazırlanmış...
8.1.2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5042 sayılı "Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahatçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun" işte tam bu aşamada devreye giriyor.
Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90'ı çok uluslu şirketler.
Dünya tohumculuğunu 6 büyük tekel elinde bulunduruyor. Bunlar; Novartis, Monsanto, Cargil, Dupont, ADN ve Bayer. Bu firmaların Türkiye'deki tohumculuk firmalarıyla hisse bazında ya da bayilik yoluyla kurdukları ortaklıkları bulunuyor.
5042 sayılı yasaya göre bu firmalar Türk çiftçisinin tohumlarını alıp, patent ve fikri mülkiyet hakkına sahip olacaklar. Şirketlerin hakları aynı yasayla güvence altına alınmış olacak.
Yani önce Tohumculuk Yasası ile çiftçiye "Arkadaş, sen bu tohumluğunu kullanamazsın" denilecek, sonra da o tohumları tescil ettiren çok uluslu şirketlere "devlet eliyle" pazar yaratılacak.
Şaka gibi değil mi?
Türkiye'nin bugün özellikle sebze tohumlarında yüzde 90 oranında ithalata bağımlı olduğu da anımsatmak gerekiyor.
Hakem Heyeti ne iş yapacak?
Bu noktada sorunun bir başka muhatabı ise Tohumculuk Kanunu ile kurulma kararı verilen Türkiye Tohumcular Birliği olacak.
Yasanın 16. maddesinde birliğin kuruluş çalışmalarına ilişkin kapsamlı hükümler yer alıyor. Birlik; bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve üreticileri, fide üreticileri, fidan üreticileri, tohum yetiştiricileri vb gibi pek çok alt birliğin çatı örgütü olarak örgütleniyor.
Buraya kadar da her şey normal görünüyor.
Sorun, birliğin bünyesinde kuruluş şeması verilen Hakem Kurulu ile ilgili.. Alt birliklerin kendi üyeleri arasından iki yıl için seçecekleri, konunun uzmanı kişiler tarafından kurulan Hakem Heyeti'nin görevleri arasında "yargılama" anlamını verecek örtülü ve içi doldurulmamış cümleler bulunuyor.
İşte görev tanımından iki dikkat çeken örnek (Madde 33):
** Birlik ve alt birlikler, alt birlikler ve üyeleri ile alt birlik üyeleri ve üçüncü kişiler arasında ortaya çıkacak ihtilafları uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlik yoluyla çözmek.
** Birliğin uluslararası uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlikle ilgili yükümlülükleri çerçevesindeki görevlerini yürütmek.
Birliğin üyeleri arasında ağırlığı yabancı şirketler oluşturacak.
Kısacası Türkiye, başka devletlerin "uzay araştırmaları ile bir tutma" derecesinde önem verdiği bu sektörü, yabancı şirketlerin ağırlığındaki Birliğin tasarruflarına teslim etmiş durumda.
Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak, sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil. 3 binden fazla endemik bitki türünü barındıran Anadolu toprakları, 2004'te yasalaşan Islahçı Hakları Kanunu ile birlikte, devlet eliyle çok uluslu tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak.
Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011'den itibaren bunu pazarda satamayacak. Aksi halde başı çok uluslu tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.
Haber: Serkan AKSÜYEK
Tohumculuk Kanunu, kabul edildiği 2006 yılında pek çok tartışmanın odağındaydı. Karşı çıkışların odak noktasını, ağırlıklı olarak özel sektör kuruluşlarından oluşan "Türkiye Tohumcular Birliği" oluşturuyordu. Oysa, bu kanunu tek başına ele alıp eleştirmek, tohumculuk şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyordu.
Türkiye'nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahatçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı.
Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.
5 yıllık geçiş süresinin sonunda, Türk çiftçisi ve Türk halkı bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Şimdi sondan başa giderek, Türkiye'nin nasıl bir kumpasın içine sokulduğunu aktaralım.
Kayıt sorunluluğu
31.10.2006 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu'nun 5. maddesinde, "Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir" deniliyor.
Aynı yasanın 7. maddesinde ise "Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir" hükmü ile kayıt altın alınmamış, ama çiftçinin yüzlerce yıldır ürettiği ve ticaretini yaptığı tohumların ticaretine kesin bir engel konuluyor.
Peki bu sınırlama ne zamandan itibaren geçerli?
Yasanın geçici 1. maddesinde, bu sınırlamaya ilişkin 5 yıllık geçiş süreci öngörülmüş.
Bu durumda, 31.10.2011 tarihinden itibaren, hemen her çiftçinin yüzyıllardır ürettiği ve kilerinde gelecek ekim dönemi için sakladığı tohumluklar, şayet kayıt altına alınmamışsa, ticarete konu olamayacak.
Yani, elinde fazla tohumu olan çiftçi Hasan Ağa, bu tohumunu komşusuna ya da pazarda ihtiyacı olan diğer çiftçilere satamayacak.
Ya satarsa ne olacak?
Aynı yasanın 12. maddesine göre ilk etapta 10 bin YTL (10 milyar TL), idari para cezasına çarptırılacak. Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilecek, tohumluklara Bakanlık tarafından el konulacak. Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha işlemi masrafları çiftçi tarafından ödenmek şartıyla Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek.
Zaten yokluklar içinde yaşamını sürdüren çiftçi, borcunu ödeyemezse haciz işlemi uygulanacak, yine ödememekte direnirse mapushane damı görülecek.
O "birisi" kim?
Atadan, dededen, babadan kalma metodlarla üretilen tohum, kayıt altına alınmamışsa, ticareti yapılamayacağı gibi tohumluk olarak kullanımına da izin verilmeyecek. Çiftçinin bu ihtiyacını, üreten birisinden satın alması gerekecek. İşte bütün mesele o "birisi"nin kim olacağı noktasında düğümleniyor..
Haberimizi buraya kadar okuyan okurlarımızın, "İyi de kardeşim ne var bunda, çiftçi gitsin tohumunu tescil ettirsin, ticaretini de yapsın" dediklerini duyar gibiyiz.
İş bununla bitmiyor..
Tohumculuk Kanunu'nun altyapısını hazırlayan bir başka kanun, adeta bu iş için özel olarak hazırlanmış...
8.1.2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5042 sayılı "Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahatçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun" işte tam bu aşamada devreye giriyor.
Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90'ı çok uluslu şirketler.
Dünya tohumculuğunu 6 büyük tekel elinde bulunduruyor. Bunlar; Novartis, Monsanto, Cargil, Dupont, ADN ve Bayer. Bu firmaların Türkiye'deki tohumculuk firmalarıyla hisse bazında ya da bayilik yoluyla kurdukları ortaklıkları bulunuyor.
5042 sayılı yasaya göre bu firmalar Türk çiftçisinin tohumlarını alıp, patent ve fikri mülkiyet hakkına sahip olacaklar. Şirketlerin hakları aynı yasayla güvence altına alınmış olacak.
Yani önce Tohumculuk Yasası ile çiftçiye "Arkadaş, sen bu tohumluğunu kullanamazsın" denilecek, sonra da o tohumları tescil ettiren çok uluslu şirketlere "devlet eliyle" pazar yaratılacak.
Şaka gibi değil mi?
Türkiye'nin bugün özellikle sebze tohumlarında yüzde 90 oranında ithalata bağımlı olduğu da anımsatmak gerekiyor.
Hakem Heyeti ne iş yapacak?
Bu noktada sorunun bir başka muhatabı ise Tohumculuk Kanunu ile kurulma kararı verilen Türkiye Tohumcular Birliği olacak.
Yasanın 16. maddesinde birliğin kuruluş çalışmalarına ilişkin kapsamlı hükümler yer alıyor. Birlik; bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve üreticileri, fide üreticileri, fidan üreticileri, tohum yetiştiricileri vb gibi pek çok alt birliğin çatı örgütü olarak örgütleniyor.
Buraya kadar da her şey normal görünüyor.
Sorun, birliğin bünyesinde kuruluş şeması verilen Hakem Kurulu ile ilgili.. Alt birliklerin kendi üyeleri arasından iki yıl için seçecekleri, konunun uzmanı kişiler tarafından kurulan Hakem Heyeti'nin görevleri arasında "yargılama" anlamını verecek örtülü ve içi doldurulmamış cümleler bulunuyor.
İşte görev tanımından iki dikkat çeken örnek (Madde 33):
** Birlik ve alt birlikler, alt birlikler ve üyeleri ile alt birlik üyeleri ve üçüncü kişiler arasında ortaya çıkacak ihtilafları uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlik yoluyla çözmek.
** Birliğin uluslararası uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlikle ilgili yükümlülükleri çerçevesindeki görevlerini yürütmek.
Birliğin üyeleri arasında ağırlığı yabancı şirketler oluşturacak.
Kısacası Türkiye, başka devletlerin "uzay araştırmaları ile bir tutma" derecesinde önem verdiği bu sektörü, yabancı şirketlerin ağırlığındaki Birliğin tasarruflarına teslim etmiş durumda.
VE İŞTE GÖRÜNMEYEN KONUŞULMAYAN TEHLİKE UPOV
Türkiye'nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil. Kısa adı UPOV olan Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği'ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007'de 65'inci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşı kalacak.
Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV'a Türkiye'nin yaptığı başvurunun gerekçesinde, "Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye'nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği" belirtiliyor. Buna acaba, "sanılıyor" desek daha mı doğru?
Bakalım gerçek, söylendiği gibi mi?
UPOV'un, Uluslararası Patent Birliği'nin tohumculuk sektöründeki karşılığı olduğuna dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziriat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, bu noktada insanın kanını donduran iddialarda bulunuyor. Türkiye'nin iki yasal düzenleme sonrasında UPOV'a üye olarak yabancı şirketlerin Türkiye'yi tamamıyla ele geçirmesinin kapısını açtığını savunan Prof. Sındır, şunları söylüyor:
"İşin özü şu: Mesela Anadolu'da pek çok buğday çeşidimiz var. İç Anadolu'ya, Ege'ye, Karadeniz'e, Çukurova'ya özgü iklim şartlarına göre farklılık gösteriyor. Bunlar on binlerce yıldır bölgesel ve ekolojik farklılıklar nedeniyle çeşitlenmiş. UPOV üyeliği ile hakları yasal koruma altına alınan çok uluslu şirketlerin tohumluk üretimi, satışı ve dağıtımı da korunacak. Çiftçiye, 'Sen kendi tohumunu yapamazsın' denilecek. Öncelikle zengin biyoçeşitlilik yok olacak. Zararlılara, hastalıklara karşı dayanıklı olan çeşitleri üretemez olunca, bu şirketlerin tohumlarını satın almak zorunda kalacak. Dayatılan bu tohumlar, büyük olasılıkla o bölgenin ekolojisine uyum sağlamayacak. Dayanımı artırmak için bu kez ilaç ve gübreye ihtiyaç duyulacak. Ekolojiye uygun olmadığı için verim ve ürün kayıpları yaşanacak."
Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de basın organlarının sadece Tohumculuk Yasası'nı eleştirmek yanlışına düştüğünü, olayın bütününü göremeden yapılacak yorumların, yine yabancı tohumculuk şirketlerine yarayacağını kaydetti.
Türkiye'nin yerel tohum çeşitlerini koruma altına almadan ve genetik kodlarını tescillemeden UPOV'a üye olmasının büyük bir hata olduğunu savunan Sındır, kendisinin bir akademisyen olarak tohuma patent alınmasına karşı olduğunu söyledi. Sındır, karşı çıkışını nedenlerini şu sözlerle açıkladı: "Bir canlı organizma üzerinde fikri mülkiyet hakkı olamaz. Yeni sizin bir Alman kurdunuz var, doğum yapıyor. Ben bunu tescilledim, artık her Alman kurdu sahibi doğum yaptırırken bana soracak diyorsunuz. Doğanın mülkiyeti bu, senin şahsi mülkiyetin olamaz. Ben kuraklığa dayanıklı bir çeşit geliştiririm. Yeni ıslah çalışmaları elbette yapabilirim. Ve çiftçiye, 'Bu güzel bir tohumdur, şöyle kalitelidir, besin değeri şöyle yüksektir, fiyatı şudur' derim. Çiftçi Hasan Ağa bunu ister alır, ister almaz. Ama, al bunu kullanmak zorundasın diyemem. Çiftçinin ürettiği tohumun üzerine gidip, ben bunu ıslah ettim genetik kodu artık benimdir, bunu kullanacaksın diyemezsiniz."
Sındır, Uluslararası Gıda Örgütü'nun (FAO) resmi kayıtlarına göre 1970'den sonra biyoçeşitlilikte yüzde 75'lik kayıp yaşanmasının, söylediklerinin kanıtı olduğuna dikkat çekti.
UPOV ÜYELİĞİ SONRASINDA NELER YAŞAYACAĞIZ?
** UPOV üyeliği ile Türkiye'nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hızla yok olma sürecine girecek.
** Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak. Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak, küresel ısınmayı hızlandıracak.
** Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek.
** Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hakimiyetleri artacak, ürünler daha ucuza çiftçinin elinden alınacak. ** Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak.
** Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.
TEKELLERİ JET HIZIYLA KORU, ÇİFTÇİ HAKKINI KORUYAN YASAYI BEKLET!
Tohumculuk sektörünü, uluslararası tekellerin kucağına oturtacak yasal altyapı, maşallah dedirtecek hızda ve içerikte Meclis'ten geçirilirken, Türkiye'nin asıl zengin bitki çeşitliliğini koruması gereken yasal altyapı, yani Biyogüvenlik Yasası yıllardır Meclis gündemine gelmeyi bekliyor.
Bugün tüm Avrupa'da yaklaşık 11 bin 500 bitki türü bulunuyor. Oysa sadece Anadolu coğrafyasında 11 bin bitki türü yer alıyor ve bunun da yaklaşık 3000-3500'ünü endemik, yani, anavatanı Anadolu olan ve buradan başka bir yerde görülmeyen türler teşkil ediyor.
İşte bu zenginliğin, gelişmiş tüm ülkelerde olduğu gibi ulusal koruma altına alınması ancak Biyogüvenlik Yasası ile mümkün. ZMO İzmir Şubesi Başkanı Kamil Okyay Sındır, Türkiye'nin gen kaynakları korunumunu yasal şartlara bağlayacak olan yasanın 4 yıldır tasarı halinde bekletildiğini anımsatarak, "Tohumculuk Kanunu her ne kadar AB Uyum Paketi içinde yer aldığı ve öncelikle çıkartılması gereken yasalardan birisi olduğu yönünde bazı söylemler olsa da, AB ile yapılan müzakerelerin hiç birisinde böylesi bir yasanın çıkartılması yönünde bir talep yoktu.
Sektörün tek egemen kesimi olan çok uluslu şirketler, bu topraklarda yüzyıllardır, doğanın ve insan emeğinin oluşturduğu tohumları patentlemeye çalışıyorlar." dedi. Türk çiftçisinin binlerce yıldan gelen bilgi birikimiyle ıslah ettiği tohumlukların üzerindeki haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Sındır, böylelikle temel üretim girdilerini her yıl bir önceki yıldan daha zor temin etmeye başlayacakları uyarısını yaptı.
Türkiye'nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil. Kısa adı UPOV olan Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği'ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007'de 65'inci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşı kalacak.
Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV'a Türkiye'nin yaptığı başvurunun gerekçesinde, "Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye'nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği" belirtiliyor. Buna acaba, "sanılıyor" desek daha mı doğru?
Bakalım gerçek, söylendiği gibi mi?
UPOV'un, Uluslararası Patent Birliği'nin tohumculuk sektöründeki karşılığı olduğuna dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziriat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, bu noktada insanın kanını donduran iddialarda bulunuyor. Türkiye'nin iki yasal düzenleme sonrasında UPOV'a üye olarak yabancı şirketlerin Türkiye'yi tamamıyla ele geçirmesinin kapısını açtığını savunan Prof. Sındır, şunları söylüyor:
"İşin özü şu: Mesela Anadolu'da pek çok buğday çeşidimiz var. İç Anadolu'ya, Ege'ye, Karadeniz'e, Çukurova'ya özgü iklim şartlarına göre farklılık gösteriyor. Bunlar on binlerce yıldır bölgesel ve ekolojik farklılıklar nedeniyle çeşitlenmiş. UPOV üyeliği ile hakları yasal koruma altına alınan çok uluslu şirketlerin tohumluk üretimi, satışı ve dağıtımı da korunacak. Çiftçiye, 'Sen kendi tohumunu yapamazsın' denilecek. Öncelikle zengin biyoçeşitlilik yok olacak. Zararlılara, hastalıklara karşı dayanıklı olan çeşitleri üretemez olunca, bu şirketlerin tohumlarını satın almak zorunda kalacak. Dayatılan bu tohumlar, büyük olasılıkla o bölgenin ekolojisine uyum sağlamayacak. Dayanımı artırmak için bu kez ilaç ve gübreye ihtiyaç duyulacak. Ekolojiye uygun olmadığı için verim ve ürün kayıpları yaşanacak."
Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de basın organlarının sadece Tohumculuk Yasası'nı eleştirmek yanlışına düştüğünü, olayın bütününü göremeden yapılacak yorumların, yine yabancı tohumculuk şirketlerine yarayacağını kaydetti.
Türkiye'nin yerel tohum çeşitlerini koruma altına almadan ve genetik kodlarını tescillemeden UPOV'a üye olmasının büyük bir hata olduğunu savunan Sındır, kendisinin bir akademisyen olarak tohuma patent alınmasına karşı olduğunu söyledi. Sındır, karşı çıkışını nedenlerini şu sözlerle açıkladı: "Bir canlı organizma üzerinde fikri mülkiyet hakkı olamaz. Yeni sizin bir Alman kurdunuz var, doğum yapıyor. Ben bunu tescilledim, artık her Alman kurdu sahibi doğum yaptırırken bana soracak diyorsunuz. Doğanın mülkiyeti bu, senin şahsi mülkiyetin olamaz. Ben kuraklığa dayanıklı bir çeşit geliştiririm. Yeni ıslah çalışmaları elbette yapabilirim. Ve çiftçiye, 'Bu güzel bir tohumdur, şöyle kalitelidir, besin değeri şöyle yüksektir, fiyatı şudur' derim. Çiftçi Hasan Ağa bunu ister alır, ister almaz. Ama, al bunu kullanmak zorundasın diyemem. Çiftçinin ürettiği tohumun üzerine gidip, ben bunu ıslah ettim genetik kodu artık benimdir, bunu kullanacaksın diyemezsiniz."
Sındır, Uluslararası Gıda Örgütü'nun (FAO) resmi kayıtlarına göre 1970'den sonra biyoçeşitlilikte yüzde 75'lik kayıp yaşanmasının, söylediklerinin kanıtı olduğuna dikkat çekti.
UPOV ÜYELİĞİ SONRASINDA NELER YAŞAYACAĞIZ?
** UPOV üyeliği ile Türkiye'nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hızla yok olma sürecine girecek.
** Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak. Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak, küresel ısınmayı hızlandıracak.
** Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek.
** Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hakimiyetleri artacak, ürünler daha ucuza çiftçinin elinden alınacak. ** Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak.
** Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.
TEKELLERİ JET HIZIYLA KORU, ÇİFTÇİ HAKKINI KORUYAN YASAYI BEKLET!
Tohumculuk sektörünü, uluslararası tekellerin kucağına oturtacak yasal altyapı, maşallah dedirtecek hızda ve içerikte Meclis'ten geçirilirken, Türkiye'nin asıl zengin bitki çeşitliliğini koruması gereken yasal altyapı, yani Biyogüvenlik Yasası yıllardır Meclis gündemine gelmeyi bekliyor.
Bugün tüm Avrupa'da yaklaşık 11 bin 500 bitki türü bulunuyor. Oysa sadece Anadolu coğrafyasında 11 bin bitki türü yer alıyor ve bunun da yaklaşık 3000-3500'ünü endemik, yani, anavatanı Anadolu olan ve buradan başka bir yerde görülmeyen türler teşkil ediyor.
İşte bu zenginliğin, gelişmiş tüm ülkelerde olduğu gibi ulusal koruma altına alınması ancak Biyogüvenlik Yasası ile mümkün. ZMO İzmir Şubesi Başkanı Kamil Okyay Sındır, Türkiye'nin gen kaynakları korunumunu yasal şartlara bağlayacak olan yasanın 4 yıldır tasarı halinde bekletildiğini anımsatarak, "Tohumculuk Kanunu her ne kadar AB Uyum Paketi içinde yer aldığı ve öncelikle çıkartılması gereken yasalardan birisi olduğu yönünde bazı söylemler olsa da, AB ile yapılan müzakerelerin hiç birisinde böylesi bir yasanın çıkartılması yönünde bir talep yoktu.
Sektörün tek egemen kesimi olan çok uluslu şirketler, bu topraklarda yüzyıllardır, doğanın ve insan emeğinin oluşturduğu tohumları patentlemeye çalışıyorlar." dedi. Türk çiftçisinin binlerce yıldan gelen bilgi birikimiyle ıslah ettiği tohumlukların üzerindeki haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Sındır, böylelikle temel üretim girdilerini her yıl bir önceki yıldan daha zor temin etmeye başlayacakları uyarısını yaptı.
Sevgiyle kalın.
Yeşim Güriş
merhaba Yeşimcim, geçenlerde Cem Birder'in gönderdiği tohum taslağının kökeninde bu yazaıda bahsedilen yasalar var sanırım. işler kötüye gidiyor, tohum manifestonu okudum, harekete geçtiğin için çok teşekkürler, helal olsun sana.
YanıtlaSilbir de Serkan Aksüyek nerde yazmış bu yazıyı, hangi tarihte? (ben tülay ararat, anonimden gönderebildim sadece)