12 Nisan 2009 Pazar

AKŞAM OLDU

Tohumunu satan hapse düşecek
Türkiye’de tarımın içinden geçtiği şu günler çok zorlu bir süreç... Köylünün işi zor, tarıma dayalı sanayicinin işi zor...
19 Eylül 2008 16:40

Geçen hafta Ege TV’de Erol Yaraş konuyu açınca ben de 2006’da bu konuda Ali Ekber Yıldırım başta olmak üzere, Kamil Okyay Sındır’ın, Güngör Uras’ın yazdıklarını, bu arada benim de naçizane 2006’da yazdığım konuları anımsattım... Ertesi günü Gözlem Gazetesi’nin Haber Müdürü Serkan Aksüyek kardeşimim haberi ve notları ulaştı elime... Meğerse konu bizim anlattığımızdan da betermiş.
Yıllardır gördüğüm her köylüye “bankacının, tohumcunun oyununa gelmeyin tohumunuza gözünüz gibi bakın” diyorum. Boşuna demediğim ortaya çıkıyor. Serkan iyi bir araştırma ile çıkıyor okurunun karşısına... “Kilerdeki tohumunu satan Hasan Ağa, 2011’de hapiste’ başlığı ile verdiği haber Türk köylüsünün geleceği için karamsar düşünenleri haklı çıkartacak boyutta...
Aksüyek’in haberinden özetleyerek sunuyorum bekleyen tehlikeleri: Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak, sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil. 3 binden fazla endemik bitki türünü barındıran Anadolu toprakları, 2004’te yasalaşan Islahçı Hakları Kanunu ile birlikte, “devlet eliyle” çok uluslu tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak. Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011’den itibaren bunu pazarda satamayacak. Aksi halde başı çok uluslu tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.
Türkiye’nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahatçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı. Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.5 yıllık geçiş süresinin sonunda, Türk çiftçisi ve Türk halkı bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Türkiye’nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil. Kısa adı UPOV olan Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği’ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007’de 65’inci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşı kalacak. Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV’a Türkiye’nin yaptığı başvurunun gerekçesinde, “Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye’nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği” belirtiliyor. Buna acaba, “sanılıyor” desek daha mı doğru?
Serkan Aksüyek’in özetlediği UPOV üyeliği sonrası için ise kaygı yaratıyor: UPOV üyeliği ile Türkiye’nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hızla yok olma sürecine girecek. Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak. Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak, küresel ısınmayı hızlandıracak. Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek. Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hakimiyetleri artacak, ürünler daha ucuza çiftçinin elinden alınacak. Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak. Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.
Nedim Atilla / Akşam

Sevgiyle kalın.Yeşim Güriş

1 yorum:

  1. çorap pek büyük pek. başımıza geçti sanki çoktan da görmemek için direnmekte yurdum insanı...

    YanıtlaSil