29 Haziran 2009 Pazartesi

ARJANTİN 73 VE BASIN TOPLANTISI


Yine oldu bittilere getirilmek istenen,ama bu yapıldığı anda,neden olanları da mahvedecek bir problemle karşı karşıyayız.Geçenlerde ismi bende saklı gen teknolojisi ile uğraşan bir doçentimiz bana mail atmış ve özetle bu konuyu sadece o branşın eğtimini almış kişilerin eleştirebileceğini,bilen bilmeyen herkesin bu konuda konuşmasını doğru bulmadığını belirtmiş.Evvelki gün Ayşe Özgün'de konuşan bir başka GDO tohum savunucusu Kömeağaç ta tüm bilimadamlarının GDO karşıtı görüş ve kanıtlarına bunlar yanlış,sussunlar Türk şirketine zarar veriyorlar,bizim para kazanmamızı engelliyorlar dedi!(Dervişin neyse fikri odur zikri!'Şu an silinmiş olan bir bağlantıdan bulduğum Mayıstaki tohum kongresi ile ilgili konusmasından:
Konferansta ne tür konular işlenecek? Daha çok bilimsel mi, ticaretle ilgili mi? Ne tür beklentileriniz var?

Kömeağacın cevabı:Bilimselliği göz ardı etmemek lazım ama konferansın amacı ve konferansta üzerinde durulacak konu tamamıyla ticari. Ticareti geliştirmek, karşılaştığımız sorunları beraber çözümlemek için birlikte tartışacağız. Ayrıca uluslararası bölgesel bir tohumculuk derneği kurmayı planlıyoruz. Konferansta bu konuyu bir panel yaparak tartışacağız. Bu dernekle birlikte tohum ticaretini birlikte organize edip geliştirmeyi düşünüyoruz. Avrupa’ya, Avrupa istediği zaman ticaret yapıyoruz. Ama WANA ülkeleriyle sürekli bir ihtiyaçtan doğacak ticaret oluşacak.!!!''

Aynı programda Pustzai,Şeminur hocanın laboratuvarı,fare deneyleri vb sorular sorduğum maile de o vatandaş yanlış biliyor damgasını vuruverdi!Ardından Cumartesi Aykırı Sorulara kendi isteği ile bağlanan tarım bakanlığı müsteşarı tıpkı Kömeağaç ve Monsanto söylemini tekrar etti.Gerçi her iki bakanlık çalışanının söylediklerini anlamakta sadece vicdanen değil aksan olarak ta oldukça güçlük çektim ama habire anlamsız göz boyayan rakamlar verip hiçbir soruyu doğru DÜRÜST cevaplayamadılar.Biliyorsunuz bu ülkede her sene turizm patlar!21 senemi bu işe adadım ve sadece parasızlıktan ve sıkıntıdan patlayanlar küçük esnaf ile bir de aksine kredi alıp otel yapıcaz diye trilyonları cebe indirip iflas bayrağı çeken malum kalantorlara şahit oldum!Bizim bunları yutmadığımızı anlamayacak kadar cehalet içinde olunması ise işin acı yanı!Sevgili Kenan Hocamız gereken cevabı verdi!O programa katılan dört uzmana ve sevgili Enver Aysever'e sonsuz saygılar.Sabır küpü olmalılar!Bakanlık görevlisinin onların tarzı bir söylem kullanayım ''ağzı olan konuşuyor'' söylemini tıpkı ''bazı'' biliminsanları ve bunların finansörleri çok uluslu tohum şirketlerinin de kullandığının altını bir kez daha çizerek ZMO başkanı Gökhan Beyin cevabını alıp hepsine yollamak istiyorum''Bugün dileyen herkes birinci elden her türlü bilgiye,bilimsel araştırma raporlarına,panel ve seminerlere katılıp,bu bilgileri okuyup dinleyip öğrenebilir!''

Ağzınıza sağlık Gökhan Bey.Barış arkadaşımız bu durumda orda bile olmamalı hatta tüm STKlar kapatılmalı bu mantığa göre!Abdullah Aysu yine tüm sıcaklığı ve dürüstlüğü ile özetle biz çiftçiler yanlış tarım politikaları nedeniyle AÇIZ dedi!Ama tok açın halinden hiç anlamadı ki!Varlık içinde yokluk çekmenin en son örneğidir tarım!
Program ile söylenecek çok şey var ama en güzel sözlerden birini Enver Aysever söyledi.Bakanlık çalışanı neden bizi de davet etmediniz?HEP KARŞI GÖRÜŞLÜLERİ ÇAĞIRMIŞSINIZ!deyiverince Enver bey de ''GDO NUN BU KADAR ZARARLI OLDUĞU İLE İLGİLİ BUNCA KANIT VE BİLİMSEL ÇALIŞMA VARKEN KUSURA BAKMAYIN HİÇBİRİMİZ BİZİ KORUMAKLA GÖREVLİ OLAN TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞININ KARŞIT TARAF OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEDİK BİLE!''

Biyogüvenlik yasa tasarısını neden ZMO başta olmak üzere konunun en yetkili görüş bildirmesi gerekenlerden fellik fellik kaçırıldığını cevaplayamadılar.Bir de,beş sene önce fikir aldıkları biliminsanlarına bir daha da sormadıklarını utanmadan hepimizin önünde teyit ettiler.Programı geç saatlerde izlerken birden bir şimşek çaktı beynimde!Beş sene önce aslında fikir alma adı altında yapılan GDO karşıtlarını tesbit etmekti!Şu an fikir alınan ''genetikçiler'' bildiğimiz kadarı ile mesela Selim Bey sıkı bir GDO taraftarı!Monsanto'nun GDO kabul edilsin diye örneğin Kanada'da hükümet yetkilisine RÜŞVET vermeye çalışıp yetkilinin namuslu çıkması nedeniyle duvara çakılan Monsanto rüşvet örneğini konunun uzmanı olmayan ama hep hakkı yenen bizler biliyoruz!Su yüzeyine henüz çıkmamış kimbilir ne rüşvet örnekleri vardır!
Bakanlık çalışanının bence bize verdiği en güzel bilgi şuydu!Hiçbirimizin henüz göremediği bir yasa taslağinı nedense AB ve Arjantin görmüş!(Bu arada dünyadaki en büyük GDOlu tarım yapan Monsanto kurbanı ülkelerden biridir,ekonomileri ise çokuluslu tohum şirketleri tarafından (aynen şu an Kömeağaç vb. lerinin bizde de vaadettiği gibi),vaadedilen kurtuluşu her geçen gün daha da sefilleşerek kanıtlıyor!Arjantin'in para değeri bizden düşük bir kaç fakir ülkeden biri olması GDO cular için bir avantaj mı rastlantı mı yoksa her ikisi de mi sizce?)
Stüdyodaki beş beyin ve bizler neden hala bize tasarıyı göstermiyorsunuz,neden çekiniyorsunuz diye defalarca sorunca verilen cevap sanırım ''tanrım biz kimlerle muhatabız'' sorusunu bir kez daha kanırtarak sordurtuyor!Tarım bakanlığı müsteşarı yada Tagem başkanıydı sanırım Arjantin'in sadece Türkiye'nin yasa taslağını bizlerden önce görmekle kalmayıp bir de tam 73 sayfalık eleştiri yazdığını söylemez mi!!!
Enver Aysever'in programına yollayacağına söz verdiği taslağın yanında,aslında Monsanto'nun ne istediğinin ve yasanın GDO lehine nasıl şekillendirileceğinin kanıdı olan ünlü Arjantin Eleştirnamesini istemek lazım bakanlıktan!
Bizler,yiyeceklerimizden GDO'nun uzak tutulmasını isteyenler,dürüstçe ve alenen her yerde ve her zaman görüş ve isteklerimizi mertçe yazıyor söylüyoruz.GDO taraftarları istedikleri gibi bunları okuyup anti tez hazırlayabiliyorlar!Ama nerede GDO taraftarlarının yazıları ve gizli ajandaları?Bizlerin her yazdığı her satırı,söylediği her kelimeyi acaba bunu neresinden vurup mahkemeye verebiliriz diye uğraşacaklarına oturup birkez daha düşünsünler.GDO'nun yıkım yapacağı organizmalar yaşınıza,cinsiyetinize,aylık kazancınıza,araba modelinize,bıyık şeklinize,kıyafet seçiminize,ruj renginize,söylediğiniz şarkılara,okuduğunuz kitaplara,sahibi bulunduğunuz bonolara,aç yada tok,tombul yada çöp gibi olmanıza bakmaz.Tek birşeyi hedefler.Canlı olan ve can veren evrendeki herşey GDO'nun ölüm listesindedir!
Arjantin 73 sayfa acilen bulunup okunmalı!ARAMIZDA BU BELGEYE KİM ULAŞABİLİRSE LÜTFEN ACİLEN BİLDİRSİN!!!!!!!!!!!...
Aykırı Sorular programını yapıp sunan emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.Bu ülkede çok zeki ve namuslu insanların da olduğunun altını en kalın şekilde ve daima çizdikleri için,cesaretleri ve humanistlikleri için...
Bu ve benzer konularda insanlık adına savaş veren herkese selam ola,yolunuz açık,kalbiniz hep sevgi ile dola...
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş
GDO'ya Hayır Platformu Bileşenleri, 28 Mart 2009 Pazar günü Ziraat Mühendisleri Odası Genel Merkezi'nde bir basın toplantısı yaptı.

- BASIN TOPLANTISI -
Sağlıklı Bir Toplum, Çiftçiliğin Devamı ve Bağımsız Tarım İçin TÜRKİYE‘DE GDO‘LU ÜRETİME ve TÜKETİME HAYIR!
28 Haziran 2009Tüm dünyada ilk kez 1994 yılında ticari olarak piyasaya sürülen GDO‘lu ürünler, 1998 yılından bu yana, hiçbir denetime tabii tutulmadan Türkiye‘ye giriyor. Özellikle yılda iki milyon ton düzeyinde dışalıma konu olan GDO‘lu mısır ve soyadan üretilen işlenmiş ürünler, 800‘den fazla çeşitle tüketici sofrasına ulaşıyor. Hiçbir etiketleme yapılmadan satışa sunulan bu ürünler, halk sağlığını ciddi biçimde tehdit ediyor. Tüketicinin bilgilenme hakkını ihlal eden ve halk sağlığını hiçe sayan bu durum, 10 yılı aşkın süredir tüm çarpıklığı ile sürerken, bu kez Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı‘nın Bakanlar Kurulu‘nda olduğu ve TBMM‘ne sevkedilmek üzere imzaya açıldığı bilgisi basına yansıdı. Hükümet sözcüsü, konuyla ilgili konuşmasında, zaten ithalatı serbest olan ve tüketilen bu ürünlerin Türkiye‘de ekimine de serbestlik getirileceğini ifade etti. Anlaşılıyor ki, şimdi sıra, GDO‘lu tohumları Türkiye‘nin temiz topraklarına ekmeye geldi... Kamuoyundan bir sır gibi saklanan Tasarı Taslağı yasalaştığında, ortaya çıkacak durum şöyle özetlenebilir; 1) GDO‘ların üretimi ve tüketimine izin verilecek,2) Bu ürünlerin risk değerlendirmesi şirketlerin kontrolünde olacak,3) GDO‘lu ürünlerden zarar gören çiftçiler ve tüketiciler zararlarını ispat etmek zorunda bırakılacak, bu ürünlerin zararlı olmadığının ispatı şirketlerin üzerinde olmayacak, 4) Bu ürünleri ülkemize sokan veya üreten şirketlerin cezai sorumlulukları oldukça düşük olacak,5) Zarara uğradığını iddia eden çiftçiler zamanaşımı tehdidi ile karşı karşıya kalacak, 6) Risk denetimine tabi bu ürünlerle ilgili bilgiler kamuoyuna açıklanmayacak, şirket sırrı olarak korunacak,7) Tüketicilerin sağlıklı gıda tüketme hakları, küçük çocuklarla sınırlandırılacak, sadece küçük çocuk ürünlerinde GDO kullanılmayacak,8) Ülkenin tüm genetik varlıkları şirketlerin kontrolü altına bırakılacak,9) Çiftçiler, tohumluk ayırma haklarını yitirecek; tozlaşma vb. yollarla ürünlerine GDO bulaşmışsa şirketlere tazminat ödemek zorunda kalabilecekler,10)Bu ürünlerin denetimi konusunda çiftçi, tüketici, ekoloji örgütlerinin; bağımsız bilimsel kurumların, meslek odalarının herhangi bir söz ve karar yetkisi olmayacak...Yukarıda özetlenen tablo, öncelikle ülkemiz tarımını doğrudan üç - beş şirkete bağımlı hale getirecektir. GDO‘lu tohum ve pestisitleri (zirai mücadele ilacı) üreten şirketler arasında yapılan evlilikler, bu sürecin tohum ve ilaç için üreticinin her geçen yıl bu şirketlere daha çok ödeme yapmak zorunda kalacağını göstermektedir. Çünkü terminatör teknolojisi ile üreme yeteneği alınmış tohumlar, üreticinin tohum ayırma hakkını da elinden almaktadır. Böylece tüm dünyada konvansiyonel ürünlere göre daha verimli olmadığı ve daha çok pestisit tükettiği kanıtlanmış olan GDO‘lu tohumlar, temiz topraklarımızı ve üreticimizi, çokuluslu şirketlerin kar aracı haline getirecektir. Sorunun bir diğer önemli boyutu, biyoçeşitliliğimizin ve çevresel değerlerimizin tahribidir. GDO‘lu ürünlerden olacak gen kaçışları, hem kültür bitkilerini hem de bunların yabani akrabalarını kontamine edecek; bu tabloya eklenebilecek yatay gen kaçışları ile doğada geri dönüşümü olanaksız bir süreç başlamış olacaktır. Tüketici ve halk sağlığı açısından da tablo vahimdir. GDO‘lu ürünlerden işlenmiş gıda ürünlerinin sofralarımıza ulaşması, halkımızı daha da ağırlaşan alerjik reaksiyon, antibiyotik dayanıklılık, toksik etki, artan doğum anomalileri ve kısırlık gibi sağlık sorunları ile karşı karşıya bırakacaktır. Oysa Avrupa Birliği, şirketlerin EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi) üzerindeki artık gizlenemeyen etkilerin varlığına rağmen, topraklarının % 1‘inden az olan bölümünde, yalnızca bir GDO‘lu mısır türünün ekimine izin vermiş olup; Avusturya, Macaristan, Yunanistan, Almanya ve Fransa‘nın peşpeşe gelen yasaklama kararlarıyla GDO‘lu ekim alanları 165 bin hektardan 105 bin hektara daralmıştır. Üstelik bu üretimin % 80‘i yalnızca bir ülkede, İspanya‘da gerçekleştirilmektedir. Önümüzdeki dönemde, halk ve çevre sağlığı ile kamu yararı odaklı bu yasaklamaların artarak süreceği öngörülmektedir. Bunun yanında Avrupa Birliği‘nde, içeriğinde % 0.9‘dan fazla GDO‘lu hammadde bulunan ürünlerin ancak etiketlenerek satışına izin verilmekte iken, halk sağlığı yanında, Türkiye‘nin kendine özgü kültür ve inanç yapısına saygı gösterilme gereği duyulmadan, GDO‘lu gıdaların serbestçe satışı gerçekleştirilmektedir. Şimdi soruyoruz; bu Tasarı Taslağı kime hizmet etmektedir? Halkın GDO‘lu ürünlere hiçbir talebi yokken, halkın örgütlerinden gizlenerek, hangi amaç ve nedenlerle bu düzenleme gündeme getirilmektedir?.. Sonuç olarak, ülkenin onurlu ve namuslu çiftçileri, tüketicileri, ekoloji örgütleri, ziraat, çevre, gıda mühendisleri, birlikleri, kooperatifleri, siyasi partileri, demokratik kitle örgütlerinin bu barbarlık yasasına karşı direnmeleri en temel haklarıdır. Ülkemizi açlık ile terbiye etmeye girişenlere karşı, bu yasansın meclis gündemine gelmeden geri çekilmesini talep ediyoruz. Bu ülkenin genetik varlıklarını, biyolojik çeşitliliğini, tohumlarını korumak, toplumsal barışın, adaletin olmazsa olmaz ön koşullarıdır. Bu doğrultuda, hemen hiç vakit kaybetmeden, toplum olarak vekil ettiklerimize bir kez daha sesleniyoruz, şirketlerin geleceğini değil, doğa ve toplum için biyolojik geleceğimizi koruyun. Bir an önce biyogüvenlik altyapısını oluşturun, bu konuda bütçeden bir pay ayırarak ülkemizde genetik kirlenmenin önünü alın. Çiftçilerin daha nitelikli ve sağlıklı üretim yapmasına yönelik örgütlenmeleri geliştirin. Tüketici ve ekoloji örgütleriyle, doğru ve açık bir bilgi paylaşım sürecini başlatın. Toplumun onayını almadan, apar topar hazırladığınız bu yasaya, bu ülkenin gerçek sahipleri olan bizler direneceğiz. Yok oluşumuzu seyretmektense, kendi kaderimizi belirlemeyi tercih edeceğiz. GDO‘YA HAYIR PLATFORMU BİLEŞENLERİ -TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
-TMMOB Çevre Mühendisleri Odası-TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
-TMMOB Mimarlar Odası -TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Marmara Bölge Şubesi
-TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Ege Bölge Şubesi
-Türk Tabibler Birliği-Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF)-Tüketici Örgütleri Federasyonu (TÖF)
-Tüketiciyi Koruma Derneği (TÜKODER)-Tüketici Hakları Derneği
-Tüketici Bilincini Geliştirme Derneği
-Çiftçi-SEN-Ekoloji Kollektifi
-DOĞADER
-EKODER
-KESK Tarım Orkam-Sen -- Nilüfer Yerel Gündem 21
-Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği-İçanadolu Çevre Platformu (İÇAÇEP)
-Marmara Çevre Platformu (MARÇEP)-Ege Çevre Platformu (EGEÇEP)
-Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi -Gürsel Tonbul Çiftlik İşletmeleri
-İmece Evi İmece Ekoköyü Dogal Yasam ve Ekolojik Çözümler Derneği-Imece Ekoköyü Kooperatif Girişimi --Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği -Muratpaşa Dostları Derneği
- Konyaaltı Dostları Derneği
-Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi - PDA Pembe Domates Ağı
-Akçaeniş Köyü Çevre Kültür Kalkınma ve Dayanışma Derneği-Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği
-Bornova Sivil Toplum Platformu (BORPLAT)-Greenpeace Türkiye
-Sinop Çevre Dostları Derneği
-Doğu Akdeniz Çevre Bileşenleri-Yeni İnsan Yayınevi
-Buğday Derneği
-Slowfood Yağmur Böreği Birliği-Slowfood Fikir sahibi Damaklar Birliği -Slow Food Gençlik Gida Hareketi-Slow Food Ankara Birliği -Slow Food Kars Birligi
-Boğatepe Çevre Yaşam Derneği -Aromaterapi Derneği (AROMADER)

28 Haziran 2009 Pazar

EBLEH EBTELLER!















FRANKEŞTAYN TOHUM YASA TASARISI BAŞBAKANLIKTA
MECLİS’İN VERECEĞİ EN “HAYATİ” KARAR:
OLMAK YA DA OLMAMAK!
Frankeştayn olarak da adlandırılan genetik olarak “kurcalanmış” tohumlarla ilgili yasa tasarısı sonunda Başbakanlığa geldi. Önümüzdeki günlerde TBMM geleceğimizle ilgili çok kritik bir karar verecek. Genleri değiştirilmiş tohumların ülkemize girişi yasallaşırsa bizleri karanlık bir gelecek bekliyor!
“Frankeştayn tohum” ve “ebter tohum” olarak bilinen tohumlar, uluslararası dev tohum şirketlerinin, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası gibi “baba” kuruluşların ve biyoteknoloji şirketlerinin zoruyla ülkemize dayatılıyor.
“Ulusal Biyogüvenlik Yasa Taslağı” ismiyle görüşülen metin kabul edilirse bu tohumların ülkemizde ithali, ekimi, dikimi ve tüketimi serbest kalacak. Ne acıdır ki, muhalefet partilerinden bile bu tasarıya karşı çıkan henüz yok. Yasa tasarısı kamuoyu ile paylaşılmadan, büyük bir gizlilik içinde, derin manevralarla yasalaştırılmak isteniyor.
Genleri değiştirilmiş tohum nedir?
Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara “genetiği değiştirilmiş organizma (GDO)” diyoruz.
Gen aktarımı kendi türü dışından gerçekleştirilmiş ise bu canlıya “transgenik” diyoruz.
Ancak tüm bu tabirler tüketicide tedirginlik oluşturduğundan sermaye daha sevimli bir hitap şekli buldu: “Biyoteknoloji ürünleri”!
Bilim doğanın yapmadığı şeyi yapmaya ve farklı türler arasında aktarımlar gerçekleştirmeye başladı. Asıl sorun, doğaya ve insan sağlığına etkilerini yeterince araştırmadan bunları doğaya saldı ve tüketime sundu.
Avrupa Birliği genleri değiştirilmiş tohumları reddediyor
Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, Biyogüvenlik Kanun tasarısında önerilen sistemin AB sistemi ile benzerlik göstereceğini ifade etti.
Oysa AB ülkeleri, insana ve çevreye verdiği zararlar nedeniyle 1998-2004 yılları arasında hiçbir genetiği değiştirilmiş ürünün ithaline onay vermedi. Bu nedenle ABD, Avrupa ülkelerini Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’ne şikâyet etti. ABD diplomatlarının ve DTÖ’nün çeşitli dayatmaları ile AB 2005 yılında 11 çeşit GDO’lu tohumun ekilmesine razı oldu. Fransa, Almanya, Portekiz ve Çek Cumhuriyeti küçük alanlarda ticari ekime başladılar.
Bugün ise sadece 6 Avrupa ülkesinde, yalnızca bir çeşit mısırın (MON 810 kod numaralı mısır) ekilmesine izin veriliyor. O da sadece “hayvan yemi” olarak kullanılabiliyor. Son 4 yılda AB ülkelerinde GDO ekim alanları %35 küçülmüş durumda.
AB sınırlarına ancak 7-8 çeşit GDO’lu hammadde girebiliyor. Endüstriyel gıda ürünlerinin içeriğinde en fazla binde 9 oranında GDO’lu hammadde bulunabiliyor. Bu da ürün etiketinde belirtilmek zorunda. AB halkının %71’i GDO’lu gıdalar tüketmek istemiyor.
Fransa, çevre ve insan sağlığı konusunda yeterli araştırma bulunmaması nedeniyle GDO mısır çeşidinin ulusal sınırları içinde ekilmesini 2008 yılı içinde yasakladı.
Almanya 2009 yılında, hayvanlarına dahi yedirmek istemediği için topraklarında GDO tohum ekilemeyeceği kararını aldı. GDO tohum üreticisi Monsanto ise, Alman hükümetine dava açtı.
GDO ile genetik kıyamet
Genetik müdahaleye maruz kalmış tohumların uzun vadede sebep olacağı değişiklikler “genetik kıyamet” olarak yorumlanıyor:
GDO tohum ekilmiş toprak üzerinde uzun yıllar başka hiçbir ürün yetişmiyor.
GDO tohum, kendisinden başka bitkilerin yaşama şansını azaltıyor; kendisini yiyen böcek, kuş gibi canlıların hayatını tehlikeye sokuyor.
GDO tohumların polenleri rüzgâr ve arılarla kilometrelerce genişliğinde bir alana yayılabiliyorlar. Doğal tohumlar bu polenlerle döllenerek kontamine olabiliyor. Örneğin mısırın gen merkezi Latin Amerika’da GDO mısır ekiliyor. Meksika’da, en ücra dağ köylerindeki yerli mısır tohumlarının bile genlerinde değişiklik olduğu saptandı.
Anadolu birçok bitkinin, baklagil türünün ve buğdayın gen merkezi konumunda. Burada ekilecek bu türlerin akrabası bir GDO tohum binlerce yıllık genetik mirasımızı yok edebilir.
Çiftçi GDO tohumdan bir sonraki sene için “tohumluk” ayıramaz. Her sene yüksek fiyatlı GDO tohum satın almak zorunda kalır. Küçük çiftçilerin yıllarca sürecek bu sisteme dayanamayacakları ve iflas edecekleri tahmin edilmektedir. Bu şekilde GDO pamuk eken Hintli küçük çiftçilerden çoğu iflas etti. Aralarından canlarına kıyanlar oldu.
Tohum piyasası birkaç şirketin elinde olacak ve dünya nüfusunu istedikleri gibi yönlendirebileceklerdir. Ekonomik olarak “dışa bağımlı” olmamız söz konusudur.
Kimi GDO tohumların insanlarda alerjiye sebep olduğu biliniyor. Fareler üzerinde yapılan araştırmalar kanserojen etkisinin olduğunu ve fareleri kısırlaştırdığını gösterdi.
Sindirim sisteminde tam olarak sindirilmeden dolaşım sistemine geçerek kan hücreleri aracılığı ile normal genoma katılabilen yabancı DNA parçalarının da hastalıklarda etkili olma ihtimali söz konusudur.
Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek GDO tohumların bebek mamalarında kullanılmayacağını söyleyerek haklılığımızı teyit ediyor. Bebeklere zarar veren tohum, onu emziren anneye zarar vermeyecek midir?
William Engdahl’a göre bu tohumlar “istenmeyen ırkları kısırlaştırma” planının bir parçası.
Allah’ın yarattığı canlılara bir müdahale söz konusu olduğu için bu tohumlara şeytani vasıflar da yakıştırılmaktadır.
Bir lobi bu tohumları Türkiye’ye sokmak istiyor
Bir lobi, Türkiye’de bu tohumların yasallaşması için büyük gayret gösteriyor. Biyoteknoloji şirketlerinin finansmanıyla konuşan kimi bilim adamları GDO tohumların dünyada açlığa çare olduğunu; daha az tarım ilacı kullanıldığını, daha fazla verim alındığını iddia ediyorlar.
Gerçekler ise bambaşka. Bu ürünler 1996 yılından beri ticari olarak yaygın fakat aç insan sayısı gittikçe artıyor. GDO soyada yüzde 9 daha düşük verim alınıyor. ABD, GDO’lu tarımda daha fazla tarım ilacı kullanıyor.
Bağımsız bilim insanları ise GDO’lu ürünlerin zararlı olduğunu ve insanlığı bir felakete sürükleyeceğini ifade ediyorlar. Prof. Ignacio Chapela, Prof. Dr. Şeminur Topal gibi bilim insanları yaptıkları açıklamalarla işlerinden, araştırma laboratuarlarından oluyorlar.
Bu lobi, tonlarca GDO mısırı ve soya fasulyesini ülkemize sokuyor. Mısır 700, soya ise 900 çeşit gıda maddesi (şekerleme, asitli içecek, çocuk maması, sebze püresi, cips, bisküvi, çikolata, vb.) içinde kullanılır. Gıda ürünleri için ithal edilen hammaddeler Türkiye sınırlarında hiçbir denetime tabi tutulmuyor.
Gene aynı lobinin marifetiyle 1998-2000 yılları arasında GDO’lu ürünlerin Çukurova ve Nazilli’de deneme ekimleri yapıldı.
Tasarının hazırlık süreci ile ilgili toplantılara GDO’lu ürünleri reddeden tüketici temsilcileri davet bile edilmezken, ABD’li Monsanto’nun yetkilileri, toplantılara resmi davetli olarak katılmış. Hatta Tarım Bakanlığı’nın test çalışmalarında Monsanto, Pioneer ve Deltapine isimli yabancı tohum firmaları da yer almış.
GDO tohum, sadece kendisini üretenlere (Monsanto, Cargill, Hazera, Pioneer, SQM, KWS, AMC/AGRIMATCO, Fritolay, Limagrain, Golden Westseeds, Syngenta) hizmet ediyor.
Anayasa Mahkemesi de “zararlı” dedi
Anayasa Mahkemesi de genleri değiştirilmiş yiyeceklere karşı. Yüksek Mahkeme, 5179 Sayılı Gıda Kanunu'nun bazı maddelerini iptal gerekçesinde GDO’lu gıdaların insan sağlığına zararlarını şu şekilde ifade etti:
“Günümüzde gıdaların doğallığını yitirmiş olduğu bir gerçektir. Gıda üretiminde yaklaşık 6 bin çeşit kimyasal ve diğer maddeler kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca genetik modifiye gıdalardan söz edilmektedir. Bunlar sağlık açısından insanlarda kanser, hipertansiyon, osteoporoz, dolaşım ve sindirim bozuklukları hastalığı anlamına gelmektedir. Ayrıca zoonoz ve diğer bir çok hastalık, gıdalar vasıtasıyla sindirim yoluyla insanlara bulaşmaktadır.
Ülkemizde yapılan bir bilimsel araştırma, ölümlerin yüzde 11’inin kanserden ileri geldiğini ortaya koymuştur. Bu yüzde 11’in önemli diliminin ise, gıda kaynaklı olduğu düşünülmektedir.”
Biyogüvenlik Yasası GDO’yu yasaklamalı
Biyogüvenlik Yasası acilen çıkmalı. GDO tohumların ülkemize ithalini, ekilmesini, tüketilmesini yasaklayan bir yasa olarak çıkmalı.
Atalarımızın yediği doğal ve temiz gıdalarla beslenmek hepimizin hakkıdır. Topraklarımızın, bitki çeşitliliğimizin, hayvanlarımızın, bebeklerimizin bu tohumlarla kirlenmesini istemiyoruz!
Ayrıntılı bilgi için:
William Engdahl: Ölüm Tohumları
Mebruke Bayram: Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar
http://gidahareketi.org/
http://gdohp.blogspot.com/

27 Haziran 2009 Cumartesi

EKOLOJİK PAZAR BUGÜN TAM ÜÇ YAŞINDA







Sağlık depomuz ekolojik pazar onca zorluğa rağmen üç yaşında.Başta Buğday Derneği olmak üzere emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.Evvelki yaz domatesin üzerinde fıstık yeşili tombik vücudu ve kara kara gözleri ile bana işte doğallık bu dedirten sevimli maceraperest minik tıtıl da dahil olmak üzere doğanın ayrılamaz bir parçası olduğunun bilincindeki her varlığa selam ola...Uğur böcekleri sevgiyle hep uçussun etrafımızda....

Dün gece hepimiz tüylerimiz diken diken izledik Ayşe Özgün'ün programını.Ellerine sağlık konuyu ve taraflarını bir araya getirmiş.Ama tohumlar konusunda bu kadar halkı yanıltıcı bilgi ulusal bir kanalda bu kadar fütürsuzca verilebilir mi!Dezenformasyonun ayyuka çıktığı anlardı.Halkı yanıltmak ve yalan beyanda bulunmaktan Kömeağaç beyfendimize dava açabilir miyiz bizim hukuk kanadında bir araştıracağım.

Tüm yiyecekleri tükettiklerinde para mı yiyecekler!Para yemek nasıl olur biraz araştırmak lazım!!!Tabi onu basacak kağıdın ana maddesi ağaç dahi kalmayacak ya!

Sevgili Prof. Saraçoğlu ise bunca yalan karşısında tüm nezaketi ile en sonunda sustu!Bu kakafoniye alet olmamak ağırbaşlı bilimadamı kişiliğinin bir yansıması idi.Mevlana'nın çok sevdiğim bilindik bir sözünü burada da sizlerle tekrar paylaşmak isterim.


Kör cehalet çirkefleştirir insanı,

Suskunluğum asaletimdendir...

Her lafa verecek bir cevabım var...

Lakin bir lafa bakarım laf mı diye,

Bir de söyleyene bakarım adam mı diye...


Eğer laf gibi laf dinlemek,doğru bilgilere ulaşmak istiyorsanız bu gece Aykırı Soruları kaçırmayın.SKY Türk'de saat 23.15 de Gökhan Günaydın,Abdullah Aysu,Kenan Demirkol ve Barış Baykan canlı yayında olacaklar.Elbette konumuz biogüvenlik yasası,GDO...Para hırsından uzak işini gerçekten çok iyi yapan iyi kalpli insanları bu ekranlar karşısında görmek herzaman kolay olmuyor.


TOHUM KUTSALDIR LÜTFEN TÜM TOHUMLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM.


UNUTMAYIN NE EKERSEN ONU BİÇERSİN!


Sevgiyle kalın

Yeşim Güriş



Ekolojik pazar 3 yaşında!

Türkiye’nin ilk ekolojik pazarı olan Şişli %100 Ekolojik Pazar, kuruluşunun üçüncü yılını, 27 Haziran Cumartesi günü konserler, dans gösterisi, yarışma ve oyunlarla dolu bir şenlikle kutlayacak.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından, Şişli Belediyesi ortaklığıyla kurulan ve denetlenen pazarın geçtiğimiz üç yıl içinde giderek güçlenerek büyümesi, Türkiye’de ekolojik tarımın gelişmesi açısından umut vaad ediyor.Bomonti’de kurulan %100 Ekolojik Ekolojik Pazar 3. yaşını, doğaya ve sağlığına özen gösteren dostlarıyla birlikte, tam bir şenlik havasında kutlayacak. 27 Haziran’da, Ekolojik Pazar’da konserler verilecek, dans gösterileri yapılacak, bez torba yarışması ve doğal oyuncaklarla oyun atölyesi gerçekleştirilecek.%100 Ekolojik Pazar’ın 3. yıl kutlamalarında Grup Bulutsuzluk Özlemi’nden Nejat Yavaşoğulları bir resital verecek ve Ebru Ayarcı yönetiminde Algo-Ritmo Perküsyon Grubu performans sergileyecek. Ayşe Uçar’ın dans gösterisi ile katılacağı şenlikte, Slow Food Gençlik Gıda Hareketi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden “Hayatı Poşetleme!” Grubu, doğaya zarar veren naylon torba ve kesekağıdı kullanımını azaltmak amacıyla Bez Torba Dikme Atölyesi de gerçekleştirilecek. Atölyeden sonra yapılacak “En Güzel Bez Torba” yarışmasında en pratik ve en yaratıcı bez torba seçilerek ekolojik pazardan bir şişe organik zeytinyağı ile ödüllendirilecek.%100 Ekolojik Pazar 3. Yıl Şenlik Programı10.30 Açılış Ayşe Uçar dans gösterisi11.00 %100 Ekolojik Pazar 3. Yıl konuşmaları Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül Buğday Derneği YK Başkanı Victor Ananias12.00 Nejat Yavaşoğulları resitali12.45 Ebru Ayarcı yönetiminde Algo-Ritmo Perküsyon Grubu13.30 Bez Torba Yarışması ve Ödül TöreniŞenlikte gerçekleştirilecek atölyeler9.30-12.00 “Gel Oyna” atölyesi Topaçların renkli dünyası, topaç çevirme marifetleri, topaç yapma, boyama; akıl- sabır oyunları; balmumu ile neler yapabiliriz, kağıt katlama ve tabii origami ve daha pek çoknyaratıcı oyun...11.00-13.00 “Bez Torba” atölyesiHayatı Poşetleme Grubu, plastik poşet tüketim cılgınlıgına “dur” diyor ve eski t-shirtlerden, kullanılamayan kumaşlardan yaratıcı bez torbalar yapmaya ve doğa için bir şey yapmaya davet ediyor. Kurulduğu 2006’dan bugüne ürün çeşitliliği ve kalitesini arttıran Şişli %100 Ekolojik Pazar’da mevsimin tüm taze sebze ve meyvelerinin yanı sıra kozmetikten deterjana, etten tereyağına, diş macunundan tekstil ürünlerine, şalgam suyundan şaraba, pekmezli fındık ezmesinden hurmaya çok geniş bir ürün yelpazesi bulmak mümkün. Tezgah sahibi katılımcı sayısı 50’nin, kullanılan tezgah sayısı 200’ün üzerine çıkmış durumda. Pazarda ekolojinin çeşitli dallarında uzmanlaşmış kişilerle söyleşiler yapılarak müşterilerin sadece midesi değil, ruhu ve aklı da besleniyor. Gelecek nesillere sağlıklı tohumlar, verimli tarım alanları ve temiz su kaynakları bırakma niteliği de taşıyan organik tarım ve ürünleri, Ekolojik Pazar sayesinde tüketiciyle buluşuyor. Buğday Derneği öncülüğü ve kontrolünde, Antalya ve Samsun’da da açılan ekolojik pazarların Türkiye için birer model oluşturarak yaygınlaşması bekleniyor. Şenlik, her Cumartesi %100 Ekolojik Pazar’ın kurulduğu yerde, İstanbul Şişli Bomonti’de Bomonti Caddesi, Lala Şahin Sokak’ta (eski Tekel bira fabrikasının alt sokağı) gerçekleşecek.


PLASTİK VE GIDA İÇİÇE OLABİLİR Mİ?
















Bu sabah keyfim tekrar yerine geldi.Pembiş kızların klasik sabah teftişinde iki yeni bebişin daha aramıza katıldığını sevinçle farkettim!Şu an beş çocuklu doğurgan fidem bir altıncıya karar vermiş!Bu devirde iyi cesaret!!Tabi çok sevindim bıcırı görünce ama biraz da içim buruldu.Neden diğerlerinde hep,erken güz,çiçekler durmadan dökülüyor diye...Koltuk alarak yavaş yavaş en geç gelişen fideme vardım.Boyu diğerlerinin yarısı ve öyle ufak ki koltuk bile almaya çekiniyorum.Tam yaprak,böcek kontrolü yaparken minicik çiçeklerinin arasından yeşil bir aydedenin bana keyifle gülümsediğini gördüğümde hafif bir şok dahi geçirdim!Maymun nasıl da o bidik boyu ile diğer sekiz arasında ilk meyve vermenin gururunu yaşıyordu.Sanırım dünkü serzenişimi ciddiye alanlar oldu aralarında.Stres faktörünün ne kadar önemli olduğunun bilincindeyim.Mümkün olduğunca da pozitif güzel gözlerle bakıyorum herbirine.Geçen sene yetiştiricinin çiçek dökme durumunda kendisi strese girip,fideleri de olumsuz etkilediğini tartışmıştık PDA'da.Buna çok dikkat etmek gerekiyor.FSD'de Toprağa Saygılı Tarım konusunu araştırırken harika bir yaklaşımla karşılaştım.Bunu sizinle paylaşmak isterim.
Amaç toprağı sağlıklı tutmak.Sağlıklı toprak zaten hastalık ta üretmiyor.Boşuna mı bu kadar çok üyemiz her sene en temiz toprağın ve gübrenin peşinde koşturuyor.Bu pembe sevdası başka bir sevda.Çekmeyen bilmez değil mi dostlar?
Alt tarafı toplasan 10 tane çiçek var yaseminin üzerinde ama sanki heryer yasemin.Koku halisünasyonu gördüğümü sanmama ramak kaldı :)

Bizim Ferhunde tam bir atom karınca.Herşeyi en dibine kadar sorgular.Bu plastiklerle ilgili yazısını paylaşmazsam içim rahat etmeyecek.Belki hala konudan habersiz olanlarımız vardır.Özellikle biberon seçiminde çok ama çok dikkat lütfen!Ne diyeyim Fer'cim yine ellerine sağlık,iyi ki varsın dostum.
Sevgiyle kalın.
Yeşim Güriş


Mark Ritchie, Amerikan ciftcisinin Paul Revere'i olarak taninir. 1980lerin ortalarindan gunumuze kadar kuvvetli NGO destegi de alarak Amerikan ciftcisinin globalizasyona ve sirketlesmeye karsi direnisini orgutlemis olan Institute for Agriculture and Trade Policy nin kurucusudur.Basarili bir direnisin sokaklarda varlik gostermek kadar, hatta daha da fazla nasil masa basinda yapildiginin muhtesem bir ornegidir.
Asagidaki yazi bu organizasyonun sayfasi olan iatp.org dan alinti ve ceviridir.
Isinize yaramasi dilegi ile...
Fer

EBEVEYNLER VE COCUKLAR ICIN PLASTIGIN GIDADA DAHA SAGLIKLI KULLANIMI
Plastic gida ve iceceklerin paketlenmesinde ve saklanmasinda kacinilamayacak yayginlikta kullanilmakta. Tek kullanimlik ve tekrar kullanimlik kutular, plastik ambalaj ortuleri, catal bicak takimlari, su siseleri ve biberonlar. Plastik kullanisli, hafif, kirilmaz ve nisbeten daha ucuzdur. Ancak boylesi yaygin kullaniminda hem cevre hem de saglik riskleri olusmaktadir.
Cevre Sorunlari: Bir cok plastik urun petrol turevidircogunlukla ithal ve yenilenemeyen kaynaklardan elde edilmektedir. Plastik ambalajlama da luzumsuz atikda surekli artis yaratmaktadir. Plastik urunler hafif olmasina karsin hacimli olduklari icin atiklarini biriktirmek icin buyuk arazi kullanimi gerekmektedir.
Saglik Sorunlari: Yiyecek saklama ve pisirme sureclerinde kullanilan plastikler saglik riski tasiyabilimektedir. Ozellikle yiyecek ve iceceklere bazi plastik cesitlerinin hormon engelleyici kimyasal sizdirmasi sorununa dikkat edilmelidir. PLastik imalati ve atik yakimi hava ve su kirliligine ayrica bu islemlerde calisan iscilerin dogrudan toksik kimyasallara maruz kalmalarına da neden olmaktadir.
******************Plastik kimyasallari ile etkilesimi azaltmak icin daha az kirlilige neden olan urunler kullanin******************
Plastik etiket anlamları:Tum plastik urunler etiketli degildir. Ayrica etiketi olan tum plastik urunlerin de geri donustulur oldugu soylenemez. Genel olarak no 1 ve 2 geri donusturulebilir.
No 1 PETE : Ployethylene terephthalate ethylene, alkolsuz icecekler, meyva sulari, su ve deterjan sisesi olarak kullanilmaktadir.
No 2 HDPE : High density polyethylene, seffaf olmayan sut / ayran / kefir siseleri, su, agartici, deterjan ve sampuan siseleri.
No 3 PVC ya da V : Polyvinyl chloride, kling ya da seffaf strec denilen yiyecek ortusu, sikmali siseler, likit yag siseleri, deterjan ve camsil siseleri.
No 4 LDPE : Low density polyethylene, market posetleri, plastik ortulerin cogu ve bazi siseler.
No 5 PP : Polypropylene, yemek saklama kaplari, surup ve yogurt kaplari, plastik bardaklar ve sertlestirilmis plastik kutular- biberonlar da dahil olmak uzere.
No 6 PS : Polystyrene, styrofoam yemek tepsi ve tabaklari, yumurta kartonlari, tek kullanimlik kase ve fincanlar, hazir yemek kutulari ve mat plastik catal bicak takimlari.
No 7 Other : Gene olarak polycarbonatelar, plastik bebek biberonlari, 19 lt lik su siseleri, sporcu suyu siseleri, konserve kutularina yapilan plastik astarlama, seffaf plastik bardaklar ve bazi seffaf plastik catal - bicaklar. Bio temelli yeni plastiklerin bazilari da bu bolumde yer almaktadir.
******************PVC: Zehirli plastik Polyvinyl chloride, ya da bilinen diger isimleri ile PVC ya da vinil hem insan sagligi hem de cevre riskleri icerir. Ayrca PVC geri kazanimi en zor plastiktir.* Vinyl chloride iscileri surekli artan karaciger kanseri riski ile karsi karsiyadir.* Vinyl chloride uretimi yogun hava ve su kirliligine neden olur.* PVC uretimi katki ve stabilizor maddeler gerektirir. Ornegin dayaniklilik arttirmak icin genelde kursun, esneklik artimi icin ise plastiklestiriciler kullanilir. Bu zehirli katkilar ise ilave kirlilige sebep olur.* PVC uretiminde ortaya cikan ve havaya karisan; pvc yakimi sirasinda havaya karisan; atik pvclerin kirsalda yayiliminin otlayan hayvanlarlarca ozumsenmesi ve et/sut tuketimi ile insana gecen dioxin ise bilinen bir kanserojendir.Dioxine dusuk dozda maruz kalan bunyelerde dogurganlik azalmasi, cocuklarda ogrenme ve davranis bozukluklari, bagisiklik sistemi baskilanmasi vucuttaki hormon dolasiminin aksamasi gozlenmektedir.
PLASTIGIN GIDA SEKTORUNDE KULLANIMINA DAIR SAGLIK KAYGILARIPlastigin imalatinda sayisiz petrol temelli kimyasal kullanilir. Bazilari yiyecek / iceceklere gecisebilir ve muhtemelen insan sagligini etkiler. Plastigin eski olmasi, uzerinde cizik olmasi veya isitilmasi ozellikle kati ya da sivi yag iceren gidalar tasiyorsa geciskenligi arttirabilir. Zehirli kimyasallarin sizmasina izin veren plastikler polycarbonatelar, PVC ve styrene dir. Bu diger plastik turlerinin tamamen emniyetli oldugunu gostermez. Sadece bu plastik turleri uzerinde daha fazla arastirma mevcuttur.
No 7 - Estrogeni taklit edebilen bir kimyasal olan Bisphenol A (BPA) polycarbonate plastiklerden sizma yapar. BPA e maruz kalmis insan sayisi cok yuksektir. Bir hastalik kontrol merkezinin calismasina gore deneklerinin %95 inin idrarinda BPA e rastlanmistir. Bilimadamlari hamilelerin kanlarinda, anne karnindaki cocuklarin kordonunda ve plazentasinda BPA tesbit etmislerdir. Ayni deneylerin hayvanlar uzerinde yapilanlarinda da BPA benzer olcude tesbit edilmistir.
Belirli kanserleri tetikleyen hormonlar - Bisphenol A nin prostat kanseri hucrelerini hareketlendirdigi gozlemlenmistir. Ayrica hem farelerde hem de insanlardaki erken donem kanser hucrelerine benzer sekilde farelerde gogus dokusu hucrelerinde degisiklik yaptigi da kayıtlara gecmistir. Bir calisma yumurtalik fonksiyonlarindaki aksama ile idrardaki yuksek BPA arasinda iliski bulmustur.
Erken yaslarda BPA ya maruz kalmanin genetik degisikliklere sebep oldugu kanitlanmistir. Fareler uzerinde yapilan deneylerde erken yaslarda duzuk seviyelerde BPA maruz kalmanin kromozom hatalarina ve ilerleyen zamanda dusuklere ve hatali dogumlara sebep oldugu belirlenmistir. Insan arastirmalarinda bir deneyde digerlerine gore daha fazla dusuk yapan kadinlarin idrarinda yapmayanlara gore 3 misli daha fazla BPA saptanmistir.
Yayinlanan 115 hayvan arastirmasindan %81 i dusuk dozda BPA e maruz kalmanin dahi cok bariz sonuclari oldugunu tesbit etmistir. Plastik endustrisince kaynagi saglanan 11 arastirmada etkileri gosteren sonuc cikmazken devlet kaynakli %90in uzerindeki diger calismalarda bariz etkilesim tesbit edilmistir. Yan etkiler sunlari icermektedir:* Erken ergenlik, disilerde sut bezlerinin gelisiminin tetiklenmesi* Cinsiyete ozgu hareketlerde degisiklikler* Hormonal degisiklikler - testosteronda azalma* Prostatda buyume* Sperm sayisinda azalma* Bagisiklik sisteminde direnc dususu* Hiperaktivite, saldirganlik ve ogrenme bozukluklarinda artis ve diger hareketlerde degisiklik.
No 3 - DEHA (di(2-ethylhexyl)adipate) gunluk yasamda karsilasilan bir cok yumusak plastiklestiriciden biridir. PVC kling/streç seffaf gida ortusunde olan DEHA sicak ve yagli yemegin uzerine ortuldugunde sizinti yapar. DEHA etkileri dalak, bobrek karaciger kemik gelisimi ve kilo alimiyla ilgilidir. Ayrica karaciger kanserinde de etkili oldugu tesbit edilmistir.
****************Fetusler ve erken yastaki cocuklar daha buyuk risk altindalar****************Cocuklarin bagisiklik sistemlerinin tam gelismemis olmasi, hizli gelismeleri ve surekli degisen yeme aliskanliklari onlari zehirlenmelere cok daha acik hale getirmektedir. Uzun sureli dusuk dozlu etkilesimler ya da kritik zamanlarda olabilecek bir kac kez ama yuksek dozlu etkilesimler cocuk sagliginda onune gecilemez sorunlar olusturabilir.
No 6 - Styrene polystyrene plastiklerden sizinti yapar. Uzun vadeli styrene etkisine maruz kalmis calisanlarin beyin ve sinir sistemlerinin zarara ugradigi gorulmustur. Bunun disinda hayvanlar uzerine yapilan calismalarda da kirmizi kan hucrelerinin, karaciger ve bobreklerin ayrica midenin de negatif olarak etkilendigi tesbit edilmistir. Yiyecek /icecek kutu ve saklama kaplarinin disinda cocuklar styrene sigara dumanindan, egsoz dumanindan, kullanilmis yalitim malzemelerinin zaman icindeki buharlasmasindan ve icme suyundan da maruz kalabilirler.
****************Yemekle temas eden plastigin daha emniyetli ve sürdürülebilir kullanima dair ipuclari****************1. Mikrodalga firinlarda plastik kullanimindan kacininKimyasallar plastikten isinma esnasinda ayrildiklari icin mikrodalgada yiyecek ve icecekleri plastik kap icerisinde isitmayin. Bunun yerine metalik boya icermeyen cam ya da seramik kullanabilirsiniz. Mutlaka kullanmaniz gerekiyorsa "mikrodalgada kullanilabilir" ibaresi tasiyan plastikleri kullanin. Ancak bu ibare yiyecege kimyasal sizinti olmayacagini garanti etmemektedir, bunu unutmamak gerek. Plastik kutuda yagli yiyecekleri isitmamaya ozellikle dikkat edin. Kimyasal sizinti en yuksek oranda yagli ortamda gerceklesmektedir.2. Kling ortu (seffaf strec)yu mikrodalgada kullanmaktan ozellikle kacininBunun yerine yagli kagit ya da kagit havlu kullanin. Plastik ortucu kullanmak zorundaysaniz gidaya degmesine engel olun. Kling e sarili disardan alinmis yiyecekleri mikrodalgada isitmadan once klingi cikartip icinde pvc olmayan bir ortuyle ortun ya da daha iyisi bir baska kaba gecirin.3. Mumkun olan her sefer alternatif paketleme / kutulama secenekleri olusturun / kullaninYerel gida kooperatifinizde (insallah) cok kullanimlik kaplar tercih edin. Restaurantlardan yemek alirken kendi tasima kaplarinizi kullanin. Manav alisverininizi cok kullanimlik kendi torbanizla yapin.Yiyeceklerinizde sadece 4, 5, 1 ve 2 numarali etiketli plastikleri kullanin. Digerlerini KULLANMAYIN. Yeni Bio temelli plastikler de 7 numara ile etiketlenmektedir. Bunlari ayrimsiyabilirseniz kullanabilirsiniz.4. Bulundugunuz yerdeki su kaynaklarinin kalitesinden suphede degilseniz ya da o an yolculuk yapmiyorsaniz plastik siseli icme suyu kullanmayin. Musluk suyuna dair kanun ve yonetmelikler cok daha baglayicidir ve denetleme sistemi daha kuvvetlidir. Ayrica sise suyundan ucuzdur. Muslugunuza su filtresi takarak icme suyu elde etme yontemini deneyin. Plastik su sislerinin kullanimindan vaz gecmek plastikten sizan kimyasala maruz kalmamizi buyuk olcude azalticagi gibi yaygin plastik atik birikiminde de hafifleme yaratacaktir. Plastik sise kullanmaniz cok gerekli ise yeni dogada cozulen bio temelli gida plastigi uretimi olan sislerden kullanabilirsiniz.5. Plastik sise kullanmaniz gerektigi kosullarda dikkatli olun. Polycarbonate su siselerinden kullaniyorsaniz, eski ve cizilmis siseleri kullanmayin, sizintiyi mumkun oldugunca onlemek adina sisenizin icine sicak ya da ilik icicek koymayin. Numara 1 ve 2 etiketli su siseleri tek kullanimliktir. Tum plastik cesitlerinde bakteriyel olusumu engellemek icin gunluk yikama onerilir. Ancak plastigin yuzeyini bozacak ve kimyasal sizintiyi arttiracak sert deterjanlar kullanmaktan kacinin.
****************Yesil Kimya - Biyo temelli plastiklerBiyo temelli plastigin ortaya cikisi petrol temelli hali hazirda uretilen plastigin kullanimi ve yok edilisi hakkindaki bir cok kayginin giderilmesi icin bir potansiyel yaratmis durumda. Biyo-plastik her ne kadar tum urun ozelliklerini karsilamiyorsa da simdiden gida endustrisinde kullanilmaya basladi. Ornegin polylaktik asit ureticisi (PLA) Natureworks'un urettigi bu biyo plastigin temeli misir (bilin bakalim hangi misir). Natureworks misir temelli plastikten saklama kaplarindan catal bicaga kadar bir cok plastik urun imal ediyor. Earthshell ise patates, misir, pirinc ve tapyokandan gida paketlemesinde, tabak, canak ve eve servis yapilan yiyecek tasimasinda kullanilan lamine kopuk imal ediyor. Bu urunler biolojik cozulebilirlik ozelligi tasiyorlar ve belediye gubre tesislerinde degerlendiriliyor.****************
BiberonlarPolycarbonate plastik biberonlarin ve bebek bardaklarinin yerine alternatif kullanin. BPA sizintisinin nelere yol actigini ogrendikten sonra bir cok bebek biberon ve yudumlu su kaplarinin polycarbonatedan yapildigini ogrenmek sizleri sasirtabilir. Elbette bunlarin alternatifleri mevcut. Camdan, polyethylene ve polypropyleneden ve sut rengi polycarbonate icermeyen yumusak plastikten yapilmis biberon ve su bardaklari var.Genelde biberonlarda plastik numarasi etiketi yoktur. Hangi tur plastigin kullanildigini ogrenmek icin uretici ile temasa gecebilirsiniz (?)Polycarbonate biberonlari BPA sizintisini minimize edicek sekilde kullanin. Eger muhakkak polycarbonate biberon kullanmak zorunda iseniz, bebeginiz baska biberon kabul etmiyorsa o zaman su noktalara dikkat edin:* Eski ve cizilmis polycarbonate biberonlari ve yudumlu su bardaklarini atin. Yuzeyi zedelenmis ve matlasmis plastik sizinti yapmaya daha yatkindir. Ayrica cizikler bakteriler icin ortam olusturular.* Bebeginizin yiyecegini biberonun disinda isitin ve yeterli sogukluga eristikten sonra biberona koyup bebeginize verin.
Biberonlar ve bebek bardaklari hakkindaKullanilmasi tavsiye edilmeyen markalar:Biberonlar: Avent, Dr. Brown's, Evenflo(seffaf), First Years, Playtex Vent Aire, Sassy, TupperCareBardaklar: Gerber Suzy's Zoo & Sippy Snacker; Gerber Soft StarterDaha emin alternatifler:Polycarbonate olmayan ornekler,Biberonlar: Evenflo cam ya da pastel polyethylene plastic, Gerber polyproplene opaque plastic, Medela annesutu polyproplene saklama biberonu ve torbalari polyethylene plastik ilave ile kullanilan tek kullanimlik biberonlar (Playtex Nurser, Playtex Drop-Ins)Polypropylene veya polyethyleneden yapilmis bardaklar: Avent Magic Cup; Evenflo cup (ici kaplamali)First Years Take &Toss, Gerber Color Change, Sport Fun Grip, Playtex Sipster, Big Sipster & Quick Straw
Biberon Emzigi genelde kaucuk lateks ya da silikondan yapilir.Silikon emzikler daha acik renkli ve daha guvenlidir. Kaucuk lateks emzikler kanserojen nitrosamines sizintisi yapabilir.





26 Haziran 2009 Cuma

BASIN DUYURUSU GDO

— BASINA ÇAĞRI —

Çocuklarımıza Sağlıklı Bir Gelecek İçin

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLERE HAYIR!

27 Haziran 2009

Türkiye’ye 1998 yılından bu yana, her yıl, milyonlarca ton genetiği değiştirilmiş mısır, soya ve pamuk giriyor. Bunların işlenmesiyle oluşturulan 700’den fazla gıda maddesi, tüketici sofrasına ulaşıyor. Bebeklerimiz, çocuklarımız, yetişkinler; kısacası tüm toplum, kaçınılmaz bir biçimde genetiği değiştirilmiş hammaddelerden üretilen gıda ürünlerini tüketme durumunda bırakılıyor.
Kimi çevreler bu kirli ticaretten büyük rantlar elde ederken, şimdi sıra genetiği değiştirilmiş tohumları ülkemiz topraklarına ekmeye geldi.
Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) içeren ürünlerin ekimine, ithaline ve tüketilmesine düzenleme getirme iddiası taşıyan Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı Başbakanlığa sunulmuştur. Getirdiği bağımlı kurumlar aracılığıyla bu Taslağın, GDO’lu ürün ekim, ithal ve tüketimine meşru zemin sağlamayı amaç edindiği izlenimi edinilmektedir.
GDO’lu ürünlerin insan ve hayvan sağlığı, çevre, biyoçeşitlilik üzerine geri dönülmez zararları bulunmaktadır. Bunlardan öte, bir gen bankası niteliğindeki Türkiye’yi, tohum aracılığıyla sayıları beşi geçmeyen çokuluslu şirketlere mahkûm ederek, tarım sektörü ve üreticimizin dışa bağımlılığını daha da pekiştirecek bir yönelim ortaya koymaktadır.
Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı ve GDO’ların insan sağlığı ve doğa üzerine etkileri, bu alanda dünya genelinde yapılan bilimsel çalışmalar ve Avrupa ülkelerinden gelen yasaklama kararları ve diğer önemli konularla ilgili olarak, 28 Haziran 2009 Pazar günü saat 11.00’de TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Toplantı Salonu’nda, GDO’ya Hayır Platformu Bileşenleri tarafından bir Basın Toplantısı yapılacaktır.
Basın Toplantısına, tüm yazılı ve görsel basın üyeleri davetlidir.
GDO’YA HAYIR PLATFORMU BİLEŞENLERİ
TARİH : 28 Haziran 2009, Pazar
SAAT : 11.00
YER : Ziraat Mühendisleri Odası, M. YÜCELER Toplantı Salonu
Karanfil Sok. 28/19, Kızılay / ANKARA (0312 444 1 966)
GDO’YA HAYIR PLATFORMU
28.6.2009 GÜNDEM TASLAĞI

Saat: 11.00
Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Hakkında
Basın Açıklaması

Saat:12.00 Öğle Yemeği

Saat: 13.00 GDOHP Bileşenleri Toplantısı

GÜNDEM:

1) Biyogüvenlik Yasası Meclis Gündemine Gelinceye kadar acil eylem planının oluşturulması
2) Basınla İlişkilerin Koordinasyonu
3) Yazılı ve görsel malzemelerin üretilmesi için sorumluluk paylaşılması
4) Platform Bileşenlerinin son dönem gelişmeler hakkında bilgilendirilmesi için bölge toplantılarının yapılması

BARBARA H. PETERSON









Monsanto vb. ile ilgili araştırırken çok hoş bir linke rastladım.


Bir yanda yıkanlar bir yanda yapmaya çalışanlar...




''Barbara H. Peterson is retired from the California Department of Corrections, where she worked as a Correctional Officer at Folsom Prison. She was one of the first females to work at the facility in this classification.
After retirement, she went to college online to obtain a Bachelor’s degree in Business, and graduated with honors. The most valuable thing she received from her time with UOP was a realization that her life’s passion is writing. Now her business degree sits in her desk drawer, and she counts herself in the category of Writer/Activist.
Barbara lives on a small ranch in Oregon where she raises geese, chickens, horses, Oggie Dog, a variety of cats, and an opinionated Macaw named Rita. This rural lifestyle is being threatened by a combination of increasing Federal regulations and corporate shenanigans such as NAIS and Monsanto’s invasive GMO technology designed to make it next to impossible to raise animals and organic food.
It is time to step up to the plate and fight or lose it all without a whimper. Choose to make a stand and fight. We can make a difference.''


Tabi bu arada BAT'yi ayrıca araştıracağım.İlerde belki de işimize yarayabilir.

Buradan da yararlı bilgiler çıkabilir.

Hala seyretmemiş dostlar için ''World According to Monsanto''

Ve tabi Meatrix

Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

ZORLA YEDİREN KİM?























Özge arkadaşımız uğraşıp çevirmiş ben de hemen paylaşayım dedim.Ellerine sağlık Özge'cim

Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş


22 Haziran tarihli bir New York Times yazısı görünce tercüme edip sizinle paylaşmak istedim:

Gıda Üreticileri Beynimizi Nasıl Esir Aldı?

TARA PARKER-POPE

Dr. David A. Kessler Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu'nun başındayken iki başkanla çalıştı, ABD Meclisi'ne ve tütüne karşı mücadele etti, fakat Harvard mezunu bir pediyatrist olan Kessler çikolatalı kurabiye karşısında tüm gücünü yitirdiğini gördü.
Dr. Kessler kendi kendine yaptığı bir deneyde yememeyi düşündüğü iki çikolatalı kurabiye satın alarak iradesini test etti. Evdeyken gözlerini kurabiyelerden alamıyordu, üstelik çikolata parçaları ve yumuşak hamurun hayali mutfaktan çıktığında bile yakasını bırakmıyordu. O da kurabiyeleri yemeyip kendini evden dışarı attı.Muzaffer hissederek bir kahve molası verdiğinde tezgahtaki kurabiyeleri görüp birini mideye indirdi.
Dr. Kessler düşündü: "Çikolatalı kurabiye üzerimde nasıl bu kadar güç sahibi olabilir ki? Buna yol açan kurabiyenin kendisi mi, yoksa kafamdaki kurabiye imgesi mi? Yıllarca bu sorunun cevabını bulmaya çalıştım."
Dr. Kessler'in bu arayışı heyecan verici yeni bir kitaba dönüştü:"TheEnd of Overeating: Taking Control of the Insatiable American Appetite" (Aşırı yemenin sonu: Doyumsuz Amerikan İştahını KontrolAltına Almak).
Gıda ve İlaç Kurumu'nda çalışırken Dr. KEssler etkili bir isimdi.Kurumun verimli çalışmasını sağlayıp ilaç onaylanma sürecinin hızlanmasına uğraşıyor, gıda paketlerindeki standart besin değeri etiketlerinin oluşum sürecini denetliyordu. Fakat kendisi en çok tütün sanayinin araştırılıp kanunlarda yönetilmesi konusundaki çabalarıyla tanınıyor. Sigara üreticilerinin ürünlerin bağımlılık yapıcı etkisini artırmak için nikotin içeriğini manipüle ettiğini iddia ediyor.
"The End of Overeating" adlı çalışmasında Dr. Kessler gıda endüstrisinde de benzer eğilimler olduğu sonucuna varıyor. Buna göregıda endüstrisinin yarattığı besinler beyin devrelerimize sızarak daha fazla yeme isteğini ortaya çıkarıyor.
Beynimizin uyarılmasında gıda malzemeleri tek başlarına yeterince güçlü değiller. Fakat yağı, şekeri ve tuzu sayısız yöntemle bir araya getirerek beynimizin ödüllendirme sistemine sızan gıda üreticileri,beynimizde yeme isteğini uyandırıp bizi tokken dahi sürekli daha fazla yemek istemeye iten bir döngü yarattılar.
Dr. Kessler üreticilerin kullandıkları bilimsel gücü iyice anlamadığını düşünüyor. Fakat gıda şirketleri insan davranışı, zevki,tercihleri ve arzularını kesinlikle iyi anlıyorlar. Yazar restoran ve üreticilerin malzemeleri nasıl manipüle edip "haz noktası" adını verdiği noktaya ulaşmakta kullandığını tarif de ediyor. Çok az veya fazla miktarda şeker, yağ veya tuz içeren gıdalar ya çok yavan ya da fazla kuvvetli bir tada sahip oluyorlar. Fakat gıda bilimciler yağ,şeker ve tuzdan en yüksek miktarda zevk aldığımız noktayı kesin biçimde belirlemek için çok çalışıyorlar.
Sonuçta da ortaya örneğin Chili's restoran gibi restoran zincirlerinin ürettiği "çok az çiğneme ve sindirim gerektiren hiper-lezzetli besinler" çıkıyor. Üstelik Dr.Kessler örneğin Snickers gibi çikolataların "mühendislik harikası" olduğunu söylüyor. Snickers'ı çiğnerken şeker çözünüyor, yağ eriyor ve karamel yer fıstığını öyle biçimde tutuyor ki tatların bütün lokmada bir araya geliş biçimi ağızda aynı anda büyük bir hazla duyumsanıyor.
Şeker ve yağdan zengin besinler gıda sahnesinde yeni ortaya çıktı.Fakat besinler günümüzde malzemelerin kombinasyonundan çok dahaf azlasını ifade ediyor. Besinler beyinde çok duyulu bir deneyim yaratan, pek çok farklı uyarıcı tatla yüklü karmaşık yaratımlara dönüşmüş durumda.
Fakat kitap gıda endüstrisini ifşa etmenin ötesinde kendimize dair keşifler içeriyor. "Benim asıl amacım insanlara beyinlerinde neler olup bittiğini nasıl açıklayabileceğimizi bulmak. Kimse insanlara beyinlerinin nasıl esir alındığını açıklamıyor."
Bir bestseller olan bu kitapta Dr.Kessler de aşırı yeme sorunuyla kendisi de mücadele ettiğini dürüstçe açıklıyor: "Kendim bir sorun yaşamasam insanların yemeye niye dayanamadığı sorusu ilgimi bu kadar çekmezdi. Pek çok defa kilo alıp verdim. Her beden kıyafete sahibim."
Kitap bir diyet kitabı olmasa da Dr. Kessler "gıda rehabilitasyonu"adını verdiği bölümü epey geniş tutarak bilimi aşırı yeme sorununakarşı bir araç olarak kullanmayı öneriyor. Yazara göre bu sayede besinleri farklı biçimde değerlendirip yeme alışkanlıklarımızı değiştirebiliriz.
Ana düşüncelerden biri aşırı yemenin iradesizlikten değil çevremizdeki gıda ortamının da aşırı uyarı yaratarak başa çıkılmasını iyice güçleştirdiği biyolojik bir zorluk. "Koşullandırılmış aşırı yeme"yapılan diyetlerle ağırlaşan kronik bir sorun aslında ve tedavi edilmektense kontrol altına alınması gerekiyor. Kontrolü arada sırada kaybetmek engellenemez olsa da Dr. Kessler aşırı yemeyi artıran davranışsal, bilişsel ve beslenmeye yönelik etkenleri hedef alan pek çok strateji öneriyor.
En önemli olan planlı, yapılandırılmış biçimde beslenmek ve kişiselolarak sizi tetikleyen gıdaları bilmek. Besin konusunda kendinizi eğitmek de lezzetli yiyecek algınızı değiştirebilir. Yazara göre tütünü şimdi nasıl mide bulandırıcı olarak görüyorsak büyük porsiyonlar ve işlenmiş gıdalarla ilgili benzer "algı kaymaları"yaratabiliriz. Dr. Kessler bunun için bir zamanlar severek biftek yiyenlerin vejetaryen olduklarında hayvansal proteinlerden tiksindiği örneğini veriyor.
Bu öneri çabuk bir çözüm ya da garanti içermiyor fakat Dr.Kessler kitabı yazarken kendini eğittiğini ve bunun ona yeme alışkanlıklarını kontrol etmekte yardım ettiğini söylüyor:
"Hayatımda ilk defa kilom nispeten istikrarlı seyrediyor. Tabii beni yorar, üzer, uçağıma da yedi saat geç bindirirseniz yine gider çikolatalı bisküvi yerim. Yerleşik devre yine ortaya çıkar."


kaynak:http://www.nytimes.com/2009/06/23/health/23well.html?_r=1












''İki çeşit kireç vardır.
1- Sönmüş kireç
2- Sönmemiş kireç.
Tarımda uygulanan kireç sönmüş kireçtir. Ticari adı Dolomit olarak geçer.Normalde bahçenizde sönmemiş kireci de tarım kireci olarak uygulayabilirsiniz ancak sönmemiş kireç, sönmüş kirece oranla yaklaşık %10 daha etkin özelliklere sahiptir. Suda erime oranı sönmemiş kirece oranla çok daha yüksek olduğu için toprak sönmüş kireçten daha optimal düzeyde yararlanır.Ayrıca Tarım Kireci (DOLOMİT) yaklaşık% 5-10 arasında yapısında magnezyum bulundurur.''
Bilgisine ulaşır ulaşmaz DOLOMİT mineralini pembe kızlarım için araştırmaya başladım.Kalsiyumun yanısıra Magnezyum da içermesi beni daha da heveslendirdi açıkçası.Çiçeklerin bu kadar hızla döklmesi,hem de Kapadokya tırmanışlarında önce sırtımda sonrada uçakta taşıdığım onca volkanik toprak ve ponzaya rağmen,canımı sıkıyor dersem yalan olmaz.Eh balkoncunun kaderi bu deyip boyun eğecek te değilim.Sabah dereotlu omletimi yerken yumurta kabuklarını da bir fidenin etrafına gömdüm ama aklım hala Dolomitte.Birkaç bağlantıyı okudum ama gruba mesaj atıp fikir almadan denemeyeceğim.Belki bunu kullanan vardır saksıda.Tarlada kullanılan miktarlar var ama balkon için iyi hesap etmem lazım eğer kullanacak olursam.O kadar sağlıklı görünen çiçeklerime acilen bir çözüm bulmam lazım.Allahtan yaseminim enfes kokusu ile tomur tomur rüzgarda salınıyor da moralimi bozmamaya çalışıyorum.Bir de su damlatan devir daim pompalı mini duvar havuzumu nihayet silikonladım da keyfim yerinde.Ne yaparsınız dostlar,su akar Yeşim bakar!
http://www.organikpazar.com/organik_tarim-30-1-25.htm

Bu da her domatesçinin ezbere bilmesi gereken mini bir kılavuz.Ben çok faydalanıyorum her seferinde.
BESİN EKSİKLİKLERİ TESBİT KILAVUZU - DOMATES
Mikrobesinler
Çinko:
Küçük ince ve sarı genç yaprak oluşumu
Yapraklarda mozayik benzeri sarı benekler
Boğum aralarında belirgin kısalma
Yetersiz çiçeklenme ve üretim oranı
Mangan:
Genç yaprakların ucunda ve kenarlarında kloroz ve sonrasında nekroz oluşumu
Damar aralarında kloroz
Bor:
Filizler ve ana yapraklarda ölüm
Küçük kıvırcık yapraklar
Dokularda kolay kırılma
Uç büyümesinin engellenmesi
Meyve ve çiçeklerde dökülme
Meyvede çiçeklere yakın kahverengi noktalar
Terminal yapraklar ve tomurcuklar da ölüm
Genç yapraklarda kırılganlaşma
Çiçekler ve meyvelerde düşme
Çiçek ucu yakınlarında meyvelerde kahverengi lekeler
Demir:
Yeni yapraklarda kloroz
Eksikliğin ileri dönemlerinde tüm yaprağın sararması
Molibden:
Yaşlı yapraklarda iç damarlarda kloroz
Çiçekler ve küçük meyvelerde dökülme
Bakır:
Genç yapraklarda damar çevresinde dışarı doğru şişkinlikler
Yaşlı yaprakçıkların kenarlarında kıvırcıklanma
Makrobesinler
Azot:
Bitkide yavaş büyüme
Alt yapraklarda açık yeşilden sarıya dönen kloroz sonrasında kuruma ve ölüm
Fosfor:
Yaşlı yaprakların alt kısımlarındaki dokularda morarma
Yapraklarda koyu yeşil renk oluşumu
Fide gelişiminde bodurlaşma
Gövdede incelme ve yavaş gelişim
Potasyum:
Alt yaprakların kenar ve uçlarında kloroz sonrasında dokularda ölüm
Yapraklarda aşağı doğru kıvrılma
Meyvelerin etli olmaması, olgunlaşmaması ve lekeli görünmesi
Magnezyum:
Alt ve yaşlı yapraklarda koyu yeşil renk oluşumu
Damarlarda koyu yeşil renk, damar aralarında sararma
Kalsiyum:
Çiçek ve küçük meyvelerde dökülme
Meyvede “Çiçek burnu çürüklüğü” olarak bilinen tipik bir belirti
Meyvelerde kuru ve çürümüş alanların oluşması
Belirti genelde çiçek burnunda görülse de bazen dışarıdan sağlıklı gibi görünen meyvaların iç dokusunda siyah lezyonlar oluşması
Çiçekler ve genç meyvelerde düşme
Çiçek ucunda çürüme
Kükürt:
Genç yapraklarda kükürt eksikliğindeki hassasiyete bağlı olarak açık yeşil yada sarı kloroz oluşumu
Resimleri için bağlantıya bir göz atabilirsiniz.
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

25 Haziran 2009 Perşembe

MİKRO BESİN AÇLIĞI MI ÇEKİYORSUNUZ?

Büyük bir ihtimalle sizin bundan haberiniz bile yok.Kimimiz depresyondayız sanıyoruz,kimimiz obezlikten kurtulamıyoruz.Aşağıdaki bilgiler eminim çok işinize yarayacaktır.Nihal Hanımın ellerine sağlık.
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş

İnsanlar nasıl kronik hastalık yiyor?
Demirkol’un mesleği cerrahlık olmasına rağmen, uzun yıllar beslenme üzerine yaptığı araştırmalar sonucu akıllı beslenmenin sırrını bulmuş. O bir “akıllı beslenme” uzmanı. İnsanları bıçak altına yatmaktan ve hasta olmaktan koruyacak formülü bilimsel olarak açıklıyor…
Açıklamalarına başlarken samimi bir dille “Ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum atalarımızın 60-100 sene önce Anadolu topraklarındaki beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum” diyor.
Farkında olmadan nasıl kronik hastalık yiyoruz? Kronik hastalıklara sebep mikro besin açlığı nedir? Gıdalardan aldığımız, sağlıklı yaşam için en önemli madde olan Omega-3, gıda emperyalizmi tarafından nasıl yok edildi? Kanser, kalp-damar hastalıkları, ajerji, romatizmal hastalıklar, depresyon ve ruhsal hastalıklarla Omega-3 arasındaki bağ ne?
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol cevapları:
İşte tüm bu soruların cevabı ve akıllı beslenmenin sırrı…“16 Ekim’de Dünya Gıda Gününde Ankara’da Ziraat ve Kimya Mühendisleri Odasında Yüzyılımızın Utancı: AÇLIK başlıklı bir konferans düzenlendi. Orada da söylediğim ve şimdi size de açıklayacağım benim üzerinde durduğum konu mikronutrient yani mikro besin açlığıdır! Şimdi bu ne diyeceksiniz?
İnsanlar nasıl kronik hastalık yiyor?Dünya Sağlık Örgütü kronik hastalıkları önlenebilir hastalık olarak tanımlıyor. Kronik hastalıklara sebep olan faktörlerin başında; hatalı beslenme, tütün kullanımı ve hareketsiz yaşam geliyor. Son yıllarda yapılan araştırmalardan, dünyada bir yılda 58 milyon insanın öldüğü görülüyor, bu ölümlerin yüzde 60′ı kronik hastalıklardan kaynaklanıyor. 10 yıl içinde bu oranının yüzde 77′ye çıkması bekleniyor.
Madem kronik hastalıklar önlenebilir hastalıklar niçin artması bekleniyor?Günümüzde, kanser, kalp-damar hastalıkları, inme dediğimiz ölümcül hastalıklar, alerji, romatizma ve şeker gibi kronik hastalıklar, sinirsel ve ruhsal hatalıklar hızla artıyor. Bu artışın sebebini bilimsel olarak incelediğimizde, tüm bu hastalıkların ana kaynağının mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığından oluşan hatalı beslenme ile ilişkili olduğu sonucuna varıyoruz.
Peki nedir bu mikro besin açlığı?Mikro besin açlığı insanların yedikleri gıdadan doğal olarak almaları gereken besin maddelerini alamamalarından ortaya çıkar. Bu mikro açlık gıda emperyalizminin yani yapay beslenmenin bir ürünüdür. Mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığının önüne geçilirse kronik hastalıklar önlenebilir!
Mikro besin açlığının ilk sebebi Omega-3 yağ asitleridir. Omega-3 insan için hayati bir olaydır… Günümüzde tükettiğimiz gıdalardan ihtiyacımız olan Omega-3 asitlerini alamıyoruz. Bunun ana sebebi kara hayvanlarının ahıra tıkılmasıdır. Kara hayvanları meradan kopup ahıra girince, etinden ve sütünden Omega-3 alamaz olduk.
Ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum 60 - 100 sene önceki Anadolu beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum!
Omega-3 eksikliğinden nasıl hasta oluyoruz?İnsanda her hücre zarında Omega-3 vardır. Her hücre zarı protein ve yağdan oluşur. Buradaki yağ Omega-3 ve oleik asitten oluşur. Eğer hücreler ihtiyacı olan doğal yağı alamazsa damarlar sertleşiyor ve bu da pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp inme veya enfarktüs olmasına yol açıyor. Omega-3 eksikliği bağışıklık sistemine zarar veriyor alerjiler, şeker, romatizma, kanser kronik hastalıklara sebep oluyor. Beyine de hasar veriyor.
Omega-3 kaynaklarımız çok azaldı. Omega-3′ün esas kaynağı yeşillik. Balıklar yosun yiyerek, merada beslenen büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar da yeşil ot yiyerek Omega-3 alıyorlar ve insanlar bunları tükettiğinde de ihtiyacı olan Omega-3′ü almış oluyorlar. Ancak yapay yemleme ile Omega-3 kaynaklarımız çok azaldı!
Omega-3, dolayısı ile mikro besin açlığı yapay yem ile başlıyor! Aslına bakarsanız şu anda dünyada bir gıda emperyalizmi var! İş yapay yem ile başlıyor, birileri para kazanmak istiyor, köylünün kapısına gidip daha fazla süt veriyor diye yapay yem pazarlıyor. Bir çobanın aylık maliyeti 2 - 2,5 milyar YTL ve merada otlayan inek daha az ama sağlıklı süt verir.
Köylüye yapay yemi daha ucuza pazarlayıp önce köylüyü alıştırıyorlar. Bu noktada köylü, kapısına servis yapılan hazır yemi, hem daha fazla süt veriyor hem de çoban masrafından kurtulurum düşüncesi ile ucuza alıp kar ettiğini sanıyor.
Kapıya gelen yapay yem; hem köylüyü tembelleştiriliyor, hem de köylüyü ve hayvanını doğal sağlıklı beslenmeden mahrum bırakıp sonunda her açıdan zarara uğratmış oluyor. Tabi burada sadece köylü değil köylünün ürettiğini yiyen halk ve beraberinde ülke ekonomisi de zarara uğramış oluyor. Yani zincir uzayıp gidiyor…
Bu arada, yine Omega-3 kaynağımız balıklar da daha fazla üretim için çiftliklerde yapay yem ile yetiştikleri zaman yeteri kadar Omega-3 içermiyorlar. Yani yapay yem hem denizden hem karadan Omega-3 kaynaklarımızı yok ediyor.”
Biz hayvanlarımıza nasıl hayvanlık ettik?“Hayvan ahırda yapay yem ile, sadece şeker pancarı küspesi, mısır, pirinç kırığı gibi ürünlerle tahıl ağırlıklı besleniyor. Daha fazla süt alabilmek için hayvana nişasta ağırlıklı yem dayatılıyor. Hayvanın ot ve yonca gibi yeşillikle beslenmesi gerekiyor çünkü doğal olarak ihtiyacı olan besin o!
Eğer ben 40 litre süt elde etmeyi verimlilik sayarsam, sütün tüketilmesi sonrası insanlarda ortaya çıkan kronik hastalıkların masrafını nasıl açılayabilirim?
Nişasta içerikli yem verildiğinde hayvan çok süt yapıyor ama bu süt süt değil zehir!Doğal beslenen ineğin sütünde Omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde40 daha az görülmektedir.
Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda çevreyle ilgili hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15′i geçmiyor. Ekolojik hayvancılık denince akla “çevreyle ilgili tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi” geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı?
-”Çağın mesleği psikiyatri”Hücre duvarı bizim gümrük kapımız. Omega-3 olmayınca hücreler arşidonik asit kullanmaya başlıyor, ama bu arşidonik asit aynı zamanda stres hormonu üretiyor. Damar elastikiyetini kaybediyor ve damar hastalıkları ortaya çıkıyor, insanın şeker hastası olması kolaylaşıyor. Stres hormonları artınca aşırı pıhtılaşma oluyor ve bu da kalp hastalıklarına yol açıyor.
Omega-3′ten yoksun olduğumuz için ülkemizde depresyon oranı çok yüksek. Eğer önlem alınmazsa çağın mesleği psikiyatri!
Makro beslenme yani doymuş yağlardan fazla besnme de mikro beslenme açlığına sebep oluyor!Omega-6′yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık Omega-3′ü de değerlendirmeden bağırsak yolu ile vücuttan hemen atıyoruz. Omega-3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz, hücre duvarı da Omega-3′ten oluşuyor, vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onunla hücreyi onarıyor, Omega-3 yerine, Omega-6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor, ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesidir. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz, dışardan biri taş atsa havaya uçacak.
Omega-3′ten zengin beslenenlerde depresyon görülmüyor!Omega-3′ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı Omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.
Burada yinelemek istiyorum, ben Anadolu beslenmesini tanımlıyorum, onların bilimsel araştırmasını açıklıyorum. Tereyağı ile beslenen atalarımız da tereyağından Omega-3 ve oleik asitleri alıyorlardı. Ancak günümüzde tereyağı tüketeceksek sadece ve sadece yüzde100 merada beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağı tüketilmelidir. Diğer türlü ahırda beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağının faydadan çok zararı vardır. Burada gıdaları tüketirken düşünüp, matematiğini yaptıktan sonra almak en akıllısı…
Omega-3 ile beslenen çocuklar TV seyretmek istemiyor!Amerika’da gelişme çağındaki öğrenciler üzerinde bir deney yapıyorlar; bu deneyde öğrencilerin yarısı normal beslenirke, diğer yarısına normal beslenmelerine ek olarak her gün Omega-3 desteği balık yağı veriyorlar. Normal beslenen çocuklar sıradan yaşamlarına devam ederken, balık yağı içen çocuklar kısa bir müddet sonra gözlenen ilk gelişme, Omega-3 alan öğrencilerin kendiliğinden hocam bu okulda kütüphane var mı sorusunu sorarak, kütüphane aramaya başlamaları oluyor. İkinci gelişme isa anne babalar tarafından evde gözleniyor, Omega-3 alan çocuklar evde televizyon izlemek istemiyorlar, bunun yerine kendiliğinden kitap okumayı ve ders çalışmayı istiyorlar… Üçüncü gelişme ise yine okulda öğretmalnler taraından gözleniyor, Omega-3 alan çocuklar derslere daha ilgili oluyorlar ve başarı oranlarında yüzde20 artıyor.
Mikro besin açlığının ikinci sebebi CLA eksikliğidir!Doğal sütten mahrum kalan insanlar, CLA’dan ( Conjuge Lineoik Asit) mahrum kalıyorlar bu antioksidan bir maddedir. İnsanlardaki yaşlanma hücrelerdeki oksitlenme sonucu ortaya çıkar! İkinci ciddi açlık antioksidan açlığıdır.
Asla CLA hapı kullanmayın kalp hastalığı yapıyor.Bu antioksidan eksikliğine çare diye aspir çiçeğinden elde edilmiş haplar CLA hapı olarak satılıyor. Ancak bu haplar izomer yani üç boyutlu açıdan bakıldığında zararlı. Vücudun yağ depolamasını engelliyor. Aspir çiçeğinde elde edilmiş CLA hapı, kalp kas hücrelerinde Omega-3′ü ayrıştırıyor ve bunun sonu kalp yetersizliğine yol açıyor.
Mikro besin açlığının üçüncü sebebi insüline benzer büyüme hormonu eksikliğidirMerada otlamış hayvanın doğal sütünde ayrıca insüline benzer büyüme hormonu var ve bu hormon adeta gençlik aşısıdır.
Hayvanlar ahıra tıkılınca hatalı beslenme ve ani ölümler ortaya çıktı. Dedem 110 yaşında öldü. 100 yaşından sonra üçüncü dişleri çıktı, tereyağı çocuğuydu. Babam 59 yaşında yaşında öldü, margarin çocuğuydu.
Hayvanlar ahıra tıkıldıktan sonra, yeşillikten mahrum kaldılar, beraberine sütten Omega-3, CLA ve insülüne benzer büyüme hormonu alınamaz oldu.
Bunlar da mikro besin eksikliği ve makro beslenme fazlalığı ile beraberinde kronik hastalıkları getirdi. İşte kronik hastalıklar dediğimiz başta; alerji, astım, kalp-damar hastalıkları, romatizmal hastalıklar ve kanserin neden bu kadar artıyor sorularının yanıtı çok açık değil mi?”
Makro besin fazlalığının sebebi: Doymuş yağ içeren besinler“Balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki Omega-3 yok oluyor! Patates kızartması kolaya gelen ve çocuklara çok sevdirilen bir gıda haline geldi, patates ayçiçeği veya mısırözü yağında kızartıldığında 1 porsiyon patates 6gr.trans yağ içerir. İşte çocuklarda erken yaşlarda obezite başlamasının ana sebeplerinden biri budur.
Doymuş yağ içeren besinler mikro besin açlığına sebep olurken, diğer yandan makro besin fazlalığına sebep olmaktadırlar. Omega-6′yı çok tükettiğimiz için farkında olmadan Omega-3′ün yolunu kesiyoruz. İnsan vücudunda Omega-3 ve Omega-6′yı aynı enzimler tüketir, Omega-6′yı fazla aldığımız zaman ihtiyacımız olan Omega-3 bağırsaklardan dışkı yolu atılır.
“Bu yağlar gıda emperyalizminin ürünü”Omega-6′dan zengin yağlar ayçiçeği, mısırözü ve soya yağları insan sağlığı için çok zararlı olduğunu Başkan Bush ABD halkına yaptığı açıklamada itiraf etti ve “bu yağları tüketmeyin” dedi. Çünkü bu yağlar sebep olduğu hastalıklardan dolayı ekonomik dengeleri bozuyordu!Aslına bakarsanız bu yağlar gıda emperyalizminin ürünüdür. İkinci Dünya Savaşından sonra ayçiçeği yağını ilk Rusya üretip tüketmeye başladı ve Balkan göçmenleri aracılığı ile Türkiye’ye ayçiçeği yağı kültürü girdi. Mısırözü yağı ABD emperyalizmi üzerinden dünyaya yayılmıştır. Şimdiki Kanola dayatması da yine ABD emperyalizminin işidir. Kanola, kolzanın GDO’lu tohumundan üretilir.
İkincisi bu yağlar 40 derecenin üstünde kolaylıkla bizim trans yağ dediğimiz yapay yağ asitleri üretmeye başlar, doğada olmayan yağları insan vücudu tanımadığı için biriktirir, insan vücudunda biriken bu yağ asitleri kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine sebep olur. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozabiliyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep olabiliyor.
Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği, mısırözü ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığı, kalp hastalıklarının oluşumunu kolaylaştırıyor.
Kuzu şiş ve bonfileden korkmayın, asıl peynirden korkun!Doymuş yağ asitlerinden 3 tanesi damar sertliğine yol açıyor, bu yağ asitleri ateorejenik yağ asitlerine dönüşüyor. Bunlar: Laorik asit, Mirsist asit, Palmitik asit
Ahırda beslenen hayvanın sütünde bu yağ asitlerinden bulunuyor. Peynir yemek çok sakıncalı, et yemek sağlıklı ama hayvanın yağsız et kısmı tercih edilmeli, kıyma ve kıyma ile yapılan etlerden uzak durmalı. Ateorojenik yağ asitleri hayvanın depo yağında var.
Doğal beslenen hayvanın iç yağında sterearik asit var yani Türkçesi zeytinyağı diyebiliriz. Hücre içi yağ asidi sterearik asit içerir, bu hayvanın iç yağı yendikten kısa süre sonra insan vücudunda oleik asite dönüşüyor. Atalarımız zeytinyağı bulamadıkları bölgelerde iç yağı yiyerek bir nevi zeytinyağı tüketmiş oluyorlardı.
Günümüzde sofralarda ağırlık kazanan doymuş yağ içeren besinler makro besin fazlalığı oluşturarak kronik hastalıkları arttırdı. Kuzu şiş ve bonfileden korkmayın, asıl peynirden korkun, kahveye süt değil de krema koymakla elinizle palmitik asit almış oluyorsunuz.
Mikronutrient (mikro besin azlığı) eksikliğine sebzelerde sebep oluyor…Yapay gübre, GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) tohum, hibrit tohum kullanılarak üretilen gıda ürünlerde mikro besin oranı normalden yani doğal tohumla yetişenlerden çok düşük! Benim açımdan GDO’nun en önemli unsuru mikro besin eksikliğine yol açması!
Barut fabrikaları işsiz kalınca, gübre fabrikası oldu!Yapay gübre nerden doğdu hiç merak ettiniz mi? Sebebi bugünde benzerini duyduğumuz hikaye ile biz açlığı yok etmek istiyoruz hikayesi başladı, işin altında yatan sebep ikinci dünya savaşında saklı! İkinci dünya savaşı döneminde savaş için gerekli barutu üreten fabrikalar, savaş bitince işsiz kaldı. Bilin bakalım barut neden üretilir: AZOTPeki yapay gübrenin ham maddesi ne? İşte cevabı AZOT!
“Sömürü düzenini bozmak istemiyorlar”Birleşmiş milletler açlıkla mücadelede 46 yılda toplam 30 milyar dolar kullanmış.
Peki bu 2008 yılı içinde sadece finans piyasasının içine düştüğü sıkıntıdan kurtulması için bankalara Avrupa ve ABD’den 2,5 trilyon dolar kaynak aktarıldı. Sırf sömürü düzeni bozulmasın devam etsin diye! Şahsen bu adaletsizlikleri göz önünde aldığımda Birleşmiş Milletlerin Hiçbir Kurumuna saygı duymuyorum. Hepsi Amerikan emperyalizmini sürdürmek için kurulmuş bir sistem.
“Zeytinyağı ile kızartma yapılmaz, yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır”Tekrar yineliyorum, ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum 60 - 100 sene önceki Anadolu beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum!
İnsan beyninde de bütün hücrelerin duvarında olduğu gibi oleik asit ve Omega-3 vardır. Saf sızma zeytinyağı en iyi oleik asit kaynağıdır. İyi kolesterolü düşürmeden, kötü kolesterolü düşürür bu kalp için en sağlıklı yağ demektir.
Evliya Çelebi seyahatnamesinin Trabzon bölümünde hamsiyi zeytinyağında pişirme tarifi vardır. 400 sene önce zeytinyağında kızartma yapılırken, 100 sene önce mi yanıp zehirler oldu! Zeytinyağı yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır. Margarin ve mısırözü yağını dünyaya pazarlayabilmek için! Yunanistan’da yıllık zeytinyağı tüketimi kişi başı 20 kg. Türkiye’de ise 1 kg. Sağlık sorunları Türkiye’de neden artıyor gerisini siz düşünün!
Zeytinyağı ısıya dayanıklıdır, zeytinyağının yanma derecesi 250 derecedir. Siz yakamazsınız, tam aksine ısıya en dayanıklı yağ zeytinyağıdır. Sızma zeytinyağında daha düşük ısılarda duman görürsünüz ama bunun hiçbir zararı yoktur. Evliya Çelebi’nin tarif ettiği gibi hep zeytinyağı.”
Mülakat: Nihal Doğan
kaynak: www.gidahareketi.org

ELİNI TAŞIN ALTINA KOYABİLMEK











Bu akşam 19:30'da Makina Mühendisleri odasında buluşuyoruz.28 Haziran Ankara için son kararlar alınacak.Bizler FCD ve PDA olarak orada olacağız.Ya siz?


Dün sevgili Defne Koryürek'ten çok güzel bir laf öğrendim.
YUMURTA DA TAŞIN ÜZERİNE DÜŞŞSE,TAŞ TA YUMURTANIN,KIRILAN HER ZAMAN YUMURTADIR!
Yeterince açık değil mi dostlarım?
Sevgiyle kalın
Yeşim Güriş